05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ALİ ANAVARZALI Bir yeraltı edebiyatı klasigi "Dövüş Kulübü" E dcbivata dair giderek daha az söz alındığı bir ortamda Aynntı Yayınları yeni bir diziye başladı: Yeraltı Edebiyatı Dizisi. Şimdiye kadar dokuz kitap yayımlandı ve dizinin iki kitabı toplatıldı. Anlaşılan edebiyata dair söz alma mekanizmalannın görmezden geldiği diziyi "Muzır Kurulu" dikkatlice takip ediyor, okuyor, yorumluyor, zararlı buluyor ve "halkın ar ve haya duyguları bozulmasın" diye toplatılmasını talep ediyor. Üstelik bütün ounlar Avrupa Birliği tartışmalarının gündemin birinci sırasını meşgul ettigi bir sırada yapılıyor. Avrupa Birfiği ülkclerinde serbestçe satılan ve Avrupalı ahalinin "ar ve haya duygularını" bozmayan kitaplar bu topraklar ahalisinin ar ve haya duyguları gözetilerek toplatüıyor. Parlamento'nun Avrupa Birliği'ne katılma kararını sabahlara kadar çalışarak sonuçlandırdığı bir zaman diliminde yapılıyor bütün bunlar ayrıca. Akıl ve izan hallerinin iptal/iflas etmesinden başka ne denir? Yeraltı Edebiyatı Dizisi "asilerin, kaybedenlerin, hayalperestlerin, küfürbazların, günahkârların, beyaz zencilerin, aşağı tırmananların, yola çıkmaktan çekinmeyenlerin, uçurumdan atlayanla Ofkenin ve küfrün dili/sesi rın...dili, sesi" diye kendisini tanımlıyor. Diziden şimditü ye kadar Chuck Palahniuk'un Dövüş Kulübü, Philippe Djian'ın Eşiktekiler'i, Dragan Babic'in Son Sürgün'ü, Marquis de Sade'ın Yatak Odasında Felsefe'si, Ola Bauer'ın Acemi Pezevenk'i, Ingvar Ambjörnsen'ın Tavandaki Kukla'sı, Claude Lucas'ın Gönüllü SürgünSuerte'si yine Philippe Djian'ın Erojen Bölge'si ve A.C.Weisbecker'ın Kozmik Haydutlar'ı yavımlandı. Dizinin toplatılan ilk kitabı 1968'de anarşist arkadaşlarıyla bastığı Siyasal Bilimler Fakültesi'ni daha sonra bitiren Dragan Babic'in bateristlik, ressamlık, şoförlük ve yasadışı yayınevlerinde dizVÜS KU • • ' ; * * • gicilik yaptıktan sonra kaleme aldığı Son Sürgün adlı romanı. Zengin ve ahlâklı "tüketim" uygarlığından vazgeçerekgönüllü olarak sürgünü, yeraltını seçenlerin, "Muzır Kurulu"nun ahlâkını bozanların hikâyesi anlatılıyor. Toplatılan diğer kitap ise 1795'te, yani 207 (iki yüz yedi) yıl önce Marguis de Sade tarafından kaleme alınmış olan Yatak Odasında Felsefe adlı roman. Hemen bütün dünya dillerine çevrilen, milyonlarca kez basılan, filmlere çekilen, Dostoyevski dahil sayısız edebiyat devine ilham kaynağı olan, hakkında birçok felsefecinin makaleler yazdığı, sayısız sergiye konu olmuş bir kitap. Yazarın okurdaki ahlâki ikiyüzlülüğü deşifre etmek için "şehevi değil ürpertici" bir dille kaleme aldığı bu tuzağa yasak savunucuları 207 yıl önce de düşmüştü, bugün de düşüyor. Sade'a ise 207 yıl sonra bile bu tuzağa düşenlere gülümsemek kalıyor. Dizinin ilk kitabı yayımlandığı ilk gün den bu yana tam bir yeraltı klasiği kabul edüen, David Fincher tarafından filme çekildikten sonra tanınırlık oranı çok artan Dövüş Kulübü. Tüketim kültürüne, hırs ve üstünlük duygusuna, güzellik idealine ve iş dünyasına zehir zemberek eleştiri yönelten bir kitap. Tüketimin arsız çağnsına yönelik bir küfürname. Aşağıda yazarla yapılmış kısa bir söyleşiyi, dış basında yayımlanmış filmi (çirkin ve ralıatsız edici) ve romanı (korkutucu ve heyecanli) kıyaslayan bir tanıtım yazısını ve Ertekin Akpınar'ın Yeraltı Edebiyatı'nı çarpıcı yanlanyla olduğu kadar dil ve içerilc olarak da irdeleyen ve böylece edebiyat adına söz alan yazısını sunuyoruz. Evet, yeraltında "Kuralların ve kurumların olmadığı bir dünyada dil de kendi özgürlüğünü yaşar. Utanmaz olduğu kadar, günahın ve deliliğin sınırında dolaşır. O artık, yerleşik olan bütün verileri altüst eden bir argümandır." • Gercek bir siddet ve ölflm operası • • m •• ERTEKİN AKPINAR "tnsan hep sevdiklerini öldürür derler ya; aslına bakarsamz insanı öldüren de hep sevdiğidir." Dövüş Kulübü, s. 184 M odern hayat tehlikelerle dolu bir yolculuktur. Bu yolculukta bilin(e)meyen birsürü "esrar"lı hikâyenin yanında, çok bilinen statik, silik anlatılar da vardır. Yaşadığı hayatın öznesi olan kahraman o hayata şekil verir. Nesnesi olan ise kendisi dışında şekillenen hayatın piyonu olur. Pıyon olduğu için anlatılanı dinler, aktarır. Ve aktardığı "şey"in bir parçası olur. Modern romanlar "piyon" kahramanlarla doludur. Şaşırmazsınız. Kahramanlar hep "miş" gibi yapar. Yazar, bize parçaların biriktirilerek bir bütünün ne olduğunu göstermek ister. Kopyanın kopyasını önümüze koyar. Ve bu jargona "hayatın dili" adını takar! Yaşadığı hayat o kadardır çünkü. O hayat: Süpermarketlerin, bilboardların ve sterif hayatlann hikâyesini anlatır. Temiz gibi gösterir kendini, "miş" gibiolmaktan "gibigibi" olmaya doğru yol alır. Hayatın hastalıkh süreci yazı ile iyileştirilmeye çalışılır. Pahası modern edebiyatta "yazı", hayata makyaj yapar. Kurgu, "yalan"ın bir parçasıdır artık. Yevgeni Zamyatin "Biz"(l) adlıromanında, "Silahlara başvurmadan önce sözün gücünü deneyeceğiz" der. Söz'ün esrarlı yönleri olduğu kadar, tehlikeli ve hastalıklı tarafları da vardır. Bu edebi metinlerin zamanın içerisinde çoğu zaman karmakarışık olan kimyasal yapısını bir türlü çözemeyiz. Sorulan soru kadar, hemen verilecek yanıt orada öylece asılı durur. Bakakalırız. Bu bakışta hep huzursuzluk, sıkıntı ve tereddüt vardır. lçinden çıkamadığımız ruh hali bizi gittikçe ıssızlaştırır. Hemen bir söz söyleyivermek işimize gelmez nedense. Bu yalnızlıkta yavaş yavaş kendi dünyamıza ait hastalıkları biriktirmeye başlarız. Yalnızlık tam da bu noktada, hastalıkların üreyebileceği en uygun ortamdır. Çözül(e)meyen kimyanın, ruhumuzda yarattığı sıkıntı ve bu sıkıntının getirdiği Chuck Palahnluk, çok llgl gören "Kargaşa Projesi' adlı hlkâyeslnl DOVÜŞ Kulübü' romanına dönüstürdü. Sözün gücii çözümsüzlük bizi bambaşka bir dil'e doğru götürür. Dil, hayatla hesaplaşmaya başlar. Ikna etmek, onaylamak ve itaat etmekten çok uzak bir dil'dir bu. Ve bu dil gittikçe sık sık öfke nöbetleri yaşamaya başlar. Kısa kesik cümlelerde, verilen sert yanıtlarda, hayattan alınması gereken bir intikamın işaretlerini buluruz. Bu işaretlerin geldiği merkezi aramaya kalktığımızda yavaş yavaş "yeraltına" doğru ineriz. • Kurallann ve kurumların olmadığı bir dünyada dil kendi özgürlüğünü yaşar. Utanmaz olduğu kadar, günahın ve deliliğin sınırında dolaşır. O artık, yerleşik olan bütün verileri altüst eden bir argümandır. Kent hayatı bu dfl'i Kendi içinde üretirken onu kullanma biçimlerini de şekillendirmeye başlar. Fanzinler, rock barlar, çeşitli otonom gruplar ve bu grupların kendi içlerinde kullandığı işaretler, semboller yavaş yavaş gündelik hayatın birçok alanına sızmaya başlar. Onlar artık Panteon'daki Ölü'nün sözlerini yataklarının başucuna büyük harflerle yazmışlardır: "Hayatında bir defa uçanlar, bir daha asla yeryüzüne dönmemeli" diye... Zaten yeryüzü dediğimiz şey de onlar için sıkıcı bir dünyadan başka bir şey değildir... Unutmamalıkibukaçışsadece bir varoluş işaretidir. Her biri satır arasında şunu söylemeye çalışır: Ey dünya sen beni iplemiyorsun, bu benim umrumda değil ki, gör bak ben de seni iplemiyorum işte... Sözü, Ayrıntı Yayınlan'nın 2001 yılında başlatığı "Yeraltı Edebiyatı" dizisine etirmek istiyorum. "Dövüş Kulübü" b u dizinin ilk kitabı. Ük kitabı olmasının yanısıra "yeraltı edebiyatı"na girmenin en güvenilir bileti aslında. Chuck Palahniuk bizi, kurgunun dil'i, dil'in hayatı nasıl paramparça ettiğini görebileceğimiz bir dünyanın sınırında dolaştırıyor. Ellerinin altında, güvenli bir yolda yürümeyi sevmeyenler için önemli bir kılavuz bulunuyor. Bu serinin diğer kitapları da şüphesiz bu dizi için önemli birer kaynak niteliğinde. "Betty Blue"nun devamı olan Philip Djian'ın "Eşiktekiler"i ve geçen günlerde toplatılan Dragan Babic'in "Son Sürgün"ü. Bu üç kitabı okumuş biri olarak, dahası dil'i biraz yeraltına biraz da tehlikenin sınırlarına bulaşmış bir okur olarak bu kitabı toplatanlara artık bir söz söylemek yerine küfür etmeyi daha ahlaklı buluyorum. Bu konuda sadece küfür etme hakkımı kullanmak istiyorum! Şimdi gelelim Dövüş Kulübü'ne... Gerçekliğin kendi kendisinden kopma isteği hiçbir çağda bu kadar özgürlüğü içermedi. Bu özgürlüğü artık tanıyoruz: O artık sınırsızlık ve sonsuzluk duygusunu kapsayan ve gittikçe tanımlanması oldukça zor olan bir model olmaya doğru gidiyor. Pink Floyd özünde baskı altında tutulan bir kuşağın ruh halini kendi argümanlarıyla anlatmaya başladığında, o güne kadar zihinlerdeki yerleşik konuşma evrenini de altüst etmeyi başardı: "we don't need no education... we don't need no throught control..." Hayatın ve siyasetin baskıcı yanına karşı olan Pink Floyd gibi aktüel asiler, bu kültürün organize ettiği güzel gösterilmeye çalışılan tüm uysallaştırılmış organizasyonlara isyan etmeye başladüar. Ve bu kuşak tarzını rock'n roll, caz ve blues gibi müziklerle birlikte yeni kavramlarını da ortaya koydu: Komün, LSD, Gorçek somut ve aadr var okıs tearetl metal, asit, peace, bilinçaltı... Gerçek somut ve acıdır. Sanatın yasaları, hayatın yasalarına hükmedemeyince çoğu zaman "gerçek" üzücüdür de. Sanat tahriktir çünkü! Pinky Floyd gibi Beatles da tahriktir! The Wall şarkısından yola çıkılarak Alan Parker'ın yaptıgı film de izleyiciyi tahrik etmeye yönelıktir. Tahrik etmenin yasaları hayata karşı çıkamayınca, tahrik edenin estetik alanı üzücü bir korelasyon halini alır. Söz bu noktada modern hayata "alet" olmanın ötesine gidememiştir. Chuck Palahniuk, 1996 yılında arkadaşlarıyla birlikte devam ettiği bir edebiyat grubunun etrafında "Kargaşa Projesi" adlı kısa bir hikâye yazdı. Hayatını otomobil tamirciliğiyaparakgeçiren Palahniuk'un bu hikâyesi büyük bir ilgi ile karşılandı. Palahniuk kısa bir süre sonra bu hikâyeyi Dövüş Kulübü(l) adında bir romana dönüstürdü. Yazar romantnda modern hayatın "haz" yasalarına tutsak olmuş kentli bireylerin trajik arayışlarına yeni ve anlamlı açılımlar sunmaya başlamasıyla birlikte, yeni bir özne tasarımını da sunar. Bu tasarım model olmanın ötesi'ne geçen bir arayış, hırs, tutku ve öfke nöbetidir. Joe'nun kırık kalbi (sy. 135), düğümlenmiş bağırsakları (sy. 60), kaynama noktası (sy. 60), kasüan midesi (sy. 185), kudurmuş öd kanalı(sy. 57), sırıtkan intikamı (sy. 113), sabit aiski (sy. 205) olan genç adam yalanlarla dolu bir rakamlar dünyasında yaşamaktadır. îş gereği sürekli yolculuk eder: "Uyanırsın, Air Harborlnternational... Uyanırsın, O'Hare... Uyanırsın, LaGuardia.... Uyanırsın, Logan" (sy. 23) Nefes alıp verdiği tek yer ölüm düşüncesine sapfanıp kalmış kanserli hayatlann bir araya geldiği dayanışma grubudur. tki yıl Bob'un bedenine sarılarak onun ağlamalannı dinler. Herkesin hikâyesini bilir ama hiç kimse onun hikâyesini bilmez. îkinci yılın sonunda genç adam unları düşünmeye başlar: "Bütün umutanmızı kaybetmeközgürlüktü. Ben hiçbir şey söylemeyince, gruptaki insanlar en kötüsünü düşünüyorlardı. Daha beter ağlıyorlardı. Ben de daha beter ağlıyordum... Her akşam ölüyor ve her sabah doğuyordum. Ölümden geri dönü f SAYFA 12 CUMHURİYET KİTAP SAYI 656
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle