22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kapak konusunun devamı. r lç dünyamızdaki çalkantıların yazarı noktalarınınyanındaveençokdabir ayrıntı sanatı aslında. Bir o kadar da bireşim ve bütünleme, tamamlama sanatı doğal olarak. Ister aralıkta yani geçiş anında, isterse bireşimde, tümlemede yıldızın arladığı bir an var. Kimi öyküde u apaçık ortadadır, hatta tüm öykü o anı vurgulamak için yazılmıştır. Kimi öyküde ise tüm metne yedirilmiştir. îstediği kadar durum öyküsü ya da açık uçlu öykü olsun, yıldızın parladığı o an bulunduğu zaman o metin öykü olur. Öykü kahramanlartnız yalnız ve stradan karakterlerden oluşuyor. Ktsttrılmtş insan psikolojüiniyansıtan bu çalışmalannızı ben, yabancılaşma sürecinin yoğun biçimde yaşandtğı günümüze tutulmuş bir büyüteç olarak düşünüyorum. Bu yaklaşım açtsından yazmaktan amaanız nedir? E Erav Karınca Yaşam, doğumun armağanı, yalnızlık ise onun acılı bedeli aslında. Tüm canlıların içinde en zayıf, korunmaya en çok gereksinme duyan, tehlike karşısında kendisini koruyacak sivri dişlerden, hızlı bacaklardan ya da havalanacak kanatlardan yoksun olan insan yavrusunun, ölümüne kadar siiren tinsel yolculuğıı, anne karnında bulunduğu o güvenli ortama yeniden dönmek süreci belki. Diğer canlılarda görülen toplumsallaşma, insan için bedensel güçsiizlüğünün dayattığı bir zorunluluktıı başlangıçta. Daha sonra ise insanın insanlığını tark ctmesi ile birlikte, insan olabilmek için diğer insanlara olan gereksinimi, biyoloiik zorunluluk yanında duygu düzeyindeki boşluğunu karşılamayı da içermeye başladı. Toplumsallığa, bir gruba, bir dine, inanca bağlı olmaya, bir yerden ya da birilerinden olmaya, başka deyişle 'ait' olmaya gereksinme arttı. Oysa toplumsal olmak, kurallarla bağlı olmakla e§ anlamlıydı ve kurallar yazılı olsun ya da olmasın soyuttu, korkutucuydu ve güçlü olanın lehine işlerdi çoklukla. Buna karşın insan ise kanlı, canU ve en önemlisi, duyan düşünebilen bir varlıktı. Kurallar insanın en iyi temel korkusu olan güvenlik gereksinmesini karşılarken, insanın yaşam denen armağanın tadını çıkarmasını önleyen bir araçtı kimi zaman. Çağımızda işbölümü ve aşın uzmanlaşmanın yarattığı kısır döngü içinde ürettiğinin bütün içindeki yerini yitiren insanın yaşamındaki konumunu ve özgürlüğünü sorgulaması kaçınılmaz bir süreçtir. Sokakta dev yapıların, işinde dev şirketlerin; işleyişinde hiç pay sahibi olamadığı devlet aygıtının içinde bunalan insanın imdadına sanat yetişebilir artık. Çünkü soru sormakla başlar her şey. Sormak doğrııdan sanatın işlevi değil belki. Yalnız en güzel sorduran da sanattır bence. Gösterir ve üstelik inceltir, daha çok insanlaştırır... Yazmaya, sanata bunca işlev yüldememe karşın, yazarken bunların hiçbirini düşünmüyorum oysa. Istediğim için, içimden geldiği için yazıyorum. Yazmaktan mutlu olduğum için yazıyorum ve bunca söze karşın sanırım amaçsız yazıyorum. "Çökelez" adlı öykünüzü bir yanıyla Anadolu'da gözlemlerini anlatan bir gezginin anılarından birparçastna benzettim. Anlatımıntzı, yörenin larihsel söylemleriyle de desteklerken namus dnayetlerine ve ensest ilişkilere de deg'iniyorsunuz. Sizce bunda loplumun geri kalmtslı&ımn payı var tnı? Bu tür sorunlara yaklaşımlan açısından günümüzün öyküsünü nasıldeğerlendıriyorsunuz. En sevdiğim, en rahat yazdığım öykülerimden biri Çökelez. Dana yazarken güzel bulduğum, açıkçası bu kumaştan iyi öykü çıkar dediğim öykülerden. Dikkatli bakışların gözden kaçırmayacağı gibi SAYFA 4 Hnsel yolculuk diğer kitaplarımda da tematik ve işleniş olarak Çökelez'i çağrıştıran ancak rarklı nitelik ve tatta birer öyküm oldu hep. Bunlar, Bir Top Sarı Işık'taki "Gülsüm" ile Erken Açan Papatyalar'daki "Havrına". Senin de belirttiğim gibi Çökelez, bir intiharı araşürmaya giden Cumhuriyet Savcısının cinayet kuşkusuyla, failin yanında, intihar ise arkasındaki nedeni, değü ise namus cinayeti olup olmadığını, genç kızın ensest kurbanı olup olmadığını araştırmasıyla başlayan ve Çökelez dağı motifinde, dağa adını veren adamın yetim büyümesine neden olan geçmişteki bir başka namus cinayetini, Kuvayi Milliye'yi de fon olarak anlatan tematik olarak çok zengin, coşkulıı, rahatlıkla filmi çevrilebilecek bir öykü. Birçok kişinin önerdiği gibi ileride romanını da yazarun kim biiir. Soruna gelince, yargıçlık görevim gereği çok farklı yerlerde yaşasam da ben kendımi Anadolu'da yaşadığım süreç içinde hiç gezgin hissetmedİm. Hangi yörede olursam olayım, orayla güçlü bağlar kurdum. Bu nedenle ilk çocukluk evremin bir köyde geçmiş olmasının da katkısıyla kırsal yaşamı, kasaba irisiilçeleri aktarmakta hiç zorlanmıyor olabiBrim. Bu noktada Rus taşra yaşamını didik didik eden Çehov'un öykülerini anımsayınca, çok sevdiğimi ve başarılı bulduğum bu öykülerimin, bizdeki boşluğu doldurmakta ne kadar yetersiz olduğunun farkına varıyorum. Sanırım bizdeKasabanın ne romanı ne de öyküsü yazılmadı yeteri kadar. Sabahattin Ali'yi, hele Kuyucaklı Yusuf'unu ayn tutuyorum kuşkusuz. Bir de "Kayıp HayallerKitabı"ylayenilerden Hasan Ali Toptaş ilk aklıma gelen isim oluyor. Ben de öykülerim içinde sayıları çok olmasa da keyifle yazıyorum kasabayı. Sorunun diğer bölümüne gelince günümüz edebiyatının doğmdan ya da dolaylı olarak konusu değıl artık tonlumun geri kalmışlığı. Yoksuflar açısınaan üzücıi olsa da edebiyat açısından bir kazanç belki bu tutum. Buna karşın yoksulluk, öyküde yıldızın parladığı anları işaret eden en önemli kırılma noktalarından biri yalnız. Bu yüzden edebiyatın böyle zengin bir malzemeden vazgeçebileceğini hiç sanmıyor, mutlaka yazılmalı diyenleri anlamadığım gibi böylesi temalardan vebadan kaçar gibi kaçanlara da şaşıyorum. Çünkü sanat çelişkiden güç alır ve nâlâ insanlığın en büyük trajedısi gelir dengesizliğindeki, 21. Yüzyılda daha da keskinleşen zenginle yoksul arasındaki uçurumdur kuşkusuz. Öykülerinizde cinsel temalann da çokça yer aldıg'ım gördüm. Cinsellik tabii ki hayatımtzın vazgeçilmezbirolgusu. Günümüzde medya ve iletişim araçlartnt elinde tutan güçlerin kadın bedenini meta araa olarak kullanmalanndan rahatsız olan bir kişı olarak ögrenmek htıyorum; edebiyatta sotı zamanlarda einselltSin bunca yog'un ışlenmeunden aw<ıç ne olabılır? Kadın bedeninin veya cinselliğinin sömürülmesinde ben de en az senin kadar rahatsız olmakla birlikte, sorunu neden cinselliği bu kadar çok işliyorsun biçimde anlamamam olanaksız. Cinsellik, tıpkı yoksulluk gibi hayatın kırılma noktalarından birisi. Bizim gibi sakat cinsellik anlayışının dayatıldığı bir toplumda, yoksulluğun toplum ya da dünya ölçeğinde yaptığı kırılmayı o, birey ölçeğinde bastırılmış ya da sömürülmüş duygular boyutunda yaşatıyor. Üstelik öteki gibi kör kör gözüm parmağına olmadığı için de iyice dramatık oluyor. Öykü bunu es geçebilir mi? Komik olan ne biliyor musun, yoksulluğun, ezilmişliğin yazılmasını istemeyenlerin cinselliği peşkeş çekmesi; cinselliği neden yazıyorsun diyenlerin de yoksulluğu yaz diye zorlamaları. Kötü olan da her ikisinin de dayatmacı oluşu. Nereden gelirse gelsin, en büvük besini özgürlük olan sanata bundan büyük kötülük yapılabilir mi? Şunu yaz ya da şunu yazma veya neden şunları işliyorsun denebilir mi bir öykücüye? Oyküye ve sanata verdikleri zararda ortaklar gördüğün gibi. Bana gelince öykülerimde cinselliğe sözünü «ttiğim kırılma noktalarında, yani öykü gerektiriyorsa yer vermekte hiç sakınca görmüyorum. Ancak dikkatli okurun öykülerimde cinselliğin değil aşkın ağır bastığını, daha doğrusu aşkın aranış serüveninin ve neden ulaşııamadığını merak edip araştırdığımı göreceğini sanıyorum. Cinsel aşk da aşkın bir çeşididir kuşkusuz. Üstelik, ne güzel söylemiş şair: " Yoksuluz gecelerimiz çok kısa/ Dörtnala sevişmeklâzım". Edebiyatta cinselliğin yoğun işlenmesinden de rahatsız olmuyorum. Hele yukarıdaki dizelerdeki gibi işlenirse hiç itirazım yok. Rahatsızlığım, kötü işlenmesiyle ya da toplumun cinsel arzularını sömürerek okuyucuya ulaşma, çok okunup çok satma derdine düşülmüşse söz konusu oluyor yalnızca. "Keskin bir bıçaktım köreldim, çok canlar yakardım körelmeseydim eler' diye başladtfanız "tzi Kalmış" adlı öyküde, kendi canı da bajka kadınlar tarafından yaktlmış birkarakterin, elde edemediği bir kadına olan aşkını işliyorsunuz. Belli biryaş olgunluğuna ulaşmi}herkesin geriye dönüp bakttğında buna benzer bir yaşamışlığt vardır mutlaka. Sizce aşk bu mudur? Kuşkusuz bu değil. Aşk yaşanılandır, paylaşılandır, ondan önce, elde etme, ulaşma ve kavuşma serüvenidir belki. Bu serüvenin tadını da süresinin uzunluğu ya da kısalığı veya çileli oluşu belirlemez. Hani an vardır, asırlara bedel; ömür geçmiştir bir hiçtir sonu. Ben hep aşkı, sevgiyi, onu bulma sürecini, bulunca da yitirmemegerekliliğini vermeyi istedim öykülerimde. Ancak elde edilemeyenin yüceltilmesi vekarşılıksızaşk/lzi Kalmış'ta anlattığım üzere kimi derin, kimi silik iz bırakan, vürek yakan yaman bir olgıı. Hcmen herkesin yaşamının belli dönemlerinde dönüp arkasına baktığında göreceğini söylediğin böyle bir sürece öykücünün seyirci kalması beklenir mi? Erken Açan Papatyalar'da yer alan "Hayrına" öyküsünü çok ilginç buldum. Kanımca birfilm senaryosu olabilecek nitelikte. Yasak aşk eksenınde karakterlertn zaaflarını, suçlarını, yanlışlıklartnt ve eksikliklerini, onlan htç yargılamadan hiç suçlamadan anlatıyorsunuz. Aynı zamanda zıtların birliğine çok güzel bir örnek olan bu tür çalışmalanmzda insan ruhunun derinliklerindeki çalkanttlart çok iyi bildiğiniz anlaştlıyor. Bunda mesleg'iniz olan yargıçltğınızın etkisi var mı? Hayrına'yı çok sevdiğimi yukanda belirtmiştim. Bu, diğer öykülerimi az sevdiğim anlamında değil kuşkusuz. Öykülerimi kurarken kahramanlarım bir suç işliyorlar diye düşünmüyorum hiç. Kaygım, öykü bütünlüğü içinde onun güçlü ya da güçsüz yanlarırun, doğru ya da yanlış eylemlerinin, tutumlannın tutarlı olup olmadığı, örtüşüp örtüşmediğine ilişkin olabilir yalnızca. £ıtlann birliği sözünden kasıt, her insanın iyiyi de kötüyü de içinde barındırdığı ise buna katılıyorum. İnsan ruhunun derinliklerindeki çalkantılan bildiğim saptanmasını ise iddialı bulmakla birlikte, iltifat için söylemediğine inanıyorum. Bu çalkantılar tam edebiyatçının, edebiyatın uğraş alanı çünkü.*Yargıçlığıma gelince, malzemenin insan olması bir olanak, ancak insanı kavramada edebiyatın yerini ne tutabilir ki? Hangi yüksek mahkeme gerekçesi Tolstoy'un, Diriliş'teki kahramanları Dimitri Henlyudov ile Katyuşa Maslova'nın iç dünyalarındaki çırpınışları, titreşimleri verebilir ya da böyle bir savda bulunabilir. Çünkü her ikisinin de işlevi farklıdır. Hukuk, insanı eylemleriyle norm düzeyinde tartar, soğuktur, soyuttur; nedenden çok sonuçJa ılgiJenir. Edebiyat ise eylemferi kadar, eylemleyemedikleriyle, ruhuyla, düşünceleriyle ve daha çok da nedenle ilgilidir. Gösterir, sezdirir ama sağaltmaz. Ancak sözlerim yanlış anlaşılmasın yargıçlığımdan memnunum, edebiyatçı/yargıç kimliğimden daha çok memnunum. "Leylekler", "Kutu", "Sanrt", "Çanta" hatta "Son Ytldız" gibi öykülerinizde, geJ CUMHURİYET KİTAP SAYI 655 Yasakaşk Hayatın kırılma noktaları
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle