08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? araçları başarıyla kullanabiliyor. Ayrıca, BP’in karakter haritası zengin, izleği de okuyucunun ilgisini koruyabilecek bir yetkinlikte. Yazarın dili kullanma becerisi üzerinde konuşmak zor. Çünkü, BP çeviri bir metin. Her ne kadar, çeviri metnin son hali üzerinde yazar da çevirmenle birlikte çalışmış olsa da, yapıt dünyaya İngilizce gelmiş. Bu dilin duyarlılıklarını, yapısal özelliklerini, geleneklerini hatta ideolojik kodlarını taşımadan edemez. Bu aşamada en fazla çevirmeninin başarısını vurgulayabiliriz. Bunun da azımsanacak bir şey olmadığını saptamadan geçmeyelim. BP, okuyucusunu entelektüel, hatta ahlaki sorunlar açısından çok fazla zorlamıyor. Açıkçası çok fazla bir sadakat gerekmiyor BP’yi bitirmek için. Kitabın bölümleri kendi başına var olabilecek biçimde tasarlanmış, her birinin, kendi özgün bir havayla (‘mood’) ve tarzla başlıyor olması da okumayı kolaylaştırıyor. “Kuru Kayısı” bölümü, özellikle ilginç; diğer bölümlere göre ayrı bir estetik yoğunluğa sahip. Bu başarıda, bölümün, Dylan Thomas’ın Under Milk Wood adlı yapıtının giriş bölümündeki ruh hali ve araçlar kullanılarak tasarlanmış ve inşa edilmiş olmasının büyük katkısı var. hin nesneler yoluyla odalarda (“içerilerde”) temsil edilen izlerini, Atlantiğin öte yakasındaki Ermeni diasporası içinde de bulabiliyoruz. BP’de, orta sınıf “içerilerinin”, soğukluğu, boğucu kapalılığı, küf kokan ahlakçılığından ise eser yok. Biz romanı her aşamada bu imajların pamuklarına sarılarak, adeta eter gibi ağır havasını koklayarak rehavet, bundan doğan hazlar içinde izlemeye davet ediliyoruz. Orhan Pamuk’un, “karakterlerini hiç sevmeyen tanrı” yazarına karşılık, Elif Şafak’ın karakterlerini fazlaca sevdiği, adeta onlarla bizi yüz göz edecek kadar yakın ilişkilere zorladığı söylenebilir. Cumhuriyet en az iki kez daha mahkum edilir BP’de. Birincisi bayrak satarak zengin olanlar, ikincisi de Cafe Kundera’dakilerin “anlamsızlığı” bağlamında. Sakın, aslında olmaması gereken, olması bir anomali, hata olarak görülen ve keşke silebilseydik/öldürebilseydik diye düşünülen “Baba”, Ilımlı İslam’ın nefret nesnesi, ‘Cumhuriyet’ olmasın? Orta sınıf duyarlılıklarının olmayan dünyası Kolay ve ‘hazla’ okunabilirliğinin kaynağında, BP’in içinde yaratılan, orta sınıf duyarlılıklarına, istikrar, süreklilik ve “tarihsel kökler” özlemlerine hitabeden simgelerle kurulmuş ortamlar var: Bu duyarlıkların beğenilerine uygun nesnelerle tıka basa doldurulmuş odalar, mutfaklar, geleneksel yemeklerle bezenmiş masalarda yenen akşam yemekleri, ilk gördüğünüzde belki önemsemeyeceğiniz ama, aslında piyano çalan ve neredeyse aristokrat bir yaşlı nine, yıllar geçse de dış dünyadan etkilenmeden var olabilen bir konak yaşamı… Belli bir zaman ve mekânda var olan değil, “ah keşke böyle olsa” diyerek özlemle ve özenle, biraz da “Old curiosity shop” kartpostalları örnek alınarak düşlenmiş, bir realite karşısında olduğunuzu düşünüyorsunuz ister istemez. Dahası bu realite bize, son yıllarda, özellikle de 1980’den sonra, Türkiye’de neoliberal dönemin, çok uluslu kapitalizmin ürünü, gittikçe daha çok yabancı dilden sözcüklerle konuşan, ama 2000’den bu yana aşınmaya başlayan orta sınıfın, ruh halini oluşturan ılımlı İslam ideolojisinin düşünsel dünyasının bileşenleriyle, toplum projesinin savlarıyla boyanarak, yumuşatılarak, ısıtılarak sunuluyor. Bu eski konakta, üç kuşak kadın, cinleriyle konuşan bir teyze, Kemalist, tatminsiz, bu yüzden otoriter bir teyze, “özgür kadın” anne birlikte ve uyum içinde, Asya gibi nihilist anarşist ve büyük olasılıkla “junky” bir kızı bile fazla sorun etmeden, krize yol açmadan yaşayabiliyor. Bu bağlamda BP’in okuyucudan, bu radikal olarak farklı öznelliklerin (ve ait oldukları realitelerin) bir arada parçalı bir biçimde, bir bütün oluşturmadan ama, şizofrenik bir kâbusa dönüşmeden, var olabileceğini, bunun nasıl gerçekleşebileceğine ilişkin hiç bir açıklamaya gerek duymadan kabul etmesini istiyor. Benzer bir orta sınıf ortamını, onun aile yaşamının sözde sıcaklığını, tariCUMHURİYET KİTAP SAYI Öteki “Öteki”, BP’in önemli temalarından biri. Bu, farklı olanların birbirlerinin farklarını kabul ederek yaşamaları gerektiğine ilişkin saptamanın, yine bize sahte bir “iyimserliğe” davet ettiği söylenebilir. Gerçekte ‘öteki’, her öznellik toplumsal olarak yapılandırılmış olduğu için, gerçekte bir ‘birey’ değil, toplumsal gerçeklik, “sembolik sistem” ya da “büyük öteki” tarafından içi doldurulmuş bir öznedir. Kapitalistişçi, sömürgecisömüren, BatılıDoğulu, ezenezilen, ErmeniTürk, kadınerkek vb... Bunları bu parçalanmışlık içinde, siyasi ekonomik kriz ortamında, bir arada, barış içinde acaba ne yaşatabilir? BP’in önemli unsuru da “Babanın yokluğu” temasıdır [8]. İyi, kabul edilebilir babalar ölmüş, “müstehcen” (tecavüzcü) baba da ölecektir. Ama ilginçtir, ötekinin tekilliğini, “büyük ötekinin yokluğunu” ve realitenin (anlamlar sisteminin) parçalanmışlığını, bir postmodern romanla karşı karşıya olduğumuzu varsayarak, kabul etmeye hazırlanırken, aslında bir, hatta birden fazla “baba”nın olduğunun ayırdına varmaya başlıyoruz. En az iki “Baba”, ya da anlamlar sistemiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Bunlardan biri, Ilımlı İslam, diğeri de Ermeni sorununa ilişkin bir tarih yorumu. Örneğin, BP’in, Postmodern roman tarzından, parçalamaya başladığı evreni sonunda bütünleştirerek, barıştırarak ayrıldığını (kaçtığını?) görüyoruz. Üstelik bu BP’in tek sadakatsizliği de değil. Roman, tanrının verdiğiyle (yağmurla) bir tartışma içinde ve bir “müstehcen babanın” verdiğinden kurtulma (kürtaj) niyetiyle başlar. Romanın sonuna geldiğimizde, “müstehcen baba ölmüş”, düzen kurulmuş, bu nedenle de artık, başlangıçta kaos ve huzursuzluk getiren yağmur, bu kez huzur ve dinginlik getirmektedir. Burada ister istemez aklınıza David Harvey’in “Postmodern theological project” dediği durum ve bunun Ilımlı İslam’la akrabalığı gelir: “Aklın gücünü yadsımadan tanrının hakikatini