Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
erhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düzyazı türü” diye tanımlıyor Türk Dil Kurumu Sözlüğü (7. Baskı, 1983) denemeyi. Eskilerse bu türe “kalem tecrübesi” derlermiş. Denemede önemli olanın da “teklifsiz, içtenlikli bir dil”le anlatım olduğu düşünülüyor. “İçtenlik” önemli bir kıstas. Bir de “düşünce yaratmak, kuşku doğurmak”. Deneme yazarı “verili bilgileri olduğu gibi kabullenmeyip, çok yanlılıkla işlediği konunun gerçeğini arar; bilgileri yoklar, karşılaştırmalar yapar, alıntılara dayanır, okuyucusuyla gizli bir konuşma içinde asıl gerçeğe doğru yaklaşmaya çalışır; fakat bir şeyi ispatlamaya uğraşmaz” diyor Rauf Mutluay (100 Soruda Edebiyat Bilgileri, 1979). Doğal olarak denemenin bir de konu ve sınır tanımazlığı var. Bilimsel olma gereği duymadan hemen her konuda yazılabiliyor. Felsefecilerin en sevdiği edebiyat türü aynı zamanda. Felsefeyle, felsefenin söylemek istedikleri ile bir yakınlığı var bu türün. Kolaylık sağlıyor. Montaigne’nin adını koyduğu bu türde edebiyatımızda bir çok seçkin ürün, birçok unutulmaz eser var. Ama ülkemizde bugünlerde pek iltifat edilen bir tür değil nedense. Sanıyorum deneme okumayan okurlar açısından bir damak tadı kaybı söz konusu. Okurun ilgi göstermediği bir türde yayıncı da kitap yayımlamak istemiyor. Arz talep ilişkisi burada da gündemde. Deneme kitapları kolay yayıncı bulamıyor. “Kolay” bir yana çoğunlukla yayıncı bulamıyorlar. Haydar Ergülen’in “Düzyazı: 100 Yazı”sını (Merkez Kitaplar) görünce aklımdan tüm bu düşünceler bir anda geçiverdi. Denemenin tanımından yayınına doğru bir bilinç akışı… Haydar Ergülen, “Düzyazı: 100 Yazı”yı oluşturan denemeleri 1994 96 yılları arasında Express dergisinde yayımladı. Kendisi bir heves olarak başladım dese de aslında bir projeydi. Hem de uzun soluklu bir proje. Adı üstünde 100 yazılık bir plan yapmıştı Haydar Ergülen. Bir arada olmasını kolayca akıl edemeyeceğimiz kavramları, nesneleri, imgeleri, sözcükleri eşleştirip onlardan yola çıkarak yüz deneme yazmaya karar vermiş ve bunu da az bulunur bir örnekle başarıyla tamamlamıştı. Sonuçta bu denemeler bir kitapta toplanacak adı da içeriğini açıkça belirtecekti; “Düzyazı: 100 Yazı”. Ama bu kitaplaşma aşaması kolay olmadı. On yıl sürdü. Çeşitli yayınevlerinin editörleri dosyayı gördü, okudu, beğendi, yayın programına aldı ama hep bir aksilik çıktı, kitabın yayımlanması ertelendi ve zaman içinde ya yayınevi tarafından yayın programından çıkartıldı ya da daha fazla beklemeye tahammülü kalmayan yazarı tarafından dosya daha önce yayımlayacağını umduğu bir başka yayınevine vermek üzere geri alındı. Yayınevleri açısından sorun sanıyorum kitabın kalınlığıydı. Denemenin çok okuru olmadığına inanıyorlardı ve hele deneme kitabı kalınsa okurun daha da azalacağını… Dosyanın kitaplaşmış halinin 548 sayfa olduğunu görünce onlara bir nebze hak vermemek elde değil. Bu ömür törpüsü yayın sürecini Haydar Ergülen bir denemesine ko “H Metin CELÂL Okuduğum Kitaplar için deneme kitapları pek uygun değil. Ama başucu kitabı yapıp yatmadan önce bir deneme okumayı tercih edecekler için birebir. Haydar Ergülen’in denemeleri de öyle. Bu sıcak yaz günlerinde durup durup okumak isteyenler için iyi bir tatil arkadaşı. Düzyazıdan şiire, şiirden düzyazıya uzanmak için… Edebiyatın damak tadını yeniden kazanmak ve şiirle barışmak için iyi bir fırsat. ÖNERİLER Haydar Ergülen’in “Kalem Tecrübesi” GEZİ KİTAPLARI: UZAKLARIN ÇAĞRISI Kitabevi Yayınları, “Deniz Seyahatnameleri” adı altında bir diziye başladı geçtiğimiz aylarda. “İnsanlık tarihi, onun yeryüzündeki yolculuklarının tarihidir” düşüncesi ile işe soyunmuşlar. Eski Türk edebiyatında birçok gezi kitabı olduğunu belirlemişler. Bu dizide “ihmal edilmiş bir alan” olarak gördükleri gezi kitaplarını tekrar, yeni Türkçede yayınlamaya karar vermişler. Dizinin ilk üç kitabı “Yüz Yıl Önce Güney Afrika”, “Brezilya’da ilk Müslümanlar”, “Türk Denizcilerinin İlk Amerika Seferi” yayımlandı. “Yüz Yıl Önce Güney Afrika”da 19. yüzyılın ikinci yarısında Güney Afrika Müslümanları arasında dinin yorumu nedeniyle anlaşmazlıklar çıkınca yöre halkının İngilizler’den talebi, İngilizler’in de Osmanlılara başvurması sonucunda konunun uzmanı bir din âlimi bölgeye yollanıyor. Doğal olarak o zamanlar bir yerden bire gitmek pek kolay değil. Seyahat için vapur tercih ediliyor. “Ümit Burnu Seyahatnamesi” de böyle oluşuyor. Kitabın ilk bölümünde Ömer Lütfi, bu yolculuğu anlatıyor, devamında ise Ebubekir Efendi’nin Ümit Burnu’ndaki çalışmalarını, gözlemlerini anlattığı mektuplar yer alıyor. “Brezilya’da ilk Müslümanlar”da 1865’de iki Osmanlı savaş gemisinin Okyanus yoluyla Basra Körfezi’ne giderken fırtınaya yakalanarak Amerika’ya, Brezilya sahillerine sürüklenmesiyle başlıyor hikâye. Kahraman da geminin imamı Abdurrahman Efendi. Gemi Rio’ya yanaşınca karşılayanlar arasında siyahi Müslümanların olduğu görülür. Brezilyalılar Müslümanlığı kendilerine has bir din sanmaktadır, Osmanlılar da siyahi Müslümanlarla ilk kez karşılaşmaktadır. Abdurrahman Efendi, Brezilyalı Müslümanlara din bilgisi vermek üzere orada kalır. Yıllar sonra vatan hasretiyle dolup İstanbul’a dönünce de “Breziyla Seyahatnamesi”ni yazar. “Türk Denizcilerinin İlk Amerika Seferi”nde Abdurrahman Efendi’yi Rio’ya bırakan gemilerin macerasının devamını okuruz. Gemiler İki ay Rio’da kaldıktan sonra tekrar okyanusu geçip Ümit Burnu ve Bombay üzerinden Basra’ya ulaşırlar. Gemi mühendisi Faik Bey, yolculuğun her aşamasını yola çıkıldığı andan itibaren liman liman kaydeder. Gözlemlerini, yorumlarını, düşüncelerini de eklemeyi ihmal etmez. Bir anlamda Abdurrahman Efendi’nin görüp de anlatmadıklarını anlatır. Yani iki kitap birbirini tamamlar. Dilleri biraz ağır olsa da hem tarihseverler için hem de deniz tutkunları için hoş birer kaynak olmanın yanında edebiyatseverler için de okuması keyifli, maceralı birer kitap. ? KİTAP SAYI 858 nu eder umarım. Doğrusu ben bir süre sonra hayatın akışı içinde unutuvermiştim bu kitap dosyasını ve Haydar Ergülen’e sormaz olmuştum. Oysa Express’te tek tek okuduğumda sevdiğim bu denemelerin kitaplaşmış halini de merak ediyordum. Çünkü türü ne olursa olsun edebiyat eserlerinin dergilerdeki halleri ile kitaplaşmış hallerinin birbirinden farklı olduğuna inanıyorum. İçinde yer aldıkları nesneler onları da bir oranda etkiliyor, belirliyor sanıyorum. Kitap her zaman farklı ve daha bütünlüklü bir izlenim bırakıyor bende. Onda yer alan ürünlerin de bütünlük taşıması ya da en azından belirli bir yapısı, planı olması gerektiğini düşünüyorum. Şairler düzyazıda her zaman başarılı olamazlar. Genellikle şiirin büyüsü ile yazarlar, şiirsellik çoğalınca da işin tadını kaçırır. Haydar Ergülen nadir örneklerden. Usta işi denemeler yazmış, yazıyor. Şiire kapılmıyor, denemede bir kalem tecrübesi olduğunu gösteriyor. “Düzyazı: 100 Yazı”, bütünlüklü bir kitap. Söylediğim gibi eşleştirmelerle yola çıkıp onlardan hayata açılıyor ve yazarla birlikte o yolu izlerken daldan dala konuyor, çıktığınız yerden bambaşka noktalara ulaşıyorsunuz. “Meram ile Ekspres”, “Heves ile Bir”, “Utanç ile Mahcubiyet”, “Siyah ile İntizam”, “Anne ile Metropol”…. denemelerin başlıkları böyle gidiyor. Haydar Ergülen, tam da deneme ta nıma uygun bir şekilde bizlerle sohbet eder gibi yazıyor. Görmüş geçirmiş ve de bilgi deryası bir dostunuz sanki sohbet ediyor sizinle. Dinlemeye doyamıyorsunuz. Yaşadıklarını, gördüklerini bizlerle edebiyattan özellikle şiirden örneklerle, onların getirdiği çağrışımları çoğaltarak anlatıyor. Yargılara varıyor ve çoğunlukla “eskiden böyle değildi, günümüzde her şey bozuldu” demeye getiriyor ya da okur olarak bizi böyle düşündürüyor. Hem edebiyat tadı alıyorsunuz hem de bir şeyler öğreniyorsunuz farkına varmadan. Üstelik meraklandırıyor, sözünü ettiği şiirleri, hikâyeleri, kitapları (yeniden) okuma arzusu uyandırıyor. Alıntılar, göndermeler, anıştırmalar… Haydar Ergülen’in denemelerini okurken ister istemez “Deneme, acaba postmodernizme tipik bir örnek mi?” diye düşünmeden edemedim. Bir türlü üzerinde anlaşamadığımız “postmodernizm” tanımını yaparken örnek bir edebiyat türü olarak gösterilebilir mi? Kitapla derginin yarattığı farklı etkilerden söz etmiştim, “Düzyazı: 100 Yazı”yı okurken deneme kitapları açısından bir fark daha olduğunu anladım. Ne kadar beğenirseniz beğenin arka arkaya ikiüç taneden fazla deneme okumak mümkün değil. Belki de haftada ya da ayda bir, dergide bir deneme okumak daha hoş. Benim gibi aldığı her kitabı bir oturuşta bitirmeden rahat edemeyenler SAYFA 12 CUMHURİYET