06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Tarih kendi küllerinden doğar’ derler. Bu sözü herhalde öncelikle Sümerlerin o büyük tarihi doğruluyor; tabii aynı şekilde ‘Hiçbir uygarlık sonsuzca devam edemez’ sözünü de... Sümerlerin ilkel komünal toplumundan, tüm olumlu ve olumsuz yanlarıyla bir sınıf, daha doğrusu bir konum devletine” dönüşüm yaşanacaktır. CENNET’İN KAYNAĞI DA SÜMERLER Daha sonra tektanrıcı dinlerin elinde gökyüzüne çıkarılıp insanlığın kullaştırılmasının aracı kılınacak olan cennetin, gerçekte daha iyi bir dünya özlemi olarak Sümer'deki yansıması ile karşılaşacağız. Hastalık ve ölümün olmadığı, doğumların ağrısız ve zahmetsiz gerçekleştiği, aslanın öldürmediği, kurdun kuzuyu parçalamadığı, acı ve matemden kimsenin haberdar olmadığı bir cennet bilincinin ilk olarak Sümerlerde görülmesi ilginç bir bilgi olarak karşımıza çıkıyor. Coğrafi olarak İran körfezinde bulunan bugünkü Bahreyn adasını işaret eden bu yer Tilmun'dur. Bu cennet bilincinin kaynağı ise dönüşüme uğrayan siyasal ve sosyal geçmişe duyulan özlemdir. “Özel mülkiyet ve kişisel güç peşinde koşmaya başlamakla birlikte, acımasızlıklar, sertlikler ve kavgalar da başlamış ve bunlar savaşlarla dolu 3. bin yıla ait pek çok çiviyazısı belgeye yansımıştır. Barışın ve refahın hüküm sürdüğü, her şeyin tanrıların elinde olduğu kayıp bin yıla duyulan özlem ise, mitos kanalıyla canlılığını korumaya devam etmiştir. Kramer'in çevirdiği bir belge, mutlu ve barış dolu geçmiş düşüyle ilgili bize bilgi verir: “Çok uzun zaman önce yılan yoktu Akrep yoktu Sırtlan yoktu, aslan yoktu Vahşi köpek yoktu, kurt yoktu Korku yoktu, dehşet yok İnsanın rakibi yoktu” Özetle “barış, huzur ve düzen için her zaman ortaya konulan arzu ilk kez buradan sesini duyurarak, dünya literatürüne girmiştir. Bu insanlığın kaybettiği cennetiyle ilgili sonsuz düşünü dile getirişidir” (s.45) Erdoğan AYDIN Kritik Ç ok değil, bundan yüz elli, iki yüzyıl öncesine kadar tarihin nerede başladığı sorusu çok da anlamlı değildi. Çünkü Batı'nın Roma'sı ve Yunan'ı, Doğu'nun ise Adem Baba'sı, İbrahim'i, Musa'sı ile kutsal itikad ve söylenceleri vardı. Yani “kalu belâ'dan beri” diye başlayan tanımlamalar yeterli görülüyordu. Ne zamanki arkeoloji iğne ucuyla toprağı kazımaya başlayarak bilinenin öncesine dair maddi verileri elde etmeye başladı, “kazın ayağı”nın öyle olmadığı da ortaya çıkmaya başladı. İğnenin ucu toprağı daha derinden eşeledikçe, o güne kadar edinilmiş ezberler de yavaş yavaş bozuldu. Kuşkusuz alınması gereken daha epeyce uzun bir yol vardı, ama artık insanlık tarihine bakış köklü olarak değişmişti. Büyük bir merak ve binbir emekle sürdürülen çalışmalar hem hayata bakış açısını değiştirmişti hem de farklı bilimsel disiplinlerin ortaya çıkışı ve işbirliğiyle bilgilerimiz çoğalıyordu. Toprak, her şeye rağmen binlerce yıl öncesinde yaşamış toplumlara ait verileri özenle korumuştu. Hititler, Akatlar, Sümerler, vb. medeniyet tarihinin bilinmeyen ilkleri, toprağın bu özverisi ve bilim insanlarının büyük çabası sayesinde tarihsel miraslarını günümüze aktarmaya başladı. Böylece insanlık maceramızın evveliyatını ve tabii her üç tektanrıcı dinin o güne kadar göksel sandığımız kaynaklarının gerçekte dünyevi ve Tarih nerede başladı? tarihsel olduğunu bir bir öğrenmeye başladık. Kuşkusuz bu uygarlıkların en eski ve en gelişmiş olanı Sümerlerdi. Yani bilginlerin haklı olarak ifade ettikleri gibi, onlar “tarihin başlangıcındaki bir halk” idi. Gelişmiş bir uygarlığın bilinen ilk kurucularıydı Sümerler. Araştırmalar ilerleyip yeni bilgiler elde edildikçe, bu uygarlıkla ilgili yüzlerce araştırma yayınlandı. Türkçe'de de, henüz yetersiz olmakla birlikte, konuya ilişkin pek çok kitap yayınlandı. Pek çok çiviyazısı tabletin tercümesini borçlu olduğumuz Amerikalı Sümerolog Samuel N. Kramer'in ve tabii Muazzez İlmiye Çığ'ın kitaplarını bu noktada özellikle anmak gerek. Son olarak yayınlanan Alman sanat tarihçisi Helmut Uhlıg'in “Tarihin Başlangıcında Bir Halk, Sümerler” adlı kitap ise (Telos Yayıncılık, Nisan 2006, Çev. Nilgün Ersoy) bu çok önemli konuya ilişkin bilgi ufkumuzu daha da genişletiyor. KUTSAL KİTAPLARIN KAYNAĞI Helmut Uhlıg bu kitabında, Doğu'da (Mezopotomya'da) kurulmuş