05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ANTON WEBERN’İN ÖLÜMÜ O K U R L A R A Pınar Kür’ün ilk romanı “Yarın Yarın”ın yayımlanmasının üzerinden otuz yıl geçti. Everest Yayınları otuzuncu yıl nedeniyle bu kitabın özel bir basımını okurlara sundu. Pınar Kür’le, “Yarın Yarın”ı ve geride kalan otuz yılı konuştuk. Mine Söğüt de bu söyleşiye Pınar Kür’le ilgili hazırladığı kitabı ve bir nehir söyleşi olan “Aşkın Sonu Cinayettir” nedeniyle katıldı. Kür ve Söğüt ilginç şeyler söylediler bize. Sizin de ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Osman Cemal Kaygılı, edebiyatımızın en özgün yazarlarından biri. Mustafa Apaydın, Kaygılı ile ilgili iki kitap hazırladı. Bunlardan ilki Kaygılı’nın bütün hikâyelerini bir araya getiriyor. İkincisi ise, Kaygılı’nın hikâyeciliğini değerlendiriyor. Kitaplar Boğaziçi Üniversitesi Yayınları’ndan çıktı. Ali Selçuk her iki kitabı sizin için değerlendirdi. “Öncelikle 18. yy. edebiyatındaki finans olgusu ilgimi çekti; çünkü bu hikâyelerdeki pek çok karakter borç batağındaydı. Her ay korkunç kredi kartı ekstreleriyle yüz yüze gelen bir yüksek lisans öğrencisi olarak, kendimi bu öykülerin içinde buldum” diyen, “Kâğıt Komploları” yazarı David Liss ile bir söyleşi ve “Kâğıt Komploları”nı değerlendiren bir yazı yer alıyor sayfalarımızda. İlginç bir roman “Kâğıt Komploları”. Bol kitaplı günler!... TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] ans Moldenhauer, on yıl sonra başlamış iz sürmeye, biraz daha erken davranabilseymiş, peşine takıldığı Raymond Norwood Bell ile karşılaşabilecek, yüz yüze görüşebilecekmiş olmamış: O Amerikalı aşçı, 1955 yılının Eylül ayında, ‘mahut olay’dan günü gününe on yıl sonra, saplandığı alkol batağından çıkamayarak ölmüş. Bütün bunların, önümdeki fotoğrafla, ‘mahut olay’dan tam on beş yıl önce, 1930’da çekilmiş şu siyahbeyaz kareyle bağlantısı küçük beyaz bir lekede biçim alıyor: İşaret parmağıyla ortaparmak arasına sıkıştırılmış, ucundaki kül biraz uzamış sigarayla. R. N. Bell’in karısı, Moldenhauer’le görüşmesinde, kocasının belleğinin merkezine, ola ki "vicdan"ının çekirdeğine mıhlanıp kalmış bir görüntüyü her konu edinişinde, "o adamı vurmamış olmak isterdim" dediğini aktarmış. Sıradan yaşamının belki de tek sıra dışı hareketi, kararı, sıra dışı birinin sıradan değilse bile sudan bir gerekçeyle yaşamına son vermek olan bir adamın, battığı alkol denizinden çekip çıkarabildiği tek cümle bu: Pişmanlık duyduğu eyleminin, kendisine küçük ama tuhaf bir kalıcılık sağlayacağının farkında olması herhalde beklenemezdi umursar mıydı bunu, o da ayrı. Moldenhauer, Anton Webern’in Ölümü başlıklı incelemesini, 1970’te Wiesbaden’de yayımlamış. Gert Jonke’nin ürpertici anlatısı aynı başlığı taşıyor: 1996, Viyana. Olay’dan 60 yıl sonra, aynı başlığa sığınıyorum burada, uzakta. Bu yalın, düzayak görünen durumda, Anton Webern’in ölümünde, onun yaşamından ve duruşundan uzak düşen bir yan var. Raymond Norwood Bell, II. Dünya Savaşı’nın bitiminde, Avrupa’ya uzun bir süre için demir atmış Amerikan ordusunun Avusturya’daki birliklerinde görevli bir asker. Mesleğinin aşçılık olması, nöbet tutmasına ya da devriye çıkarılmasına engel sayılmamış doğal olarak. Her savaşta, her savaş ortamında türeyen karaborsa faaliyetlerinin ne kadar içindeydi tam bilemiyorum, ama 15 Eylül 1945 günü, Salzburg yakınlarındaki küçük Mitterstill’e, bir rivayete göre baskını yapmaya, bir başkasına göre Webern’in karaborsayla uğraşan damadını gözaltında tutmaya ya da kimbilir, bütün bunlarla ilgisiz bir gerekçeyle giden askeri birliğin içindeymiş. Sigaranın ateşi, küçük torununu dumandan korumak amacıyla dışarı çıktığında, parlamış. O an tetiğe basmış Raymond. H Enis BATUR Pervasız Pertavsız “Okurken, bakarken” taşıdığı için bu ifade karşısında tökezliyordu insan. "Sır küpü" demek belki biraz abartılı olur ama, bütün karmaşık anlamsal donanımıyla giz’li bir adam izlenimini uyandırdıydı ilk karşılaşmalarımızda. Sonradan, ağır ağır, birkaç tülü kaldırdı kendisinin ve yaşam serüveninin üzerinden, bende bir tür uzak ruh kardeşi gördü sanırım, yabancılığına benzemese de bir yabancılık okudu duruşumda, bazı koridorlarına ışık tuttu. Gene de, özünde kapalı kaldı asıl kutusu. Ana hatlarıyla sergüzeştini çizdi aslında, gelgelelim aslolanın ana hatlarda olduğunu ikimiz de biliyorduk. Sohbetlerimiz bir yıldız kayması süresini biraz aşıyordu başlarda. Karşısındakinin zamanını çalmaktan aşırı ölçüde çekinen, alabildiğine ince ve zarif bir yaklaşımı vardı Alguadiş’in; ama, bir o kadar da, buluştuğu ve söyleştiği insanda şık bir hayalet izlenimi yaratmak istiyor gibiydi ki bunda başarılı olduğunu söyleyebilirim: Her seferinde, ayrılışımızı izleyen dakikalarda, sahiden görüşüp görüşmediğimizi tartacak hale geliyordum neredeyse: Oturduğumuz masada bizi gören olmuş muydu, yoksa hayâl gücümün ürünü bir ‘roman kahramanı’yla mı, yüksek sesle, kendi kendime konuşmuştum? Şüphesiz abartı dozu yüksek bu iç izlenimlerde. Buna karşılık, ‘roman kahramanı’ yakıştırmasını bugün de çok yerinde bir benzetme olarak değerlendirdiğimi belirtmeliyim: Jak Alguadiş, uzun ve soluklu bir romanın, Yakındoğulu bir A la Recherche du Temps Perdu’nün, bana kalırsa, gerçekten de ana kahramanı. Oldukça loş cümlelerle hayatından söz ettiğinde, yüzyıllar öncesinin İspanya’sına, gençlik yıllarının Paris’ine, savaş sonrası döndüğü İstanbul’a ilişkin anlattıklarını ya da düşlediklerini can kulağıyla dinlerken, o dünyayı ele geçirmenin olanaksızlığı karşısında bir parça kavrulur, eve dönerken kendimi yenik hissederdim. Sonra, gün geldi, yıllardır içinde biriktirdiği, yoğunlaştırıp beklettiği kesitlerden hareketle yazmaya başladığını çıtlattı bana Alguadiş; hem heyecanlandım, hem de işin sonunu getirememesinden korktum. Boşuna korkmuşum: "Gitmenin Tam Vaktiydi…"nin tam vaktiymiş meğer! İlk okurlarından biri, belki de ilk okuru olduğum bu kitap, beni ortasında yaşadığım şehrin, bir parçası olduğum çağın en kuytu, en duyarlı bilgelerine bir anda salıverdiğinde, okuma koltuğumda sallandığımı fark edecektim. Akdeniz’in öbür ucunda, Juan Goytisolo, İspanya’nın çok kültürlü geçmişinden melez bir edebiyatın tohumlarına nasıl ulaşmışsa, bu uçta, çok kültürlü bir dünya başkenti olan İstanbul’da da, benzeri ürünlerle daha sık karşılaşmış olmalıydık. "Gitmenin Tam Vaktiydi…", bizi en içimizde duran çoğumuzun varlığını ve derinliğini algılama fırsatını yakalayamadığı bir dünyaya doğru, kelimenin tam anlamıyla savuruyor. Ne kadarı gerçek, ne kadarı kurmaca diye soranlar çıkabilir: Hayatın ne kadarı gerçektir? Alguadiş’in, "Gitmenin Tam Vaktiydi…"de, ama bilerek ama bilmeyerek, Binbir Gece Masalları’ndan doğan bir anlatma geleneğinin modern bir karşılığını verdiğini; kutu kutu açılan, halkadan halkaya genişleyen amansız keder hikâyeleriyle kaybolmuş bir zamanın anahtarını bulup bize yeniden armağan ettiğini düşünüyorum. "Gitmenin Tam Vaktiydi…", İstanbul’da yazılmış en özel, en ayrıksı kitaplardan biri: Alguadiş’in bütünüyle özgün serüveninin süreceğinden şüphe duymuyorum. ? GİTMENİN TAM VAKTİYDİ Jak Alguadiş’le bir dönemeçte tanıştım. Kar beyazı, gür ve düzgün saçlarını arkaya doğru tarıyordu; açıkta kalan yüzü yaşından çok daha genç bir görünüm Anton Webern Haftanın kitabı: Biri Totalitarizm mi Dedi?/ Slavoj Zizek/ Epos Yayınları/ 243 s. İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 858 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle