13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

mek, çok satma kaygısıyla huna uygun temalar seçmek, gerçekleri V.Hııgo'nun dediği gibi 'avııç avuç dağıtmak' yerine göz ardı edin, sırtını clönmek bana göre değil. Ben hep Victor Hugo gibi düşündüm: "Heryazınsal eylem aynı zamanda toplumsal bir eylemdir de." Sartre gibi dc yaptım: "Yazarken okuru gözetip, onıı suç ortağınız kılmayın." Zaten bir yazar, az ya da çok satmaktan önce geleceğe kalabilmeyi gözetmeli. Bıı da nitelikli bir okur kitlesiyle ve gelecekte okunmakla mümkündür. İlyada'yı acaba yılda kaç kişi okııyor? Bugüııe kadar en az iki yiız öğrencime bu sorııyu sordum. İki kişi okumuş. Bu çok, çok az bir rakam; öyle değil mi? Üıırıım aslında bütün dünyada böyle. Ama llyadıi 3ü()()yıldırokunuyor, iştc sır ve tark bu. Yamaçlarda yaz basında bıle karolurdu Vadtlcr, orladan açılmış defterlere benzcrdı, bo\, henüz tek satır bıle yaztlmamış, karanız yazasını beklerken duyduğu acı, sakat gazinin vc niijanlısının avuntu bulmaz acısı hepsi savaşın acımasız öldürdüğü in sanların sayısıııı tam bilemeyen astegmeninin ağzından veriliyor. Bunlar arasında beni en çok sarsan, hapisteki sevdiği erkeğe kavuşmayı umutsuzca bekleyen Senıra'nın acısı oldıı. Cüçlü, dirençli, kararlı ama akrabasma çelişkili kadınsı duygularla yüklü Semra'nın acısı...Ancak, bu "acı'Mar Eroğlu'nun, zckice, kıvamında bırakılan esprtli anlatımıyla romana cSylesine sindirilmiş, ye dirilmiş ki kitap bizi asla karamsarhğa ve umutsıızluğa reslim etmiyor; çünkü o, Barış Utkam'nın dediği gibi romanında, "büyük aykırılıkları birleştirmeye" çalışıyor, "ölümle yaşama isteği" gibi. Bans, isinıli bir gencin savaşa gitmesi, insan öldurmesi gibi... Burada, yazarın, ronıan için yaptığı tanımı Zamanın Manzarası için yapmak uygun olacak: " Acılı anılardan doğan güçlü bir boşal Yukarıya aldığım cümlede, "acı" nın alışılmış "büyük" ve "derin" sıfatlarının yanında "geniş" sıfatıyla da nitelenmesi, Kroğlu'ua çok karşılaştığım kelime seçiminde gösterdıği dikkatin küçiik bir örnegi; yeri gelmişken belirrmeden geçemeuim. Çok az yazarda gördüğüm kelime seçimine gösterilen bu titizlik bana hep I'laubert'i anımsatır: Mme. Bovary'yi aslmdan okuyanlar bı lirler dikkatli okuyanlar Emma'nın ölüm sahnelerini anlatırken yazar özenle "ölıifn" kelimesini kullanmaktan kaçınır. Oldüğü anda da, " ü artık yoktu" der. Çok sevdiği kahramanıyla "olüm" kelimesini asla yan yana geürmez. Romanın kahraınanının yazarolması, Elit'le tanışmasını kolaylaştırıyor inan dırıcı kılıyor anlatıma derinlik katıyor ama en önemlisi yazarın, yazar, okuyucu, üzerinde yogun düsüncelerini öğrenmcmizi sağhyor; "neden yazıyorum" sorusunun yanıtını, "yazmak" eylemi CUMHURİYET KİTAP SAYI 6 9 5 ma rın ı bekleyen kırlettlmemtş sayfalara... Yazarla ölümün arasındaki farkt tlk kez orada, kartn üstüne yazabilecefcimi düşündüğü'mde kavradım. Yazarın öliimlüye göre ihtünlüjŞji, hıkâyenın sonunu bilerek haşlamasıdır; oysa ölünıü ıçıtt hıkâyenin sonu sadece yazgtuna tcrk edilmiy tir l$te bu nedenle, sonumu kaderın ataca$ı zarlura bırakmamak ıçin yazmaya basladım Yanı yaşamak, ölmemck, yaşamla baş cdebilecek bir yazgı edinmek için Gccelen duşünüyor, sonra sabahları an, on bcs kilometre ötede, kendıni vermeye bazır ıs/ekli bir kadın gıhı ortadan ikiyc açılmış karlt vadılere htkayemi karaltyordurtı Yazgtmdan kaçarken, olünıfc yüz yüze gelnıe yeteneğı edınebilmek ıçin yazıyorum. Cesaretimden btç söz etmiyordum. Çünkü kendı cesaretmdcn söz edenler baut ın\anlardır. Bctı cesaretımi dc, korkak/tğımt da benüz kâğıda geçirmedı&ını, karşımdaki beyaz vadilerac kurtlarla dolayın kahramanlanma iliral ettircbılmek ıcın yazıyordum. Mutlak yalnızlıktan, ölümün karşısında bts\cdilcn yalnızlıktan kurtıtlmak için yazıyordum ."(ZamanınManzarau Sb 157138) tturada yazdıklannızı kcndi kiysel tanhmız tçcrisindc önemlı bir dönitm noktannı oluşturduğunu düşünüyorunı Tam da bu noktadan hareket ederiek, yazının ölümsüzlügü vzın hayaltmza naul hükmedıyor. Ya da sizin vazınız ramanlarınız bu hayata ne kadar meydan ukuyor'' Ahbirbilebilsem. "Benim kadar acı çekmedikçc asla inanmayacağım Tanrı'ya" sebimi ne kadar duyuramldiöimi birbilebilsem... Bilmedigim için mi kendimi var oluşumıın değirmcninde öğütüp, tııtam tutam kahramanlarımın namuruna katıyorum acaba? Kim bilir? Annemden olmak yerine, yazarak kalemimden doğmayı seçtim. Hepsi bu. üzerine ilginç görüşlerini ööreniyoruz: "Neden yazıyordum? ....Belki hayatımda bulamadığım ilahiliği edebiyatta arıvor, varlıfiımı onaylatmaya çalışıyordum; belki de Kendime hayran olmak için yazıyordum." Ya da, "Ashnda türdeşlerini öldürmüs biri olarak insan kimligimin varlığı bile kuşkuluyken, yazar kımliğimin olnıadığının hatırlatılmasına aldırıyor olmam oldukça komikti." gibi. (Savaşkarşıtı görüşün çok açık belirtildiği bir cümle , aynı zamanda.) Romanın kurgusu oldukça değisik. "Anlatacağım olaylar her ne kadar düz bir çizgide ilerlemiş olsa da, ben hikâyeyi üç farklı zaman diliminde yazmayı seçtim : Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek. Neden mi? Bu bana istediklerimi unutma, seçtiklerimi öne çıkarma , bazı acıları da yok sayma olanagı verdi" diye açıkhyor Barış Utkan romanın kurgtısundaki değişik anlatımı. Başta bclirttiğim gibi, romanın başlıca kişilerinin kısaca ama sağlam betim lemeleri de hemen bu bölümlerde yapılıyor. Barış Utkan'ın, kendini "Nere deyse bütün hayatını bir yanılgının peşinde , bir sokağın köşesinden çıkacak bir adamı beklemekle geçirmiş, yaşamınınzirvesinehiç ulaşamamışben ...",ya da , " Raftan romanı aldım. Hayatıma benziyordu: Ciözden uzak, arkalara bir yere sıkışmış ve tozlu", diye tanımlar. Oysa ü , "... iyi bir insan olmayı, dağla rı unutmayı, Tann'yla arasındaki sorıınu bitirmeyi, annesiyle babasının hiçoltnazsa birer fotograiını bulmayı..." (sayta 178) düsünür hep, sevdiği kadınla birlikteyken bile. Barıs, Utkan", yukarıda aldığım kendi betimlemesinde belirtmiyor ama , beklediği adamın "trenden ineceğini " bekliyor hep.(sayfa İ8İ) Burada, bir başka aracın değil de "trenın" seçilmesi sanırım bir rastlantı, ya da gelişigüzel yapılmış bir seçinı olamaz. Bir edebiyat sever için yazar için de çok büyülü bir araçtır tren...Edebiyata Anna Karanina, sinemaya Waterlo Köprüsü ile giren tren, tren yolu, gar neler çağrıştırmaz ki bize... Barış babasının bir otobüsten, bir dolmuştan , bir taksiden ineceğini beklemiyor. Trenden inecek babası, çünkü çok uzun yoldan gelecek, çok uzun aradan sonra gelecek, özlemle beklenen yıllardan sonra gelecek...Çünkü o, hiç gel meyecek... Evet, ü , hiç gelmeyccek. Ancak, Ba rış Utkan, onu, gizemli "Içine doğru yürümeyi seçmiş; bu yüzdcn sessiz ve gizemli", görkemli, inatçı, maceracı, gezgin, karısının ve kızının ölümüyle yıkümışbiraz da kendini sorumlu tuttuğuKaptan'la öyle özdeşleştiriyor ki, "babam için diışlediğim navatı yaşamış bir adam o" ya da, "yanımcfa hiç görmediğim babamın ikizi var. On altı yıl boyunca sokağın köşesinde bir türlü belirmeyen, beni Tann'nın bencil insafına terk eden tren makinisti az ötemde" diyerek artık gelmesine gerek de duymuyor: "...bir kez daha irkiliyorıım. Nedense onunlakarşılaştığımı düşünüyorum. Bu imkânsız. Sonra Karşılaşmamızın zihinsel olduğunu kavrıyorum." Romana, büyük ustalıkla yerleştirilmişart arda değil "Gelecek Zaman" adını taşıyan toplam altı bölümde, yoğun olarak Kaptan baba teması ,doğa, doğanın ihtişamı biraz da urkütücülüğü, gizemi, evren, hiçlikölüm temalarıyla birlikte yoğun olarak işleniyor. Bu bölümde Elif bile, Kaptan ın kişiliğini belirtmek için ortaya çıkıyor, neredeyse. Romanın isminin gerekçesinin açıklandığı "Balkona çıkıyorum. Renkler solmuş; görüntü aynı; zamanın dışında hiçbirşey değişmemiş. Birden çok az insanın tarkına vardığı bir şeyi seyretmekte oldıığıımu kavrıyorum: Zamanın manzarasını. O derin.Tanrı'ya ait yalnızlık duygusu da, karşımda yüz binlerce yıldır değişmemiş bir resim gibi uzanan bu manzaradan doğuyor." Yalnızlık duygusu, sonsuz sessizlik, evren, doğa...Bunlarla bütünleşen, var olan, yok olan ölüm insan. Bu temalar doğa betimlemeleriyle bütünleşip birleşerek "Gelecek Zaman"larda anlatılıyor. Bu temalara eşlik eden doğa betimlemeleri ,sanki diğer bölümlerdekilerden daha lirik ve coşkulu. Bu bölümler, bir konçertonun kadansını anımsattı bana: Ana temaya sadık kalarak, virtüözitenin gösterilmesi için doğaçlama yapmak, hatta belki, klasik çalarken, birden muhteşem bir cazageçmek gibi... "Kıızeye döndüğümüzden beri havada tozumsu bir si se sarınmış maki kokusu var Sonradan, bir tek tür çalıdan yayıldığını sandığım bu kokunun ashnda defne, sakız, kekik ve süpürge otlarından oluşan, barmen liğini gun boyu denizden karaya, karadan denize nöbetleşe esen rüzgârın yap tığı, bu yarımadaya özgü özel bir kokteyl olduğunu öğreneceğim ..." Baudelaire okurken duyduğum egzotik ülkeler kokusu ya da , Colette okurken duyduğum "biçilmiş çimen kokusu" gibi Eroğlu'nu okurken de Ege'nin kokusunu duydum. Ta derinliklerimde... "Zamanın Manzarası"nda Eroğ lu'nıın anlatımının biraz sadeleşmiş, cümlelerinın biraz kısalmış olduğunu fark ettim. Belki özeüikJe bu roman ıçin seeilmiştirbu anlatım, bilemiyorum. Ancak, kendine özgü çarpıcı, alışılmışın dışında betimlemeler yine var: "oraya bu raya dağılmış, birbirinden kopuk ince ve uzun bulutlar, gökyiızunü sıvası çatlamış bir tavana çevirmişti" ," vapur, üstüne çullanan martılann arasında denize atılmış iri bir kuş yemini andırıyordu."gibi...(sayfa27) Yazara özgü bu tür betimlemeleri daha uzatabilirim, Zamanın Manzarası ile ilgili görüşlerimi de. Ancak, "çıplak bir beden gibi hayranlığınıcömertçesunan"birokurolmaktan çekindiğim gibi, yazara da , "bununla ne yapacağını bilemeyen... sıkıntılı gelgit utancını"yaşatmaktan korkuyorum. SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle