08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Eugene Shoulgin’le Türkçedeki kitaplarını konuştuk Norveçli bir yazardan yabancı olmayan anılar Eugene Schoulgin’in kitapları yakın zamanda arka arkaya Türkçe’de de yayımlandı. Ülkesi Norveç’te çok sevilen ‘Federico Federico’ adlı romanının ardılı olan, ‘Anılarımda Mirella’ ve ‘Gerçek Anlar’ üçlemesi, edebiyatımıza kuzey esintileri getirirken, farklı bir açılımla BatıDoğu ve KuzeyGüney karşıtlığının da arka planda yer verildiği metinlerden oluşuyor. Roman kahramanı Frederico’nun İkinci Dünya Savaşı sonrasından günümüze dek süren çocukluk, ilk gençlik, yetişkinlik anlarının hayatla hesaplaşması, edebi yollardan, imgesel çağrışımlardan, şiirsel gerçekliklerden geçerek yol alıyor nehirsel bir akışla. Kendisi de, bir süredir yarı zamanlı Türkiye’de yaşıyor. Yıllarca Pen’in Hapisteki Yazarlar Komitesi başkanlığını sürdüren Yazar, doğaldır ki ülkemizle de bu nedenle tanışmış durumda. Kendisiyle Ankara Öykü Günleri’nde karşılaştık. Konuşmalarımız sırasında ülkemize hiç de yabancı olmadığını öğrenirken, daha sonra yayımlanmış romanlarını okudum. Ardından da bir gün, edebiyat ve hayat üstüne konuştuk biraz. Belki bu yüzden sık sık anımsamalar ve geri dönüşler ve düşler iç içe geçiyor...İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Floransa’da geçen hikayede, Norveçli bir çocuğun ve sonrasında bir gencin gözünden yaşananlardan geriye kalan izler anlatılıyor. Ancak öylesine güzel betimlemeler, öylesine düşsel gelgitler içeriyor ki...Kurmaca duygusunu yani bir bakıma, edebiyat tadını hep duyumsuyoruz okurken. Kurmaca ve gerçek arasındaki ilişkiyi nasıl hissediyorsunuz yazarken? Federico üçlemesinde, kendimden bir kol boyu uzakta duruyorum. Ama oradayım ve belki de başkaları bunu benden daha kolay fark edebiliyorlar. Böylesi de doğal bir savunma mekanizması olmalı. Zaten yazı yazmak soyunmak değil midir bir bakıma, en azından yazdıklarınızın okuyucu için – ve yazar için – bir anlamı olacaksa...Kitaplarımda olayları yerleştirirken her zaman tanıdığım mekanları, coğrafyayı kullanırım. Gerçekçi olmak bir şeydir, ama içtenlik başka bir şey, bunu hiçbir yerden ödünç alamam. Anılarımda Mirella’da ve FedericoFederico’da anlattığım aile benim kendi ailem değil – ve aynı zamanda da kendi ailem. Gerçek Anlar’daki dostlarla asla karşılaşmadım ama o geziye çıktım ve oradaki düşüncelerden birçoğunu düşündüm. Bu karakteristik özelliklerden çok kitabın atmosferinde yatan bir şey. Kitaplarımda yalnızca bir anahtar figür var ama bu kişinin de kim olduğunu açığa vurmayı düşünmüyorum. ken Kuzeyli bir bakışla Güneyi anlamlandırıyorsunuz. Sözgelimi, Norveçli çocuğun sokak arkadaşları, savaş sonrasının yoksulluğunu, bu yoksunluğun verdiği ezici baskıyı, çeteleşerek oyuna çeviren gözü pek, hırçın biraz da yeraltı çocukları...Norveçli çocuğun deyişiyle “Vahşiler”...belki bu anlamda, Batı dünyasının öğretilmiş Kızılderili (yerliler) simgesi de ağır basıyor.... Gerçek Anlarda’ysa özellikle Frunze deneyiminin yaşandığı bölümde, Batılı bir yaklaşımla Doğu’yu “yabancılayan” bir ortam egemenleşiyor. Federico’nun, Frunze’deki yaşadıkları...Küçük Federico’nun Floransada’ki “Vahşilerle” olan deneyimine paralel sanki. İki anlatı arasında bir ilişki oluşturmak mümkün mü sizce? Evet... FirenzeFrunze’den söz etmenize sevindim. Bu anahtarı ilk bulan siz oldunuz aslında. Yazı yazarken teorilerle, bulmacalarla ya da politikayla uğraşmam ben. Zekâ sergilemekten, yaşamın koşullarını göstermek için metni kullanmaktan kaçınmaya çalışırım. Ancak yazdığım bölümleri bitirip karşıma aldığım zaman ne tür çizgiler çizmiş olduğumu görürüm. İnsanın ne yaptığını görmesi için biraz ressamlar gibi yapması, tuvalden birkaç adım uzaklaşması gerekir. ? Yasemin YAZICI ürkçe’de üç romanınız yayımlandı. Özyaşamöykünüzü okuduğumda, romanlarınızla benzerlik taşıdığını düşündüm. Özyaşamsal romanlar diyebilir miyiz yazdıklarınıza? Aslında, benim kitaplarım hiçbir zaman otobiyografik değiller ama yine de kendi etimden ve kanımdan ödünç alıyorum. Ailemden çalıyorum, hatta dostlarımın güvenini kötüye kullanıyorum, gördüklerimi emiyorum, duyduklarımı biriktiriyorum, kokladıklarımı depoluyorum, hatırladıklarımı dönüştürüyorum. Yaşamımda başımdan geçen her şeyin metinlerimde az çok değiştirilmiş bir biçimde ortaya çıkma riski var böylece. Kısaca söylersek ben son derece normal bir yazarım sonuçta. SAYFA 4 T Bilirsiniz belki, Calderon “Yaşam bir rüyadır” diye bir roman yazdı, benim için de edebiyat ve gerçeklik arasındaki ayrım kurgudur. Gül, bir güldür ki o da bir güldür, yazıyor Gertrude Stern. Evet, işte öyle bir şey. Kitaplarım oldukça gerçekçiler bu yüzden doğrusal değiller. İnsan yaşamında çok az şey A’dan B’ye olan uzaklığı sağa sola sapmadan geçmeyi başarabilir. İnsanın kafasına üşüşen, onu duygulandıran ya da koruyucu ya da dayanılmaz bir yorgan gibi üzerine çöken anılar bu dokuyu, gündelik yaşamımızı ve eylemlerimizin iskeletini dolduran bu eti oluştururlar. Şöyle denebilir. Hatırlıyorum – öyleyse varım! Yaşamı, yazı yazarken, trende otururken, yemek satın alırken, tartışırken ya da banyo yaparken olduğundan daha güçlü ve daha yoğun hissediyorum. Biraz da, Bach dinlerken ya da sevişirken hissettiklerime benziyor denilebilir. Öte yandan, Federico Federico ve Anılarımda Mirella’da savaş ve yabancı olmak sorunsalına değinirEugene Shoulgin’in Türkçe’deki kitapları; Federico Federico (Roman) Anılarımda Mirella(Roman) Gerçek Anlar(Roman)/İthaki Yayınları FARKLI YERDEN BAKMAK Yazılanla yazar arasındaki o öznel mesafeden söz ediyorsunuz sanırım... Öyle evet. Sözgelimi, Federico hakkında yazacağım zaman başlangıçta aklımda Gerçek Anlar vardı. Çok geçmeden anladım ki benim istediğim çok daha fazlasıydı. Ben kendi neslimin romanını yazmak istiyordum. Bununla birlikte çok fazla şey geldi. Kitaplarımı bir yaşamı oluşturan her şeyle doldurmak istiyorum aslında. Burada elbette kendi deneyimlerimi kullandım, kişileri ve olayları bunlardan yarattım. Anlattığım haydutlarla ne yazık ki hiç karşılaşmamış olsam da savaş sonrası İtalya’yı ben kendi gözlerimle gördüm. FedericoFederico’daki Richardo benim asla sahip olmadığım bir sevgili dost. Zingoni pansiyonundaki kişiler oradaydılar ama kuzeyden gelen ürkek, ufacık oğlanın, büyük olasılıkla birçoğu öldükten sonra onları ne için kullanacağından haberleri bile yoktu. Kuzeyli bakış açısına gelince, doğal ki, benim bir yazar olarak durduğum yer Norveç. Bu durum yanında pek çok şeyi getiriyor. Dünyaya farklı yerlerden bakıyor olmam Norveçli okurlarıma başka kültürlere nasıl baktıklarını göstermeyi önemsemediğim anlamına gelmiyor tabii. Kendimi daha yüksek gördüğüm anlamına gelmiyor öte yandan. Örneğin Türklerin de biz İskandinavlar hakkında çok ilginç görüşleri var. Öteki yandan bakıldığında biz hepimiz Kızılderilileriz değil mi? Eğer FirenzeFrunze konusuna girecek olursam, ki bunun için bütün romanı çözmem gerekir. Çok kısaca diyebilirim ki Federico, ipi kopuncaya kadar zorlayan bir adam. Onun için bu ip çocukluğunun Firenze’sine bağlanmış ve Frunze’de kopuyor. Düğümü İsveç’le Norveç’in arasındaki sınır dağlarına atıyor. Evet, Düşsel geçişler, gerçek ile gerçekliğin arasındaki ince sınırlar anlatımınızdaki görsel betimlemelerle şiirselleşiyor. Bu daha çok sinemasal canlandırmaya çok yakın. Görsel ama kolaycı olmayan, doğru açılardan çekilmiş, ışığı, dekoru özenli çok çağdaş bir anlatım yüklü. Böylesi bir arka plan kurma yetinizde, sanırım ünlü bir ressam olan ba ? KİTAP SAYI 877 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle