Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
estetikten onun kadar söz eden şair az bulunur. Şiirden söz ederken her fırsatta felsefeye yönelir, başka şairleri de böyle yapmaya çağırır. Ona göre "şairlerimiz filozof olmak zorundadır". Neden? Çünkü bizde şiir felsefesi yoktur. Evreni, dünyayı anlatacak, nereyeyöneldiğimizi, ni£İ yaşadığımızı yorumlayacak çok yönü duşün çahşmalan yapılmamıştır. Doğayı, bilimi, sanatı ve felsefeyi iç içe yaşamak ister. Bu bakımdan iyonyalı (Batı Anadolu) doğa filozofları gibidir. Oyle ya onlar da, doğa, bilim, sanat ve felsefeyi iç içe ve tek etkinlik olarak yaşamamışlar mıydı? Anday'ın şiir kuramına göre, yalnız Dionisos'la, o coşkunluk tannsı ile şair olunmaz, us tannsı Apollon da işe karışmalıdır. Sanatta DionisosApollon diyalektiği zorunlııdur. Doğuda "Apollon" olmadığı için orada Batı'daki anlamıyla "klasik' de görülmez. Bizde klasik var mı diye sorar Anday ve bunu tartışmaya açar. Andav yaptığı yolculuklarla ilgili kitaplar da yayımlanmıştır. Anadolu'nun batısındaki ıllere. Rusya'ya, Balkan ülkelerine, Macaristan'a, Fransa'ya gidip oralan gezmiş dolaşmıştır. Anadolu aa ve Sosyalist Ulkelerde başlığını taşıyan kitabında çok ilgi çekici yolculuk notlarını okuyoruz. Anadolu'da değişik uygarlıklardan kalan yapıtları anlatıyor. Milet, Efes, Klazomenai kentlerini anlatırken oralarda doğup felsefe yapan Anaksagoras, Herakleitos, Thales gibi filozof hemşerilerimizden sevgi ile söz ediyor. mek isteyenler batar. Demokrat, laik, bağımsız, özgür Türkiye batmayacaktır. Bütün halkların birbirine dost olduğu, çağdışı önyargılardan kurtulmuş bir insanlığın üyesi olarak yaşayacaktır." Türkiye'yi, Türk kültürünü tanıtmak için nice tasarılar oluşur kafasında, uygulamak ister bunları, vakit kalmaz, görevi 1980'de son bulur ve yurda döner. Anılarını da yazmaya başlamıştır Anday. Anılarının ilk kitabı Âkan Zaman Duran Zaman başlığı altında 1984'te yayımlandı. Buna birinci kitap diyor, bıldiğim kadarıyla arkası gelmedi. Ikinci kitabı yazmaya başlamış olabilir, sayın eşine sormalı. Öteki anı kitaplarına benzemez onun kitabı. Zamansal bir süregidim yoktur içinde. Ne çocukluğunu bulııruz, ne annesini, babasını tanırız. Buna karşılık atlamalı da olsa yazın yaşamıyla, yazıncı dostlarıyla ilgili epeyce bilgi ediniriz. Şöyle diyor: "Bir türlü uyamıyorum sıra düzenine. 1 lerakleitos'un bir daha girilemeyeceğini söylediği akarsuyaboyuna dalıp çıkıyorum..." Anılarının ikinci cildinın daha kapsamlı, daha öznel olacağını söylüyordu. Özeleştiri ve eleştiri de yapacaktı orada. Hazırlıkları vardır sanıyorum, not halinde de olsa bir şeyler kalmış olmalı. Yazımın başında onun denemelerinden epeyce söz etmiştim. Orada değinmediğim pek önemli bir özelliği daha var bu tür yazılarının, ondan şimdi söz edeceğim: Gani Girgin ile diyaloglarından. Gani Girgin, kimi denemelerinde düşsel bir kişi olarak çıkıverir karşımıza, teklifsiz bir dost olarak yazıya girer, anlatmaya ve sormaya başlar. Çoğu zaman eleştiricidir, toplumu eleştirir, Anday'ı eleştirir. Bir düş insanı olduğu halde, yazarı ve okuyucuları "gerçek" dünyaya çağırır, alıştığımız mantığın dışına çıkmamızı ister. Kimi zaman Faust'un Mefistosu gibidir, kimi zaman felsefesi Hilmi Ziya Ulken'in kitabındaki (4) şeytanı andırır, Nurullah Ataç'ın Kezban'ına benzediği de olur (5). Kuşkusuz, bir kukla değildir Gani Girgin, yazarın kişiliğinin bir parçasıdır. llkçağ'ın bilgiç Yunan sofistleri gibi her konuda konuşmaktan zevk alır. Madalvonun öteki yüzünü göstermek isteyen bir doğrucu da olabilir. Bu diyaloglar düşsel de olsa yazıda başka türlü bir devinim sağlamakta, düşünceye yeni boyutlar getirmektedir. Okuyanı çeken bir özelliği de "ironi"dir Anday'ın bu özellik kimi şiirlerinde olduğu gibi yazılarında da belli olur.. Melih Cevdet Anday için daha çok şey söylenebilir, kitaplar vazılabilir, seminerler yapılabilir. Cumhuriyetle gelen şiir, yazı ve düsüncenin en güzel birikimlerinden biridir Anday, çağdaşlaşmamızın, aydınlanmamızın, kültürbilincimizin simgesidir. • Dipnotlar: 1) Anday'ın deneme kitapları sırayla şunlardır: Doğu ve Batı (Ataç Yayınları) 1961, Yenf Tanrılar (Çağclaş Kitap Y.) 1973, Maddecilik ve Ulkücülük (Sander Y.) 1977, Yasak (Çağdaş Kitap Y.) 1978, Sevişmenin Güdüklüğii ve Yüceliği (Çağdaş Kitap Y.) 1990, Yiten Söz (Adam Y) 1992, Geçmişin Geleceği(lşBankasıY) 1999. 2) Gene O Konu başlıklı yazı (Doğu ve Batı'nın içjnde sayfa 21) 3) Dilimiz Üstüne Konuşmalar (Türk DilKurumuY.) 1975 4) Felsefeci Profesör Hilmi Ziya Ulken'in 1942'deyayımladığıŞeytanlaKonuşmalar'da bu türden diyaloglar yer almaktadır. 5) Nurullah Ataç'ın yazılarında adı geçen düşsel bir dostu vardı: Kezban. Ataç, kimi denemelerini Kezbana Mektup olarak yazar, yayımlardı. Melih Cevdet Anday 'ın ardından... OzeleşUri ve eleştiri Nahit Hanım Uçlu'leri Orada da Tamamlandı ERCAN EYUBOĞLU elih Cevdet'in ölümü üzerine edebiyat ve şiir dünyamızın ileri gelenleri görüş ve düşüncelerini belirttıler, belirtiyorlar, belirtecekler. Ben onun Nahit Hanım'la ilişkilendirilmesine değineceğim. Bunu yaparken de, Nahit Hanım'ın son demlerindeki bazı ifadelerinden kimi çevrelerde doğmuş olabilecek "Orhan Veli'nin ölümüne, Melih Cevdet'in sebep olduğu" yanlış ve saçma "bilgi"sinin bir kez daha ve alenen düzeltilmesini amaçlıyorum. Evet, üçlülerden ilki, OrhanMelihOktay. Iluncisi, CemalEdipEce. Ece, Nahit Hanım ve Melih bu yıl ayrıldılar dünyamızdan. Şimdi orada, o "asude bahar ülkesi"nde beraberdirler. Nahit Hanım için Orhan Veli, hele hele Orhan Veli Kanık yoktur, "Orhan" vardır, sade, yalın, düz Orhan; Melih Cevdet de sadece Melih'tir, Anday diye bir soyadı olduğunu bilmez bile: hiç ağzından çıktığını duymadım; Oktay'ın da Rıfat'ı, Horozcu'su yoktur; ikinci adlar, soyadları kullanılmaz (Ben Nahit Hanım'ım. Başka hiçbir unvanı sevmedim ve kullanmadım, diyen "Öğretmen"den de bu beklenirdi). Edebiyat çevrelerindeki bu ilk "Garip" üçlü'nün bireyleri Nahit Hanım'ın gözünde farklı yerlerdedir. "Çok sevdiği" Orhan'a ve "iyi şair" Oktay'a ilişkin notları bir yana koyalım ve Melih'i Nahit Hanım'ın belleğinden anımsayalım. Batı kavparm M Şimdi onun Batı konusuna nasıl yaklaştığını, bu kavramı nasıl ele aldığını görelim: Düşünce tarihinde Batı konusuna bizim kadar yer veren ülke az bulunur, diyor Anday. Balkan ülkelerine gittiğinde bakmış, onlar da Batı'yı arıyorlar, şaşmış buna. Fransa'da dostu Prof. Pertev Boratav'ı görünce sormuş: "Yoksa demiş, Batı Fransa'da, Ingiltere'de olmasın?" Boratav," Vallahi Fransa'da da değil, onu burada da arıyoruz, bulamıyoruz" yanıtını vermiş. Sonunda şöyle düşünüyor: "Batı her an gelişen, yeniden yaratılan, çağdaşlığın oiumlu yönlerini her an biraz dana lcapsayan bir modeldir. Öyle ki, en son kendı içimizde bulacağız onu, dışımızda bir nesne olmayacak, bizimle özdeşleşecek, öznemizden bir parça olacak." Anday, 1979'da Paris'te Türk elçiliği eğitim danışmanı olarak görevlendirilmişti. Iki yd kadar kaldı bu görevde. Oradan yazdıklarını, izlenimlerini Paris Yazıları başlıklı kitabında topladı. Fransa'daki sanatçılarımızla, işçilerimizle ilgilenmiş, onların sorunlarına yardımcı olmaya çalışmıştır. Ama nereye giderse gitsin aklı hep yurdundadır. Türkiye ile Fransa'yı karşılaştırdıkça hüzünlenir, sanatçılarımızın başarılarını gördükçe heyecanlanır, sevinir. Paris'de Closerie de Lilas adtnda ünlü bir kahve vardır, müze gibidir orası. Paris'te bulunduklarında bu kahveye devamlı gelen, dünya sanatçısı, düşünür ve yazarlarının masalardaki plakalarda adları yazılıdır. Anday, bizim şairimiz Yahya Kernal'in de Paris'te iken bu kahveye geldiğini bümektedir. Onun adını arar masalardaki plakalarda. Göremeyince gerekli girişimi yapar ve Yahya Kemal'in adı da bu ünlü kahvedeki adlar arasında yerini alır. Kimi zaman Fransız gazetelerinde Türkiye ile ilgili kötümser yazılar, haksız eleştiriler yayımlanır. "Türkiye batıyor, Kemalizmin sonu geldi" gibi yazılardır bunlar. Onları okuduktan sonra şöyle düşünür: "Büim ve sanat adamları yaratan bir toplum batmaz. Batsa batsa, o toplumdaki bilim ve sanat uygarlığını, düşünme özgürlüğünii yasaklamak, körletCUMHURİYET KİTAP SAYI 6 7 1 dı". "Ayol bunda bi kötülük yok ki, hepsi yüzlerine söylediğim şeyler bunlar" aiye ekleyerek. Fakat Nahit Hanım'ın Cuma Sofraları'na gelip kendi fantazmlarını onun son zamanlardaki belleksel gelgitleriyle birleştiren bazı müdavimler, Orhan ın ölümünden Melih'in sorumlu tutulduğu zehabına kapıldılar ve bu zehabı, gerçeğin kendisi imiş gibi orada burada dile getirdiler. Evet, Dunu ben de duydum, Nahit Hanım'ın ağzından: Orhan, Melih yüzünden öldü, diye. Ama bu onun son demlerindeki ifadeleri arasında yer alıyor ve bunu sağlıklı bir bellekle söylemiyor. Çünkü aynı Nahit Hanım, bu "suçlama 'yı yaptığı gün, bana "Ayol SakaÛı Celal nerde, niye hiç uğramıyor?" diyor ve yine aynı gün, kapıdan girdiğimde, "Sabahattin'den haber var mı?" diye ta 1973'teölenSabahattinEyüboğlu'nusoruyordu. O kadar sevdiği Orhan Veli için de "çirkin", "zampara" nitelemelerini kullanmamış, "Ornan'a cok kızıyorum, niye öldü, ölsün, bi dana ölsün!" dememiş miydi? Bu konuda bazı kaıalardaki bu vahim yanlış bilgiyi düzeltmek, uyanabilecek olan Kuşkuları gidermek gerekiyordu. Gerçekten, Nahit Hanım Çubuk Barajı'ndaki o mahut otomobil kazasının ta 1939 yılında meydana geldiğini, Orhan Veli'nin ise 14 Kasım 1950'deöldüğünü, bu ölümün tıbben 11 yıl önceki bir kazaya bağlanamayacağını bilmez miydi? Gerçi ortada bir kaza vardı, Orhan'ın ölümüne yol açmış olması muhtemel bu kaza ise onun Ankara'da belediyenin açtığı bir sokak çukuruna düşmesiydi, öliimünden çok az bir süre önce. "Melih"in de bir zamanlar müdavimi olduğu "Cuma Sofralan" ile ünlü sevgili Nahit Hanım ile Cumhuriyet'teki Cuma yazıları ile "Bize zor okunacak kitaplar gerek" diyen ve bu yüzden de bazı kolaycı kesimlerin tepkisini çeken Melih Cevdet, artık bir aradalar. Nahit Hanım, kuşkusuz Orhan'ı ve Oktay'ı da alarak, "Ayol Melih'ten ne haber var?" diye özlemle haberini sorduğu üçlünün bu üçüncü ve son üyesine Nahithanımvâri bir karşılama düzenlemiştir mutlaka, Edip Cansevervâri bir masa donatarak, Hasan Ali Bey, Ataç, Turgut Uyar, CemalEdipEce ve daha niceleri. Sadece üzerine konanlarla değil, etrafındakilerle de, "Masa da masaymış ha."> (*) Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesı SAYFA 11 'Cuma sofpaten' Nahit Hanım'ın belleğinden "Ayol Melih'ten ne haber var? Söyleyin ona, çok göreceğim geldi onu, nasıl acaba iyi mi? ' diye ner seferinde sorar, ardından da onunla ilgili bir iki anısını anlatır, hakkında kullandığı nitelemeleri sıralardı. Kaç kez dile getirdi özlemini, kaç kez rica etti benden, "Melih'i bulup kendisine getirmemi". "Orhan çok sar, temiz bir insandı, ama Melih'in mefistovari bir zekâsı vardı, şeytani muziplikleri vardı, sanki yaramazlık yapmak için yaratılmıştı. Orhan'ın da altından girer üstünden çıkar, onu da yaramazlıklarına alet ederdi, düşünsenize ayol, zavallı Nurullah Ataç'ı, bilmem nereye gidiyoruz diye alıp Bentderesi'ne, geneleve götürmek olacak şey miydi? Ama Melih DU, her türlü muziplik, her türlü yaramazlık beklenir ondan. Çok da zamparaydı Melih. Ama hangisi değildi ki? Iki kocamın ikisi de zamparaydı. Cemal zamparaydı. Edip ondan da zamparay