bu büyük uygarlığın, Sümerlerin, mimariden ticarete, sosyal yaşamdan devlet örgütlenmesine, yazının bulunuşundan beslenme alışkanlıklarına ve tanrıtanrıça kültlerine kadar, insanlığa bıraktığı tarihsel, kültürel mirası inceliyor. Kitabına, “kuzey yerküremizin 30. ve 130. boylamları arasındaki yani Nil'den Çin Denizi'ne kadar uzanan bölgede, İsa'dan önceki 8. binyıldan 4. bin yıla kadar yaşamışların bir film kamerasıyla ve hızlı çekimle kaydedilmiş olduğunu hayal edelim” diye başlayan Uhlıg, Sümerleri gerçekten de bir film izletir gibi 10 bin yıl sonrası bize getiriyor. Bu izlekte çoğu zaman şaşırarak görürüz ki, Sümer mitolojisi kutsal kitapların ilk kaynaklarını oluşturmaktadır. Bu bağlamda “tufan” hikâyesinden, insanın topraktan yaratılışına, sepette nehre bırakılan Musa masalının binlerce yıl önceki ilk versiyonundan, Eski Ahit'teki Habil ile Kabil öyküsünün, Sümer'in kadın tanrıçası İnanna için kavga eden Dumuzi ve Enkimdu versiyonuna kadar pek çok dinsel öyküyü de doğrudan Sümer kaynaklarından okuma şansına sahip oluruz. SÜMERLERİN BİZE ÖĞRETTİĞİ “Tarih kendi küllerinden doğar” derler. Bu sözü herhalde öncelikle Sümerlerin o büyük tarihi doğruluyor; tabii aynı şekilde “hiçbir uygarlık sonsuzca devam edemez” sözünü de... Diğer medeniyetler gibi Mezopotomya'nın o muhteşem uygarlığı da zamanla güçten düşüyor, zayıflıyor ve nihayetinde yerini yeni medeniyetlere bırakarak yıkılıyor. Bunu hüzünlü dizelerine konu etmekse Sümerli şairlere ve yazıcılara düşüyor. İşte bu yazıcılardan kalan belgeler, Sümerlerin yıkılışından binlerce yıl sonra bile, Sümerlerin uygarlık tarihine devasa katkılarını öğretmekte, bilginin ve hukukun kaynaklarını gökte değil yeryüzünde, en büyük yaratıcı olan insanda aramamız gerektiğini göstermektedir. Sümerlerin aydınlanma öncesi mirasçıları olan Anadolu'nun sonraki bilgelerinin de ifade ettiği gibi; “Hararet nardadır sacda değildir Keramet baştadır tacda değildir Her ne ararsan kendinde ara Kudüs'te Mekke'de Hac'da değildir” Helmut Uhlıg'in “Tarihin Başlangıcında Bir Halk, Sümerler” adlı kitabı, işte bu yüz akı insanlık mirasının özgün ve yeni belgesini sunmaktadır. Uygarlığa beşiklik etmiş Niş, Urug, Erudu gibi Sümer kentlerinin yeraldığı bir coğrafya günümüzde ne yazık ki ilkelliğin ve barbarlığın egemenliğinde can çekişmektedir. “Tarihin trajedisi” denilen şey tam da bu olsa gerek. Öyle görünüyor ki tarihten öğrenmek için, arkeologlar iğneyle kuyu kazmaya, sanat tarihçileri küçücük bir seramik parçasının peşinden koşarak tarihi aydınlatmaya devam edecek ve biz bu bilimsel çabalar sayesinde uygarlık tarihine ilişkin daha çok bilgiler edineceğiz. Bu bilgilerin dünyayı cennete çevirmek sorumluluğu yüklediğini anımsamak ise bizlerin feraseti ve insan olma erdemine düşmektedir. ? KİTAP SAYI 854 TEOKRATİK SOSYALİZM Sümer bulguları bilim insanları arasında ilginç tartışmaları da kışkırtır: Örneğin Moortgat, “Sümer toplum yaşamına ilişkin olarak din bağlantılı erken sosyalizm” teorisini geliştirirken, Amerikalı Sümerolog T. Jacobsen, 'Sümer şehir devletindeki siyasal gücün, özgür ve yetişkin tüm insanların katılımıyla' biçimlenen 'ilkel demokrasi' olduğu teorisini geliştirir. Uhlıg ise, Sümer toplumunda kurumlaşan devlet karşısında itaatin en büyük 'erdem' haline getirildiği gerçeğinden hareketle bu demokrasi teorisini 'kanıtsız' ve 'fazlasıyla Amerikanvari' bir tez olarak eleştirir. Gerçekten de Sümer Rahip Devletinde özel mülkiyet yoktur ve bu anlamda ilkel bir sosyalizmden söz edilebilir. Ama tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan rahiplerin denetimindeki bu 'sosyalizm' ciddi sorunlarla da maluldür. Bu noktada “erken çağın sosyalist topluluğu üzerine düşünürken aklımıza hemen Marksist tarih teorisi gelse de, erken Sümer şehir devleti bugün sosyalizm olarak bildiğimiz sistemden oldukça farklıdır. Sümer sosyalizmi, Marksist tarihçilerin tarif ettikleri gibi, ne tarih öncesi sahipsiz bir güruhun ilkel komünizmi ne de sınıfsız bir topluluktu” (s.44) Uhlig'in irdelediği bu mülkiyetsiz rahip yönetimli dönem, MÖ 4. bin yıldan 3. bin yıla geçerken kayırma ve özel mülkiyet tutkusuyla değişime uğrayacak, “erken SAYFA 20 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle