29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Zamanın çcvirdiBl saytalardan O. GUNAY I nsan, yaşamın anlamını sorgularken çoğu zaman 'hiçlik' duygusuna kapılmaktan kendıni alıkoyamaz. Sık karşılaştığımız, acı ama hüzün veren bir ikilemdırbu. lyi yaşama isteğimizin önünü karartan en çarpıcı gerçek belki de budur. Bu geıçekten kendini ne kadar sakınmaya çalışırsa çalıssın, enınde sonunda içine düştüğü nernangi bir yalnızlık halinde bunu hemen hissedebilir. Öyle ki, bazen söz konusu gerçekle birlikte yaşadığının farkına varamaz bile. Bu, insanın kendisini yaratnma sürecinde karşüaştığı, kimilerince bilerek tercih edilen, kimilerinin de yaşam karşısındaki dayanıksızlığı sonucunda kapıldığı bir tür ruh halıdir. Bunun üstesinden gelebilmek için belli bir güvene ihtiyacı vardır insanın, bu güveni sağlayacak olan tutkuları ve istekleri olduğunu ve bunlara gereken sadakati gösterirken kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini çok sonradan öğreniyor insan. Sorun kendini çıplak görmekte ve cesur davranmakta sanırım. Insan kendini yaratma serüveninde, ancak bu şekilde yara almadan kurtulabilir; yaşanan olaylar ve olgular cenderesinde ancak bu şekilde saydamlaşarak yaşam sevincini sürekli kılabilir. Bu noktada insana yardım edenin sanat, elinden tutup kılavıızluk edenin de sanatçı olduğunu söylemek için çekinceli davranmayı gerektirecek bir nedcn HİDAYET KARAKUŞ aranmamalı. Çünkü sadece sanat ve sanatçı, insanın içinde devindiği olay ve olgular yönünde aynaya tutup izletmekte cesur davranabilir. Bundan da anlaşılıyor ki, sanata ve edebiyata duyarlı bir kişi, şöyle içine dönüp baktığında, zamanın bugüne yansıttığı, 'durumlan' mutlaka görecektir. Aktarılan olay ve olguların bizde birikenlere ne kadar çok benzediğine de tanık olur bu sırada. Okuduğumuz bir şiir bizi, ruhumuzun 'tavan arasına' çıkartıp bir şeylere ellettirebilir. Veya okuduğumuz bir veya birçok öykünün kahramanını bir yerlerden tanıyoruzdur. Tüm bunlar, hemen hemen her öykü yazarının, okurun ruh dünyasıyla akrabalıklar kuran kan ilişkileri sayılır. Eray Karınca'nın Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanan Erken Açan Papatvalar kitabı, işlediği olay ve olgular balumından sahip olduğumuz gerçekliğin önemli bir yüzünü; öte yandan, bugün bile bizi karşı karışya getiren dramatik insan hallerini aydınlatma konusunda ve nihayet iz bırakan geçmişin hüzünlü anlatımıyla, öykücülüğümüze farklı bir sestir. Daha önce yayımlanmış iki öykü kitabı daha var. Biri 1996 yılında yayımlanmış Çökelez, diğeri 1997 yılında yayımlanan Bir Top Sarı Işık. Bunların yanında yayımlanmış akademik konularla ilgili kitapları ve çocuk öyküleri de var. Eray Karınca, aynı zamanda bir yargıç. Bir yargıç olması nedeniyle, kitaplarında yer alan öykü öğesi olayların bir kısmı adli vakalarlaolaylara iüntili. Ilk kitabına ismini veren "Çökelez" öyküsünde başlattığı bu teknik dikkat çekici birörnektir. Sonraki öykülerinde ise, daha çok 'ben' anlatımına dayalı, daha çok geçmiş zamanlara bir tür 'hayıflanma' söz konusu. Yani, geçmişle bugün arasında yaşam deneyimlerinin kayıtlarından oluşan bir köprü kuruyor. Kendini bize sergilerken varolan haliyle yetinmeyip bugünkü öykücülüğümüzde kendi özgünlüğüne keskin gözlemiyle yer açıyor ve bu kimi eski öykülerine kıyasla biraz daha öncelikle hissedilebiliyor. Belli başlı yaşam deneyimlerini, aşktan cinselliğine değin 'izi kalmış' bazı anıları, tekil ve özgül olmaktan çıkararak küllenmiş anılar üzerine zamana bağlı duyaregemen olabilme becerisini daha da geliştirmiş sanki. Masaların arasından su gibi akıp geliyor." (îzi Kalmış, s. 25) "Geri dönüp baktım. Içeride lüks lambasının ışığında veresiye defterini karıştırıyorlardı ve zayıf gölge Hasan Kirvemdi. Azıcık oyalanıp kalemimi dükkânda unutmuşum gibi ceplerini yoklayarak içeri girdim. Ben girerken yüz ve sesindeki azar tonu değişti Tahir'in. Ama yapacağını yapmış olmalıydı ki alnından ve ensesinden kuru dere yataklannı çağnştıran çizgilerden süzüîen kirli terleri sifmek için yağlı şapkasını çıkardı Hasan Kirve." (Hayrına, s. 38) Kitabın en çarpıcı (televizyonlardaki her haberin çarnıcılığındaki (!) çarpıcılıktan değin) öykülerinden biri Hayrına öyküsü bence. Yalnızca günümüzü anlattığı için değil, insanımızın içinde var olan ödünleme, kendini rahatlatma, yaşadığı çelişkiye gerekçe yaratmaktaki psikolojik ustalığmı yansıttığı için çarpıcı. Gerçekte dünyanın her yerinde, her coğrafyada insanlar, kendilerini rahatlatmaya yanlışlarını ödünleyecek gerekçeler bulurlar. Evrensel olan budur. Hasan Kirvem'in çaresizliği, evdeki genç kadının yoksulluk içinde kendiliğinuen gelişne ilişkilerle ayakta kalmayı başardığı, bunu herkesin bilmesine karşın kimsenin dile getirmeden yaşayıp gittiği bir çevre dünyanın her yerinde görülebilir. Eray Karınca, daha önce yayımladığı Çökelez'le Çankaya Belediyesi'yle Damar dergişinin ortaklaşa verdiği 1996 Ilkbahar Öykü Büyük Ödülü'nü almıştı. Bir Top Sarı Işık'la da 1997 Halkevleri Öykü Ödülü nde üçüncülük kazanmıştı. Çocuk kitaplarıyla da ödül kazanan Karınca, Erken Açan Papatyalar'la büyük öykülerin sularına doğru kulaç atıyor. Neden yazıyor ki dedirtmeyenlerden Eray Karınca. Daha soluklu öyküler yaratacaktır, okutacaktır. • Erken Açan Papatyalar/ Eray Kannca/ Bilgi Yayınevi/ 2002 CUMHURİYET KİTAP SAYI 655 Yaşamın kırılma noktaları S on yıllarda edebiyatımızdaki öykü patlaması hayranlık verici. Uzun süre kendi evrenlerinde öyküleriyle birlikte yaşayan genç yazarların darı patlar gibi peş peşe öykü kitaplarıyla boy göstermeleri edebiyatımızm geleceği adına umutlandırıyor beni. Zaman zaman yazdıklarımızın ne işe yaradığını sormuşumdur kendime. Sanırını pek çok yazar da umutsuzluk anlarında bu soruyla dolaşmıştır. Bu soru, gerçekte saçma bir anlayışın sorusudur. Çünkü edebiyat birdenbire işe yarayan bir sanat değildir. Dahası birdenbire işe yaradığını, bizi değiştirdiğini düşündüğümüz yapıtların bile yıllar sonrasına uzanan etkilerini yaşayanlar bilirler. O nedenle saçmadır yazdıklarımızın ne işe yaradığını sormak. Türkiye'de okuma alışkanlığı yüzde 2,5 'ken yazarlara bu bağlamda hangi cesaretle yazdıkları da sorulabilir. Doğrusu her yazan kişiyi özellikle edebiyat alanında yazan her kişiyi Don Kişot görme eğilimi vardır toplumda. Bu nedenle de peş peşe kitaplar çıktıkça kimin okuyacağını düşünürüm. Ama yine de okuyan, tartışan, kitapların peşinde koşan bir kesim şükür ki var. Işte bu kesim Türkiye'nin geleceğini biçimlendirecek kesimdir. Ya da birbaşka işlevi, en azından bugünü kültürel değerleriyle yarına bağlama işlevini yerine getiren kesim olacaktır. Yazarlar bu işin köprüsüdürler bugün. Büyük edebiyat yapıtlarının verileceği zamanlara köprüdürler. Öykü kitaplarının içinde biçemiyle, diliyle öykünün gizini yakalamış pek çok genç yazarımız var. Murat Gülsoy'dan Suzan Samancı'ya, Özcan Karabulut'tan Müge îplikçi'den Zafer Doruk'a... pek çok yazar öykünün sularında güvenle yüzüyor. Bu bir eşiktir. Öykü dilini yaratmak, kendi biçemini bulmak, nasıl yazdığını bilinçle kavramak bir eşiktir. îyi yapıtlar bundan sonra verilecektir; yaratılacaktır. îyi yapıtlar okuyana farklı şeyler söyle Erken Açan Papatvalar yen yapıtlardır çünkü. Biçem denemeleriyle yaratılmış özgünlükler yakalamıştır belki ama insani olan hemen hiçbir şey öykülerde gezinmemektedir. Yazarların ilk yapıtlarını ben genellikle kendilerinden kurtulma yapıuan sayarım. Hepimiz yaşadıklarımızın yazüması, yarına kalması gerektiğine inanırız. Hepimizin serüveni eşsizdir. Ne ki serüvenler yazılmadıkça kalıcıhk kazanmaz. Yazılması da yetmez, özgün biçimde, insanlığı kucaklayacak, kendim devrinin insan tipini gösterecek biçimde, yeni heyecanlar verecek biçimde yazılması, yaratılması gereklidir. Her yazar devrinin tanığıdır ama mahkeme tanığı değildir. O, insani kendi bakışının özgünlüğüyle yakalayıp yeniden yaratır. Öyle bir yaratır ki okuyan hem kendini bulur, hem geleceğe ilişkin yeni yorumlar yakalar. Hem yeni insani tanır, nem değişen koşulların insanda yarattığı derin etkilerini izler. Eray Kannca'nın Erken Açan Papatyalar'ını okurken insana bir şeyler söylemeye çalışan bir yazarın temiz dilini buldum. Öykülerinde yaşamın gözümüzden kaçan yanlarını bir öykücü sezgisiyle dile getirirken oldukça oilinçli bir seçimle konularını belirlediğini görüyorsunuz. Iddiasız bir anlatım, özenli bir Türkçe, hemen her insanın yaşayageldiği ama dile getirilememiş nice küçük olayın yaşamın kendi örgüsünü oluşturduğunu bir kez daha öğreniyorsunuz. Yazar kendi öykü dilini oluştururken insandan kaçmadan, kendi özünü harmanlamış ama benmerkezci bir bakıştan uzak, kendinden başka yazılacak çok şey olduğunu görerek dilini söyleyeceklerinin aracı kılmıştır. Dil bir araçtır. Edebiyat dili günlük dilden ayndır; edebiyatın kendi sarsıcı etkilerini özünde banndıran bir gücü vardır. Bu yüzden yazarlar, çoğu kez günlük dili edebiyat dıline dönüştürmenin sancısını çekerler. Yetkin bir dil yaratmak güzeldır; yaratılan dili insani anlatmak için yetkin bir araca dönüstürmek daha da güzeldir. Bir yazar dilin Kendi varlığını da bir sanata aönüştürebilir. Bu da güzeldir ama içinde insan yoksa geriye bir cambazlık kokusu kalır. Erken Açan Papatyalar'da Eray Karınca, bunların bilınciyle özellikle gençlerin yaşamın içine savrulan arkadaşlıklarını, acımasız rastlantıların yarattığı sarsıntıları, insanımızın hangi boyutta yaşarsa yaşasın çelişkilerle, kendini ödıinlemelerle, dahası psikolojinin bildikleriyle açıklanamayacak yanlarını bize sunuyor, bunlara ısık tutuyor. Bu öykülerde gençlik aşkları var, kaçamaklar var, kırsal kesimin gündelik yaşamında hep var olan ama dile getirüemeyen ilişkıleri var. Toplumsal çatışmaların günümüze vuran gölgeleri var, ekonomüc yetersizliklerin acınası manzaraları var. Yer yer şiirli, yer yer kısa, öykü evrenin çiziveren betimlemelerle bize anlattığını yaşatan bir dili var Karınca'nın. "Tanrı vergisi, yaşanan ana, ortama SAYFA 6
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle