Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bret Easton Ellis’ten ‘Glamorama’ Sığ hayatlara batırılmış koca bir çuvaldız Marka tutkusu ve imajın tanrısallaştırılması, Bret Easton Ellis’in Glamorama’sının temalarından sadece biri. Bu tutkunun kan kardeşi, şöhret ve para hırsı ise gösteri dünyasının başkentleri New York, Londra ve Paris’te geçen romanın ana motoru. Amerikan Sapığı’nda nasıl bir ahlakçı olduğunu iyi öğrendiğimiz Bret Easton Ellis, Glamorama’da toplumun pırıl pırıl gözüken, ancak içten içe kokuşmuş, çamur bağlamış yanını gözümüze gözümüze sokuyor. 1964 Los Angeles doğumlu Bret Easton Ellis, 90’lı yıllarda üzerinde en çok konuşulan yazarlardan. İlk iki kitabı "Less Than Zero" (Sıfırdan Az) ve "Rules of Attraction" (Çekim Kuralları) azımsanmayacak bir ilgi toplamıştı. Hayli komik, oldukça korkunç ve derinden politik üçüncü romanı "American Psycho" (Amerikan Sapığı) ise kelimenin tam anlamıyla ses getirdi, 24 dile çevrildi, yüzyılın en önemli yüz kitabından biri seçildi. ? Esen GÜR ahip oldukların zamanla sana sahip olur” der Chuck Palahniuk, Dövüş Kulübü’nde, 90’ların anti kahramanı Tyler Durden’ın ağzından. Ayaklardaki spor ayakkabı, bacakları örten kot pantolon, üşümemek için giyilen spor ceket ve yüksek koruma faktörlü güneş gözlükleri: hepsinin marka adı altında bir ismi, ama hepsinden önemlisi simgelediği bir yaşam tarzı var. Bir çift Puma başka şey söyler, bir çift kırmızı Manolo Blahnik bambaşka bir şey. Çoktandır sahip olduğumuz nesneler, sağladıkları faydadan çok temsil ettikleri yaşam tarzıyla hayatımızda yer edinmeye başladı. Bu ise sadece “moda kurbanı” terimiyle açıklanabilecek kadar basit değil; altında yatan çok çok fazla katmanlı kimlik/imaj/varoluş kaygılarını da beraberinde getiriyor. Kapitalizmin ekonomik bir sistem olmaktan çok küreselleşme olgusuyla birlikte kol kola girip yaşamımıza soktuğu “dışlanmamak için aynı olma” felsefesiyle bu markalar daha da bir güçlenip bir süre sonra bize, kimliklerimize sahip oluyorlar. Buna karşı çıkmak bile çoğu zaman kendi başına bir markalaşma sürecine girip canavarın midesinde yerini alıyor. Keza Naomi Klein da, No Logo’yu yazmaya başlarken muhtemelen kitabın kendisinin de bir süre sonra marka olacağını düşünmemişti. TOPLUMLARIN ÇÜRÜYEN YANI Marka tutkusu ve imajın tanrısallaştırılması, Bret Easton Ellis’in Glamorama’sının temalarından sadece biri. Bu tutkunun kan kardeşi, şöhret ve para hırsı ise gösteri dünyasının başkentleri New York, Londra ve Paris’te geçen romanın ana motoru. Amerikan Sapığı’nda nasıl bir ahlakçı olduğunu iyi öğrendiğimiz Bret Easton Ellis, Glamorama’da toplumun pırıl pırıl gözüken, ancak içten içe kokuşmuş, çamur bağlamış yanını gözümüze gözümüze sokuyor. Okurun sevmekle nefret etmek arasında gidip geldiği başkarakter Victor Ward, bütün görsel ihtişamının yanı sıra son derece sığ, gününü yaşayan, hatta gün eden, kimin eli kimin cebinde belli olmayan bir grubun içerisinde isim yapmaya çalışan bir erkek model. Ellis’in, Victor’un yaşadığı hızlı hayatı tasvir ederken kullandığı teknik ustaca; okurken adeta siz de Manhattan’da bir partide, içkinin birini bırakıp öbürünü tepeye dikiyorsunuz ve bu kadar sayfayı ben bir gecede nasıl okudum diye şaşırıyorsunuz. Ellis’in ustalığı elbet teknikten ibaret değil; her bir karakter öyle renkli ve canlı kurgulanmış ki, çoğu zaten sinema/müzik/moda dünyasının ünlü isimleri olan karakterlerin başlarından geçenlerin gerçek olup olmadığından şüphe ediyorsunuz. PİSLİK HİÇ BU KADAR IŞILTILI GÖRÜNMEMİŞTİ Tabii ki, söz konusu bir Bret Easton Ellis romanıysa, hayat her zaman bu tarz bir “sex and drugs and rock’n roll” belgeseli olarak kalmıyor. Ellis, Amerikan toplumunun şöhrete ve paraya olan düşkünlüğünü (elbette bunu Amerikan toplumuyla sınırlamak anlamsız olacaktır; günümüz Türkiye’sinde de insanlaKİTAP SAYI “S ? SAYFA 8 CUMHURİYET 854