05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? tekrar, bu sefer ucuzbaskı için elden geçirmesi teklifini kabul etmesini ama kitabın sonunda bambaşka bir şeye dönüşmesi yüzünden yayınevinin verdiği 8.000 dolar avansı geri istemesini, bu arada ‘Kim Novak’ın sunumuyla “Amerika”yla savaşım’ diye tarif ettiği filmle ilgili Hollywood’dan yediği kazığı da geçelim. Geçelim, çünkü tüketiciyiz; yapabiliriz. Bir insanın şu ve bununla dolu yaşamını iki satırda geçebiliriz. Tamam, geçelim; oturup ah vah çekecek halimiz yok ama bir yerde, burada duralım. Duralım, çünkü durmak gerek; durmak gerek, çünkü sıra üstadın çok daha sonraları, son demlerine yakın ‘En iyi romanım’ dediği ‘Yabanda Gezinti’ye geldi. YABAN? Algren kitabını, içinde kalan son umut kırıntılarıyla, yitik ülkesine, vatanseverliğini unutup ona hain damgası vurmuş ülkesine hâlâ söyleyecek sözü kaldığına, Amerika’nın hâlâ kitap yazmaya değer bir yer olduğuna dair kalan son inanç kırıntılarıyla yazar. ‘Yabanda Gezinti’de Algren, bir keresinde “Beyaz olmayan bir beyazın ülkesi nedir?” diye sorduğu sorunun yanıtını verir. Yarattığı Amerika, vahşi bir orman, yabandır ve Algren okuru, kitabının kahramanı, on yedi yaşındaki cahil, işsiz, saf ve kanındaki İrlanda ateşiyle belaya gözü kapalı dalmaya hazır Dove Linkhorn’la beraber, şaşaalı 1920’leri geride bırakıp o şaşaanın bedelini 1930’ların Büyük Buhran dönemiyle ödemeye başlamış ve kendi vatandaşına her an daha fazla “Yaban”laşan Amerika’da kısa bir yürüyüşe çıkarır. Büyük Buhran’da milyonlarca insan aç kalmış, evsiz kalmış, işsiz kalmış, tükenmiş; insanlar birbirini ‘yemeye’ başlamış; ahlâk sükut etmiş... Biliyoruz, kardeşim. Hem, adamlar dünyanın, af buyurun, canına okuyor; bir de oturup üzülecek miyiz yani, değil mi? Ayrıca acıları, çileleri, insanı insanlığından soğutan pek çok şeyi; ayyaşları, kadın satıcılarını, uyuşturucu bağımlılarını, fahişeleri, sahtekârları, kader kurbanlarını, üç kuruş uğruna anasını satmak zorunda kalanları, toplumun tepesine akbaba gibi çöküp leYabanda Gezinti/ Nelson Algren/ şini yiyenleri, yozlaşmış kurumları, Çev. Algan Sezgintüredi/ Versus Kitap/ çökmüş yasaları, suçluları, hep kaybeMayıs 2007/ 345 s. denleri, hatta suç işlerken bile kaybedenleri pek çok eserde okuduk, izledik, dinleNelson Algren dik ve hâlâ pek çoğuyla her gün, televizyonda, gazetede, daha şanssızsak evde, işte, yolda karşılaşmıyor muyuz? E, ne yapalım yani Algren’in romanı o gün Amerika’nın yüzüne tokat gibi çarptıysa? Ne yapalım adam, tıpkı Çehov gibi, yazarın yeri suçlananın yanıdır diye düşünmüşse? Ne yapalım aldığı korkunç eleştirilerin hemen ardından kitabın satışları baş aşağı gittiyse? Ne, sanki Algren dedikleri yüzünden toplumdan dışlanan ilk sanatçı mı yani? Hem, ne yapalım dili imgelerle, okuru kışkırtan bilmecelerle doluysa? Ne yapalım CUMHURİYET KİTAP SAYI 920 SAYFA 23 gerçekleri bütün acımasızlığıyla anlatıyorsa? Ne yapalım zırcahil kahramanımızın karşılaştığı şeyleri anlayamaması ve tepkilerini ona göre vermesindeki acı güldürüye? Ne yapalım zaman atlamalı anlatım numarasıyla okuru da aynı kahramanı gibi şaşkın şabalak bırakıyorsa? Hem, Algren’in, örneğin genç kahramanımız, sapık kocasından kaçmasından sonra on yıldır eline erkek eli değmemiş, alev alev yanan etini koyu Hıristiyanlıkla dağlaya dağlaya bunalmış Terasina Vidavarri’yi daha elini sürerken orgazma ulaştırması ve sonrasında hissettiği yalan zafer duygusunu anlatırken aslında Simone de Beauvoir’dan, haliyle Sartre’dan bahsettiğini bilmenin neyimize faydası var? Ya da Algren’in o saf, cahil ve gözü kara ve beyazların ülkesinde beyaz olamayan çocukta kendini, karşılaştıklarını, yaşadığı Amerika’yı anlattığını bilsek ne olacak? Oho, böylesini çok gördük kardeşim! Tamam, iyi; bu kitap acayip etki bırakmış, hatta Lou Reed bundan şarkı yapmış, pek de meşhur olmuş, iyi, aferin. Tamam, iyi, onlar da acıları çekmiş; hâlâ, başka şekillerde çekiyor ama acıysa, herkes çekiyor, değil mi? ‘Vahşi kapitalizm’, ırkçılık, cahillik, yalanlar, küçük hesaplar, dertler, pislik, hep pislik, falan; geç güzelim, geç. Hep biliyoruz biz. Bilmek de az, bıktık artık; na, bak, yaka silkiyoruz. E, peki, madem bıktık, madem yaka silkiyoruz, madem bize artık safi eğlence gerek, ne diye okuyalım ‘Yabanda Gezinti’yi? Tamam, okuma zevki diye bir şey var ama bir yere kadar yani. Ne demeye birazcık komik ama çokça acıklı bir kitap daha okuyalım? Nasıl? Amerika’da 1920’lerde yaşanan refah dolu, vur patlasınçal oynasınlı dönemin, gümrük ve diğer yüksek vergilerin aşırı yükseltilmesi ve diğer yasalarla gelişen sürecin üretime boş verilip kafadan borsada kâğıt oynatmaya varan, sonu dehşet bir krize varan ekonomik yükselişin, yozlaşmanın ve falan ve filanın ülkemizde bugün yaşananlara dehşet benzerliği mi dediniz? Nasıl yani, ‘Yabanda Gezinti’ kendi geleceğimize dair bir takım ipuçları mı veriyor? Ne? Türkiye’nin o ‘yabana’ hızla ilerlediğini mi… Yok canım, daha neler. ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle