06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? ilişkiler aleyhine kullanıldı fakat katiyen solcu değildi, çok liberal bir adamdı. Necati Cumalı bir hikâye anlattı: O zaman Cumalı Maarif Vekaleti’nde çalışıyordu ve çoktandır solcu diye biliniyordu. Dedikodular artınca Hasan Âli, mesai bitiminde her akşam Cumalı’ya telefon edermiş, “bekle de beraber çıkalım” dermiş. Bakan onunla bazen Kızılay’a kadar beraber yürürmüş. Böyle yaparak onun yanında olduğunu gösterirmiş. Bunu kim yapar? Tehlike geçti mi, artık onu ayda bir filan görürdü (gülüyor). İNÖNÜHASAN ÂLİ BİRLİKTELİĞİ Sizin göreve başlamanız nasıl oldu? Üniversiteye felsefe hocası olmak istiyordum. Üniversiteyi bitirdim, Türk tebaasına da aldılar. Sabahattin Eyüboğlu beni çağırdı. Şimdi savcıdan bir kâğıt almak lazım, iyi hal kâğıdı. Bunun için araştırma yapıyorlar. Benim kâğıt bir türlü gelmiyor, bir şüpheleri var ki, gecikiyor. Şüphelerinde haklıydılar. Çünkü Rusya’dan bir akrabam gelmişti. Kocasından ayrılmış, çocuklarıyla Beyoğlu’nda Suriye Pasajı’nda bir ev tutmuştu. Bu kadın Rus sefaretinde çalışıyordu. Ben de ona gidip geliyordum. Gerçi ben de solcuydum ama antikomünisttim. Çünkü babamı Bolşevikler öldürdü, bunu kitabımda anlattım. Neyse o zaman Eyüboğlu, Hasan li’ye gidiyor ve benim tam aradıkları adam olduğumu söylüyor. Halbuki o devirde memuriyete katiyen gayrimüslim alınmıyor. Ama Hasan li beni işe aldı. Fakat o bunu izah etmek için çok güzel bir şey buldu: 16. yüzyılda Rönesans yaşanırken Yunanca unutulmuştu. Kimse Aristoteles’i filan okuyamıyordu, bilmiyordu. Ama bunların hepsi çok önceden Arapça’ya çevrilmişti. O zamanki Araplar bugünküler gibi değildi. Yunan klasiklerini Arapça’dan kim çevirdi? Yahudiler! Çünkü Yahudiler Arapça biliyordu. Yunan klasikleri Arapça’dan Latince’ye Yahudiler sayesinde çevrilmişti. Hasan Âli yalnız beni değil, eşim Dora’yı ve bir süre sonra baldızım Bella’yı da işe aldı. Tenkitlere karşı Hasan Âli şöyle diyordu: “Türkiye Rönesansa gidiyor. Bu iş Yahudisiz olamaz” (gülüyor). Bella’nın işe alınması da olay olmuştu, hatta konu İnönü’ye kadar çıkmıştı. Şimdi Hakkı Tonguç Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde İngilizce, Fransızca, Almanca öğretiyordu ama çocuklar kiminle konuşacak, pratik yapmaları lazım. O zaman Eyüboğlu bizim Bella’yı tavsiye ediyor. Gerçi Bella geometriden kaldığı için liseyi bitirememişti ama dörtbeş dili mükemmel okuyor, konuşuyordu. İnönü’ye sormuşlar, kızı anlatmışlar, İnönü “ne bekliyorsunuz” demiş. İnönü ile Hasan Âli bir iş yapmaya karar vermişlerdi ve başarı için ne lazımsa yapmak üzere aralarında tam bir mutabakat kurulmuştu. Hümanizmadan geçmemiş, Rönesansı yaşamamış olan Türkler, Tercüme Bürosu’nun amacıyla buluşabildi mi? Bugün bakınca bir “Türk Hümanizması” vardır diyebilir misiniz? Olabilirdi ama maalesef olmadı. Proje sonuna kadar götürülemedi. CUMHURİYET KİTAP SAYI Bizim çıkardığımız kitapları sadece köy enstitüsü öğrencileri okudu, şehirli çocuklarsa o kadar önemsemiyorlardı. Ama Tercüme Bürosu’nun şöyle bir faydası oldu; bilimsel, kusursuz, kesintisiz çeviri seviyesini getirdi yayın dünyasına. Bir model oldu Tercüme Bürosu. Ayrıca bir de Tercüme Dergisi çıkarıyorduk. Bunda da çeviremediğimiz büyük eserlerden seçilmiş bölümler çevrilerek okurun o eser hakkında bir fikir edinmesi amaçlanıyordu. Yine bu dergide yabancı dergilerden çeviriler bölümü de vardı. ORHAN VELİ’NİN ÖLÜMÜ Hasan Âli Yücel harcanıp da yerine Reşat Şemsettin Sirer bakan olunca çoğunuz istifa ettiniz, Orhan Veli de. Ama onun istifası biraz başka türlü olmuş... Ben orada yoktum (gülüyor), Necati Cumalı’dan dinlemiştim; Orhan Veli iki şişe şarap alıp Neşriyat Bürosu’na gelmiş, şişeleri açmış, her yere gezdirerek dökmeye başlamış. Bütün ofis bir anda şaraphane gibi kokmaya başlamış. Onun Tercüme Bürosu’ndan istifası böyle olmuş. Sırası geldi söylemeliyim, Orhan Veli’yi Sirer öldürdü diyebilirim. Çünkü çalışıyordu, bir amacı vardı. Çalıştığı için hayatı düzene girmişti. Eline para da geçiyordu. Ama iş bozulunca Orhan Veli tam mânâsıyla dağıldı. Daha çok içmeye başladı. Biliyorum çalışsaydı ölmezdi, aynı senede doğduk, aynı üniversiteye gittik, benim baldıza âşıktı, çok ahbaptık. Yaprak diye bir dergi çıkarması da bu yüzden, biraz onu Çeviri Dergisi yerine, onun boşluğunu doldurmak için çıkardı. Onun için de çok çalıştı, ama para kazanamayınca yürütemedi. Yaprak’ta yine aynı kişiler vardı, bir de Mahmut Dikerdem katılmıştı yeni olarak aralarına. Daha solcu olmuştu bu dönem, hem korkuyor, hem yazıyordu. Hindistan’daki İngiliz aydınlarının halka tepeden bakan tavrıyla, Tercüme Bürosu’ndaki Cumhuriyet aydınlarının tavrı arasında bir benzerlik kurulabilir mi? Yok, sanmıyorum, belki Fransız sömürgecileriyle benzerlik kurulabilir (gülüyor). Hayır, hayır, Sabahattin Eyüboğlu’nun kendisi Anadolu çocuğuydu, hep Anadolu’yu düşünüyordu. Köy Enstitülerine çok önem veriyordu. Ataç ise tam tersi, İstanbullu. Köy Enstitülerine o kadar önem vermezdi. Son soru; Orhan Veli’nin kardeşi Adnan Veli de sizin gibi casuslukla suçlanmış, hatta “İtalyan casusu” diye hapis de yatmış. Orhan Veli size bu olayın gerçek yüzünü hiç anlatmış mıydı? Ben devlet tarafından açıkça casuslukla itham edilmedim ama öyle bir zan altında kaldım. Adnan Veli’nin casusluğuna gelince, bunu Orhan’ın ağzından hiç işitmedim. O zaten hiç konuşmazdı. Kendisini hiç anlatmazdı. Adnan’ın hikâyesini çok sonra Melih Cevdet Anday’dan duydum. Ama ayrıntıları o da bilmiyordu. Galiba sevdiği kadın İtalyan casusuymuş. ? Erol Güney fotoğrafı: Özgür Gürleyen 854 SAYFA 11
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle