Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kapak konusunun devamı. *" lık durumunıın içine doğdum ben. Ailemdeki emekçi kadınların ve Alevilik kültürünün bunda etkisi olmalı. Bu nedcnlc kcndimi 'kadın yazar' olarak değil, 'yazar kadın' olarak hissettim. Konu öykümse cinsiyet kimliğim ardından gelir. Toplumsal ilişkilerde ve aile hayatında ise yazarlık art kimliğe düşer. Orneğin alışveriş yaptığım bakkal mesleğimi bilmez ve bana 'abla' der. Kimileri, yazar sözcüğünün içinde hâlâ eril bir kimlik görüyor olmalı ki, bir de 'kadın yazar' cliyerek yazarın cinsiyet kimliğini ön plana çıkarıyor. Bazı dergilerdegörüyorum, "Geçtiğimiz ay dergimizde daha çok kadın yazarların yer alması çok sevindiriciydi" gibi tümceler okuyorum. Bu tümcede sevinecek bir şey görmüyorum ben, aksine gizlice açığa çıkan kusurlu bir düşünce biçimini seziyorum. Bir edebiyat dergisinde kaç yazarın kadın kaç yazarın erkek olduğunun günümüzdebirönemivarmı? DünyaKadınlar Giinü'nde neden hep yazar kadınlar söz alır? Var olan kadın sorununu neden yazar kadınlar belirler, bunıı da anlamıyorum. Ortada toplumsaJ bir sorun varsa, bu herkesin ortak insanlık sorunudur. Hatta erkeğin kadın sorunudur... Sırası gelmişken 'kadın duyarlığı' tanımlamasında yatan koyu önyargıyı saptamak gerek. Kadın yazar, duygusal, nahif, çevresindeki kadın sorunlarına karşı duvarh, ayrıntıları iyi gören, doğal nedenlerle çözümleme becerisi olan, sezüeri güçlü, duygularını güzelce anlatan, kadınca bilinen gizli ayrıntıları aktaran yazarlar. Zekâ, bilgi, saptama gücü, bilge sözler etme yetisi, kurgu yeteneği de erkek yazarların işi. Yazarlar cinsiyetlerine göre, neyi bilebiliyorlarsa, güçleri yettiğince onu yazabiliyorlar. Peki erkek yazarlar, kadınsı ayrıntılardan söz ettiklerinde 'kadın yazar1 statüsü mü kazanıyorlar? Ya da kadın gibi mi yazmış oluyorlar? Erkeğin dünyasını erkekler dana iyi yazar gibi kesin bir sonuca mı varacağız? Peki bu arada eşcinsel yazarlara ne diyeceğiz? Şimdi ben Tacettin'i yazınca bitirim yazar mı oldum? Oykünün içindeki kadın veya erkek göziinü, hangikurama, hangidayanaklaragörebclirleyeceğiz? Yanlış tanım, zincirleme bir kaza yaratıyor işte. Bu anlamda 'kadın yazar ı olduğu gibi reddediyorum. Öte yandan eril, maço bir beden dili kullanarak bir savunu geliştirmeyi de tuzak olarakgörüyorum. Orneğin.kimseTansu Çiller'in, Nazlı Uıcak'ın kadınlığına inandıramaz beni; politik görüşleri bir yana her ikisi de benim kadınlığımı temsil edemez. Şoför Nebahat sesiyle yazılan metinleri, sunulan erkek Fatma söylemini; başlı başına demokrasi, insanlık ve hukuk sorunu olan bir olguyu 'kadın sorunu'na indirgeyen aşırı alınganlığı anlamakta güçliik çekiyorum. Sema Kavsusuz Önceki öykülerimde erotik bir doku pek yoktu evet, çünkü beceremiyordum. Erotizmin, çarpıcı, çıplak, söziim ona gıdıklayıcı bir şey olmadığını, erotik bir anlatım geliştirmek için bir duygu olgunluğu gerektiğini düşünüyorum artık. Sonraları, erotizmin kültürel bir olgu, her toplumsal sınıfta çeşitlenen, kişiden kisive değişkenlik göstererek çoğalan, çirtleşmeyi geride Bırakıp aşkı, birleşmeyi ve sevgiyi anıştıran özgün ve özel bir bakış açısı olduöunu kavradım; yinelenen değil keşfedüen ve geliştirilen bir cinsel estetik... Şeftali, Yaprak ve Tüy Zamanları, Insan Dipleri erotizmi en çok açığa vuran öyküler evet. Şeftali Öykünün îpek Yolcusu erotik bir öge olarak başkalarınındı, Karacaoğlan'ındı: Şeftalini derde derman dediler/Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim... Günümüzkadınının evcilleştirilemeyen cinsel ufkunu belirtmek için, şeftaliyi Karacaoğlan'dan geri aldım. Kaldı ki bir başkasına hiç de erotik gelmeyebilir bu öykü. Çünkü dediğim gibi öznel bir bakış gerektiriyor. Kamusal, ortak bir dili yok. Bense gizemli, sembollerle yüklü bir yöntem seçtim öykülerimi yazarken. Çağdaş Türk öykücülüğünde aşk öyküsünün ve erotik anlatımın güdük, soluksuz kaldığı yargısı ürkütüyordu beni. Oysa bir yanılsamadır bu. Naracaoğlan'ın ve divan şiirinin kösnüllük taşan dizelerini, açık saçık halk hikâyelerini, türkiileri ve halk masallarını okudukça Batı'ya göre renkli ve kıskanılası bir ufuk geliştiğini kavradım. Evlenmeyen papazları, hayatları bovıınca bakire kalan rahibeleri, üreme dişında cinsel ilişkiyi günah olarak gören Katolik anlayışı düşünürsek, bizdeki gizemli erotizmin ne denli zengin olduğunu fark edeceğiz. Batılılaşma, dil devrimi, darbeler, Ozal dönemiyle hızlanan kültürel yozlaşma derken, edebiyatımızın bu sıcak ve kıvrak kılcalı kurumaya bırakılmiş sanki. Ben henüz pek girmedim bu işin içine. Hâlâ tasarlamaktayım. Çünkü çeviriedebiyat kolaycılığıyla erotizmi ithal etmeye kalkışmaktansa o zaman sahte bir şey çıkar ortaya / ayrıca Victoria Dönemi'nin insanlık dışı cinsel baskısına Anglosakson pornografik bir başkaldırıyla yanıt veren edebi damardan bana ne, kendi topraklarımda gelişen zengin erotizmi anlamaya çalışırım. Bunun için de yeterinden fazla yapıt var... Gfe yaratmak Yazma serüvenine baktrfımızda bir yazar dışardan ne kadar görülebilirse durumları betimlemek yerine olayları anlatmaya geçtın diyebilir miytz, bu içınden öyıe gelaiği için olmasa gerek, aklıntn seni oraya sürükledig'i bir başka seyirlık durum var gibi? Kimi zaman 'dıırum'la 'olay' arasında pek bir fark göremiyorum. Her ikisinde de değişim var. 'Olay'da bir süreç olarak açıkça görülüyorbu değişim, 'durum'daysa bir kırılma ânı olarak duyıımsanıyor. Kısacası benim için önemli olan değişim, dönüşüm, başkalaşımdı hep. Durum, değişimin en belirgin olduğu, en çarpıcı ânı temsil ediyor benim için; yani bir sonu ya da sıra dışı bir başlangıcı. İçinde olayın nedenselliğini taşıyan bir tür çekirdek gibi... O çekirdeğin çev Saklı duvarlıklanın övkücüsü FERİDUN ANDAÇ Kadın epotlzmi Doyma Noktası'nda ev ıçlerinden çıkmtş, hatta yarı belıne kadar sarkmış bir yazar var... Ve senin öykülerınde alıştk olmadığımız bir crotizm, sanki hararetle bekleyenler için işte "kadın erotizmi" dedirtecek bir kurgusallıkla karşı karşıyayız... Bu bir tuzak mı yoksa? Tuzak, şifre, oyun gibi cazip söylemleri sevmiyorum. Oykümü yazarken okuru tuzağa itmek türünde önkoşullu tasardar yapmıyorum. "Kadın erotizmini göstereceğim onlara" gibi bir yaklaşımım da olmadı hiç. Çünkü dediğim gibi giyinmiyorum ben öyle bir şey. Her öykü kişisine nasıl yaklaşıyorsam yine aynı eşitlik anlayışıyla kadınlığı ve türevlerini, o dişi aurayı öykümde elimden geldiğince anlatmm o kadar. Bu da yeterlidir sanırım. Kadın anselliğine ilk de/a "Şeftalİ'de rastlıyoruz.. Üstelik ustaca gizlenmiş bir erotizmle... Öykülerinin yakası biraz açıldı mıacaba? SAYFA 4 S ema Kaygusuz, ilk öykü kitabı Ortadan Yarısından'da, yoğun bir imge örüntüsüyle çıkmıştı lkarşımıza. Her bir öyküsünde şaşırtıcı gelen de buydu. Bir yanda anlattığı hayat/insan, öte yanda onların yaşanmışlıklarınm yansılarını içeren 'dıırum'ların dile getirilişi... Öykücünün kurduğu dil, tanıklığınyeni bir biçimi olarak nelirendiburada. Aşınmamış sözcükler, şaşırtıcı tümceler, imgelemi güçlü söz öbekleri... Kendi deyişini, söyleyişini yaratabilen bir anlatıcı ile karşı karşıvaydık bu ilk kitapta. Kitabın alınlığında yer alan "Menekşeme", ikincisindeki "Kömürcüye" önanlatılan, aslında, vazarımızın beslendiği kaynakları, saklı duyarlıklara konaklanan bakışının debisini, ait olduğu yeri, yazısının İDresini gösteren metinlerdir. Bunları birer 'vefa' yazısı gibi de alsak, Kaygusuz'un duyarlık alanlarını, imge yoğunluğunu taşırlar. İlk iki kitabın öykülerine bu kapılar dan gireriz; Ortadan Yarısından on dört, Sanuık Lekesi on üç öyküyü getirir. An'lara bakışın, buradan ağıp gelen duyarlık alanlannın öykülerini yazıyor Kaygusuz. Kurduğu dil, yarattığı imge örüntüsüyle hayatın ıskalanılan yanlarına bakıyor. Belleğin an'lık dönüşümleri, buradayken ötede olan halimizin yansılarıyla iç içe verilir. Anlatıcı olarak bir biliş çizgisinde durur: Hayata bakar buradan, alcıp gidene; sarsan ve sarsılana. Yaşanmışlıkların debisini eşeler adeta. Bir çocuk yüzü, bir erkek sığınışı, bir kadın dirişkenliğine renk katar anlatısıyla. " Yılanlar" bir ses ağıdı gibidir. "Dilenci"deki Berfu'nun öyküsünde ise benleşen duygularımızın yansılarını buluruz. Değişime bakar Kaygusuz, altüst olan hayatların savruluşlarına, kıyı köşedeki acılanna. îçte, en dipte saklı kalanın özlemine. Gülümser Hanımteyze'nin sızısı, Tacettin'in savrulması yakınımızda durur. Mekânlarının dilini kuraronlann suretleriyle. Örneğin, bir öyküye şöyle başlar: "Tatlıcı Sokağı, öyle dar bir so kaktır ki ancak kedilerle çocuklar sığabilir." Bir öykü kahramanıdır gelip buraya 'tehditkâr hırıltısıyla' giren kamyon da. Sokakla buluşan bu kırmızı başlı kamyon hayatın bir başka rengini anlatan simgeye dönüşür sonra. Tülün arkasından dönüp bakarız onun siluetine. Doğa, sokaklar, çocuklar, düşler...Ev içleri, dışları...Hayatın her bir kımıltısı onun öyküsüne dil verir. Bir keşif yolculuğuna çıkarır okuru bunlarla. Yiten, çözülen, bir bir yaşantılarda süregidenlere baktırır. Ait olunan yere bu duyguyla ağar her bir sözü. Bellekse hep o yollarlagözleyen, anımsayan, anımsatandır. Işte Doyma Noktası böylesi bir sözün imbiğinden süzülüp gelen öykülerle örülür. Çözülen hayatın bir yüzünde duran anlatıcı hem dışa bakar nem de içteki uğultuva/uğunuşa. Seçtiği, dilegetirdiği izlekfer bir bulıışma noktası oluştursa da; insanın değerler dünyasındaki altüst oluşuna, bilinç kapılarındaki savruntusuna, yok ettikçe yok oluşuna tanıklığı getirir. Düşe sığmış gibi gözükse de, bilincin aralanan ışığından bugüne CUMHURİYET KİTAP SAYI 644 J