yeniden olumlamak” [9]. Diğer taraftan, BP, okuyucudan “ötekine” göstermesini beklediği anlayışı, göstermeye niyetli de değil. BP’in olumladığı anlamlar sistemine uymayanlar için örneğin Asya için, yazarın layık gördüğü en önemli özellik nihilizmdir, pasif bir nihilizm. İkincisi Asya, ne babasını ne de geçmişini bilmek istememektedir. Bu da “acaba, BP, Ermeni sorununa ilişkin tartışmayı, modern Cumhuriyetin mahkum edilmesine doğru mu evrimleştirmek istiyor?” sorusunu gündeme getirir. Modern 877 Estetik yöneticilik Gerek orta sınıf “içerilerini” kurarken bir araya getirdiği objelerle, gerek sık sık yarattığı rehavet ortamıyla, gerekse de artık günümüz orta sınıf mitolojilerinin, fantezilerinin (mekânlar ve kültürler arası uzaklıkları eriten, diyaloglara olanak sağlayan, ötekini tanımanın yeni bir aracı olduğu, en önemlisi siyasal devrimi gereksinimini ortadan kaldırdığı varsayılan teknolojik devrim) kaynağı İnternet ve cep telefonu aracılığıyla yaratılan “chat room”larla, BP karşımıza başarılı bir “estetik yöneticilik” örneği olarak çıkıyor. BP, bizi, kapağındaki resimle erotik bir deney, en az dört tartışma, eleştiri alanı vaat ediyor. BP’nin bu vaatlerini yerine getirebildiği söylenemez[10]. Birincisi, BP verili orta sınıf beğenilerini eleştirmek, ‘klişeleri’ yıkmak, en azından “üzerini açmak” yerine pekiştiriyor. Bence BP “kitch”e en çok bu “içerileri” betimlerken yaklaşıyor. BP daha baştan bize, “ben şimdi sizin huzur alanınıza gireceğim, sarsacağım, tarihle yüzleştireceğim, ‘yüce’ olanla ‘müstehcen’ olanı yan yana getireceğim, skandallar yaratacağım” gibi bir edayla başlıyor. Ancak, roman ilerledikçe Ermeni sorunuyla ilgili tartışmanın giderek “orta yola” yerleşmeye başladığını, nihayet “iki taraf da değişmelidir” gibi bir bayağılıkla sonuçlandığını görüyoruz. Ya derken, ülkenin AvantGarde’ının sahte milliyetçilerden, alkolik ve sadakatsiz karikatüristlerden, yeteneksiz şairlerden, nihilist, şaşkın kızlardan oluştuğunu, tam anlamıyla bir varoluşçu çıkmazda, anlamsızlıkta (Cafe Kundera) çürüdüğünü öğreniyor, orta sınıf önyargılarının bir kez daha pekiştirildiğine şahit oluyoruz. Bir kadının aykırılığı ise, mini etek giymeye, bolca makyaj yapmaya, dövmecilik gibi “garip” bir işle uğraşmaya, aykırılık olasılığının orta sınıf eksantrikliğine hapsedildiğini görüyoruz. Konaktaki değişmezlik sayesinde zaman, durdurulduktan sonra, gelecek zaman, her türlü etnik ve dini farklılıkların bir arada yaşamayı başarabileceğini (sınıf çelişkileri, uluslararası jeopolitiğin dinamikleri tümüyle göz ardı edilerek) kanıtlayan sıcak fantezi dünyasına dönüştürülüyor. Yazarın, Amerika’dan gelen kıza, Amerikalı, “ötekine” göstermek istediği Türkiye de sanırım bu. Kitabın sonunda, tecavüzcü cezasını bulmuş, çok kültürlü ve dingin bir aşk zaferini ilan etmiş, insanın içini ısıtmak için, alet çantasında ne kadar araç varsa harekete geçirilmiş, okuyucu biraz hüzünlü, biraz da rahatlamış bir ruh halinde romanı terk etmeye, günlük yaşamına dönmeye hazır hale getirilmiştir. Bir karşı çıkış, “havasının” olduğu şeyler ise egemen düşünce sistemi ve “statüko” değil, bu gün bu statükoya uyum sağlayamayan, hâlâ direnmeye çalışan, biçimlerdir. Böylece BP’in, neoliberalizm üzerinde oluşan düzeni, ona eklemlenen ılımlı İslam projesini ve Osmanlı özlemini pekiştirdiği, sistemin bir ideolojik aygıtı olarak işlediği görülüyor. Baba ve Piç, yaptığı her hamlede, yarı yoldan dönmüş, anaakıma yerleşmeyi, onun sıcaklığını yaşam alanı edinmeyi seçmiş bir yapıt… Bizi zıplatan, irkilten, değil, onu okuduğumuz koltuğa biraz daha gevşeyerek, rahatlayarak yerleşmemize yardımcı olan bir çalışma, estetik bir yöneticilik başarısı, Baba ve Piç. Notlar: (1) Elif Şafak, Baba ve Piç, Metis Yayınları, İstanbul, 2005/ 3. basım 2006, 376 sf. (2) “Sanat yapıtı her zaman zor ve haz alınmadan okunan bir üründür” demek istemiyorum. Baba ve Piç’de bu kolaylığı ve haz almayı sağlayan unsurlar, aynı zamanda romanın bir sanat yapıtı olarak başarısızlığını hazırlıyorlar, sorun da burada. (3) Bu kavram Donald Kuspit’e ait(Redeeming Art, Allworth Press, New York, 2000, sf, 134154) ama esas kaynağı için: Bernd Schmitt and Alex Simonson Marketing Aesthetics The Strategic Management of Brands, Identity and Image, Free Press, New York, 1997. (4) Bu sürece ilişkin ayrıntılı bir çözümleme için: Pierre Bourdieu, Les Règles de L’ Art, Edition Seuil, Paris, 1992. (5) Bu konudaki düşüncelerimi bir başka yerde (Köpeğin Ahlakı, Gri yayınları, 2005) tartıştığım için, özetlemekle yetineceğim. (6) Günümüzdeki küreselleşmeden farklı olarak… (7) Joseph Heath ve Andrew Potter, The Rebel Sell: How the Counter Culture Became Consumer Culture, Capstone, 2005. (8) Bir konuşmamızda Nihat Ateş dikkatimi, böyle bir baba sorununun Tanzimat romanının da önemli bir teması olduğuna çekmişti. Her iki dönemde de, “ulusal alanda ötekinin (emperyalizmin) iradesinin (Franz Fanon), hâkim olmaya, ulusal kimliğin/babanın fallusunu kaybetmeye başlaması bu paralelliğin nedeni olabilir mi? (9) Harvey, D. The Condition of Postmodernity, Blackwell, 2000, sf 41. (10) Gerçi, kapaktaki resimden, nar biçimindeki broşun öyküsünden ve tecavüzden hareketle ilginç bir psikanalitik geziye çıkmak olanaklı diye düşünüyorum ama bu başka bir yazının konusu. ? SAYFA 21 Baba ve Piç, yaptığı her hamlede, yarı yoldan dönmüş, anaakıma yerleşmeyi, onun sıcaklığını yaşam alanı edinmeyi seçmiş bir yapıt… zar burada ne Ermenilerin, ne de Türklerin savlarını karşısına almaya cesaret edemiyor. İki kez karşımıza çıkan, özgür kadının özgürlüğü ve ateizmiyse, aslında onun erotik boyutu güçlü kişisel tarzıyla, tanrıya olan bir kızgınlığına indirgeniyor. Acaba yazar böylece ataerkil topluma baş kaldırının sınırlarını, ateizmin olanaksızlığını mı vurgulamış oluyor? Ötekini kabul etme çağrısı sanırım, söz ateiste gelince pek bir anlam ifade etmiyor. Tam, BP, toplumsal eleştiriye yöneliyor, estetik yöneticilikten uzaklaşıyor
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle