Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
yanı benim halkım için kutsaldır. Bud ünyadan en son kızılderili de yok olduğunda ve anısı beyaz adamlar arasında bir efsaneye dönüştüğünde, bu kıyılar benim kabilemin görünmez ölüleriyle dolu olacak. Geceleri, kent ve köylerinizin sokaklarından el ayak çekildiğinde, siz onların boşaldığını sanacaksınız. Oysa yollar bir zamanlar bu güzel toprakta yaşamış olan ve onu hâlâ seven esas sahipleriyle dolup ta;şacak. Beyaz adam hiç yalnız kalmayacak. Beyaz adam adil olsun ve halkıma iyi davransın. Çünkü ölüler hiç de sandığınız kadar güçsüz değildir." (s. 167)> (*) Öğr. Gör. Akdeniz Üniversitesi Hayat/ Engın Geçtan/ Metis Yayınlan/ 2002/167 s. Kesişin On Günü TUFAN ERBARIŞTIRAN ütün kutsal kitaplarda sözü edilen en eski öykü insanın cennetten kovulmasıyla ilgilidir. Tann'nın emirlerine karşı gelen, yasak meyveyi yiyen insan yeryüzüne gönderüir. Özellikle Hıristiyan öfiretisi temel varlığını bu inanç üzerine kurmuştur. Isa mesihin tüm insanlığın acılannı çekerek gökteki babasına kavuşmasının ardındaki teolojinin temel lojinin temel dayanağı budur. Muammer Yüksel'in "Keşişin On Günü" adlı kitabı dabu öğretinin uçlannda yer alan bir kurguyla yazılmış. Romanda yer alan felsefi metinlerin imgelerle dolu olduğunu söyleyelim ve iç içe geçen anlatıların odak noktasının "acıdan" kurtuima nedenselliği üzerinde yoğunlaştığını da ekleyelim. Romanda yer ve zamanm belli olmadığı bir dönemdeki olaylar dile getiriliyor. Yazar böyle yapmakla romandaki "konunun" insanlığın her döneminde geçerli olabileceğini göstermek istiyor. Kherae adlı bir çocuk babası tarafından bir manastıra keşiş olması için getirilir. Burada dini eğitim alacaktır, Tanrı'ya yakın olacaktır. Manastırın insanın içini karartan barok ve gotik mimarisi bir ayna, eski rahiplerini ve keşişlerin dogmatik yapıları/kişilikleri hemen kendini gösterir. Küçük Kherae kendini ve çevresini tanımadan zorla getirildiği manastırda çok karmaşık olaylara tanık olur. Kutsal acıyı ve keşişlerin anlattığı bir dinsel öğretiyi tanımak için zamana ihtiyacı vardır. Burada çocukluğun da getirdiği merakta dini yapıyı tanımaya çalışırken, eski keşişlerin sözlerini dikkatle uinler, onların söylediklerini yapmaya çalışır. Dünyadaki yaşamın Tanrı'ya kurbanlar verüerek sürmesinin temel değer olduğunu çok geç anlayacaktır. Keşişin On Günü adlı kitabın temel kurgusu bu doğrultudan harekede konuyu, olay örgüsünü ve göndermelerini uç uca ekiiyor, insanın teolojik anlamdaki acısını ve onun kaynağını tanımaya çalışıyor. Manastırdaki sembolik olayların ardındaki perdeye yansıyan gölgeler ve hareketler, köşe başlarındaki fısıltılar hep bu inancın diplerinde gezinmek ve insanın oraları tanıma isteğini dile getirmektedir. Tann'ya bir bakire sunarak tüm acılardan ve dertlerden kurtulacağına inanılan bir manastıran en yüksek rahibi katı biridir. Her söylediğinin aynen yerine getirilmesini isteyen, tartışmayı sevmeyen bir kişiliği vardır. lmparatoru bu iş için ikna eder fırsatı değerlendirdiklerini, halkların sıradan birer böcek gibi ezildiklerini/kurban edildiklerini biliyoruz. Önemli olan tek şey vardır: Iktidar sahiCUMHURİYET KİTAP SAYI 655 B Î bi olmak! M. Yüksel'in anlatımı kalanı katmanlann altında incecik tortular halinde gizlenmiş bir metinler yumağı sunuyor okurlarına. Ama bunu yaparken de bazı şeyleri de gözden kaçırıyor. Kitabın teknik aniamda yetersiz olduğunu imleyelim. Yazarın genel anlatıdan özel anlatıma inemediğini, okuru soyut düşler/düşünceler arasında boğduğunu söyleyebliriz. Bunun yanı sıra küçük Kherae'nin kurguda anlatıcı ve bazen birinci tekil şahıs olarak yer alması kitabın olay örgüsünü zorluyor, anlatımın kurgu içinde küçük "kırıklar" yaratmasına neden oluyor. M. Yüksel, teolojik bir öğretinin kalıplannı zorlarken kitabın iç dınamiklerini sınırb sayıda tutması sonucunda ve bunların birbirleriyle ilişkilerini yeterince olgunlaştıramadığı için kurguda sorunlarla karşılaşıyorsunuz. llk temel dinsel öğretinin insanın acı çekmesinin gerekleri ve bundan kurtulmasının yollarını araması üzerine yazılan bir kitapdan daha çok şey bekliyorsunuz. Rahibin bir bakire istemesinin uzantıları yazarın elinde yeterince olgunlaşamıyor, okuru bu aniamda yönlendiremiyor. Felsefi metinlerin sığlığı ile kitabın ulaşmak istediği düzeyin birbiriyle çatışkı yaşadığını gözlemliyorsunuz. Yazarın iyi niyetle kaleme aldığı kitapta bakire, din, ordu, kutsallık üzerine 'oğunlaşması ve bunu felsefi bir dille anatması kitabı kurtarmaya yetmiyor. Bunca temel öğretinin kalıplannı kıran, biraz daha somut, kutsal kitaba göndermeler yapabilen, din ve iktidar arasındaki ilişkiyi gün yüzüne çıkarabilen bir kurgu istiyorsunuz. Kherae ile bakire kız arasındaki platonik aşk, kızın babasının intikam hırsı, rahibin ölürken bile dogmatik inancından vazgeçmemesi... Bunların hepsi kitabın genel anlatım düzeyinde kalan, özele geçemeyen ayrıntılar sadece. Oysa, kitabın son bölümünde yer alan bakire seçme anları, kızın davranışları anlatım olarak gayet güzel ve bilinçli bir düzeyde. yine bu bölümlerde okuru oiraz kışkırtan, düşünmeye iten, soru sormasını sağlayan bir olay olmalıydı. Yazarın ısrarla ve inatla işin ticari boyutuna kaçması sonucunda kitabın o güzelim finali boşlukta kalıyor, okurla doğru dürüst bir bağlantı kuramadan eriyip kavruluyor. M. Yüksel henüz ilk kitabını yazmış bir yazar. Bu nedenle önünde katedeceği daha çok yol var. Yazann anlatımı üzerine şunları söyleyebiliriz: Okunması kolay; dili yalın ve akıcı. Kitabın teğet geçtiği, üzerinde çok fazla eğilmediği bır diğer konu ise, teolojik öğretinin "özele" inemeyen kalıplandır. îsa'nın ve Hıristiyanlık öğretisinin teslis ve acı üzerine yoğunlaşan felsefeleri bilinen bir gerçektir. insanın acı çekme nedeni ve cennetten kovulma gerekçesi yasak meyveyi yemesi ise, ruhban sınıfların ve kutsal kıtapların doğrudan bağlantıları ne olabilir? İnsanın varoluş gerekliliği ve yokoluş sürecindeki yaşamını ödüllendiren şeyin adı ne olabilir? Acıyı çeken birinin ardından gitmek mi? Ya da yeniden her şeyin ne olduğunu anlatmaya başlaması mı? Keşişin On Günü bu açıdan bakıldığında teknik olarak yetersiz bir düzeyde karşımıza çıkıyor. Yazarın gereğinden fazla soyut metinlerle yazdığı kıtabında felsefenin yaşama yansıyan ve dinle çatışan uzantılannı bulamıyoruz. Metinlerin düşünsel aniamda bilinçli bir biçimde birbirlerini iteleyen küçük öykücüklerden oluşması bile kitabın düzeyini yukarıya çekmeye yetmiyor. Kitabın Hermann Hesse'in kitaplarını ve özellikle U. Eco'nun Gülün Adı kitabını çağrıştırmaya çalışması bir diğer ilginç özellik. H. Hesse'in Çarklar Arasında adlı kitabındaki öykü ile Gülün Adı gibi felsefe romanları Keşişin On Günü adlı kitabın değinmediği, unuttuğu ve/veya çekindiği Tconulara cesurca uzanabilen konulardan oluşmuştur. insanın düşünen bir varlık olarak temel gereksinimini teolojik öğretiden felesfi gerçekliğe kaydırması sonucunda sözkonusu ikikitabın önemli yapı lan/dinamikleri arasında yer alır. Keşişin On Günü ise, soyut anlatıdan bir türlü kurtulamayıp, teolojik öğretinin düşsel atmanları arasında boğulan, ışığı görüp okurla bulıışmakta güçlük çeken bir kurguya sahip. • Keşişin On Günü/ Muammer Yüksel/ Cıenaaş, Kültür/ Roman/ 350 s. Şiirde paradigma değişimi TULAY FERAH Ş iir muduluğunun gerçekten 'inanılmaz' olduğu an, bir şair ne yapar bilmiyorum ama ben bir şiir sever olarat, o 'an' denen mutruluğu sıkça yaşamıyorum. Şiirden böylesi mahrem talebim var ama, bu talebin komünist yanı da yok değil!.. Duygulann son gelişim noktası olan şiirin sanırım dünyayı temsil etmek gibi de bir derdi yok; şiirle derdi olan benim?.. Ahmet Necdet'in, "Aşk Ey" adh şiir kitabını okuduktan böyle şeyler düşündüm. Ve hemen aklıma bir dizesi geldi: "Şiir sana iniyorum." Şiir denen lanetin kendisiyle olan iliskisini dengede tutmak, sözcüklerin uğultusundan arınmak için hep yoğun bir çaba içinde, şiiri çağıran bir şair Ahmet Necdet. Bu tanım, benim için, şair Ahmet Necdet'in imgesi! Bu imge her şairde olması gereken şiir düzeni ama, Ahmet Necdet'in şiiri üzerinde durmak istediğim şiirde tamlıkbir başka olgu var: "Gelenek." Şiirin oluşum evresi bana göre üç aşamadan sonra. "Mutlak Şiir"e, kendi başına tam sayılan bir olguya dönüşüyor: a) Geleneğin kullanım kalitesi b) Imge c) Buluş Bu oluşum evresinde şairlerin, geleneğin kullanım kalitesini ve buluşu nedense es geçip, imgeyi kucaklandığını, baş tacı ettiğini okuduğum şiirlerden biliyorum. Bu nedenle mi bizim ülkemizde bu denli çok şiir yazılıyor?.. Ya da yazdıklannın şiir olduğunu sanıyor?.. Hemen yazmak istiyorum, imge şiiri barbarlık mı yoksa uygarlık mı diye bir tartışma henüz yapılmadığı için, imgeyle boğulan şiirler beni deboğııyor1 Ben, şiirin buluş olduğuna inanıyorum: Şiir yazma yönteminin son evresi ve şiir felsefesinin kura 'tamlık' duygusuyla verilmesi. Bu güç ve yeni şiirin yazılabilmesi için bence bir Paradigma Shift'in (Paradigma Değişimi) oluşması gerekiyor. Artık şiirin yığma sözcüklerle salt imgeleştirildiği şiirin bence şiir adına hiç modası olmadı. Bunlan yazarak bildik şiirbilimine ihanet etmiş olur muyum acaba? Belki; ama imgeden, buluşa doğru yol almanın güç bir zenaat olduğunu da biliyorum. Neyse, ben zaten şair değilim; şiir inançsızlığım diye bir şey de yok! Gelelim, geleneğin kullanım kalitesine: Şiirin bel kemiği olan bu beslenim alanında, şiirin oluşum evresinin ilk basamağında, gariptir, bu basamakta soluklanan her şair bir biçimde çağdaşlık söylemi içinde hırpalanmıştır?.. Bu bağlamda, Ahmet Necdet, şiirimizde, gelenekbugün ilişkisini en iyi kullanan şairlerden biri. Buna kullanmak da denemez; bir şiirin yaratılmasıyla ilgili, geçmişin yargılanma gereğinin bir biçimde sentezi. Böyle bir şiir düzeni kuran şairlere ne mudu: Bu mutluluğu tatmak için, geçmişin insanı tükcten kullanılmışliğına yeni bir düzen vermek adına çekilen acılar, tarih denen ölmüşlüğün içinden, dizelerle canlı bir şey çıkartmak her şairin yapabileceği Ahmet Necdet bir iş değil!.. YAŞAM EY! Kum saati boşaldı: durun, yeniden kurun! Hiçkimse'nin kalbinde Htç'le huluştu Zaman. Günkörü bir şııre anstzın bulaştı kan, Durun, saati kurun. liiç'i Hep'e savurun! Canın canıma geçti: Kirpikte kaldt Söz'üm. Öptüğüm sen değilsin, herdudak bilsin bunu. Durun, kurun, doldurun yalnızlığın kumunu, Susku'yla dolup taşsın hem gecem, henı gündü'züm. Saatin kumu doldu: Şimdi her kum, bir altın! liıç'teydım, liep'i buldum, llep'ı bul • dum da n'oldu? Durun, yeniden kurun, altınımı çoğalttn! Sen tektin, ben çoğuldum: Tekil kıldım kendimi: "Yok"takı var mıydım, yoksa "var'dakı yok mu? Durun, durdurun sonsuz biraşkta saatimi! Ahmet Necdet'in şiiri üzerinde durulması gereken nokta, geleneğin dizginlenmesi değil tam tersi zamana incelikle savrulmasıdır. Onun dizeleri geçmişin düzeniyle şımartılarak bugüne ve geleceğe özgürce yol alır; gelenek şiirinin edasıyla ve şimdiliğin ülkesinde çekilen acısıyla; acının yine incelikli ironisiyle. Bu acıyı ironiyle coşturduğu, benim de çok sevdiğim, bir şiiri var: "NeÇokEnkaz!.." Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde, ondan hep bu şirii okumasını isteriz. Is' temimize asla karşı koymadan, şiirini çantasından çıkartır, ayağa kalkıp şiirini okur. O okuma anlarında onu izlerken, kendini şiir sınavından geçiriyormuş gibi gelir bana. Bulunduğu ortamda ses olan dizeler o an alıp başını, şimdinin de ötesine gitmeyi, o buinmez zamanda ye . ni şeyler yapmayı düşler. Böyle dııyumsarım!.. Ahmet Necdet, "Aşk Ey" şiir kitabıyla, Cumhuriyet gazetesinin, elli altıncısı olan, Yunus Nadi Şiir Odülü'nü aldı!.. Tören Ibrahim Paşa Sarayı'nda yapıldı. Coşkulu kalabalığın içinde ben de vardım: Sarayın bahçesine girer girmez onu buldum. Geleneğin, imgelerin, buluşların sarmalında şiir keyfini sürüyordu ama havalarda uçan bir Chagall tiplemesi değildi!.. Olamazdı da, şiirinde olgıınluk çağını yaşayan şair, ödülün uyuşturucu olmadığını, tam tersine, şiir adına çekilen acılarının daha da artacağını biliyordu.» Aşk Ey/ Ahmet Necdet/ Broy Yayınevi SAYFA 17 Yeni bir düzen