Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Anıların, özlemlerin düslenin hikâvecisi ERAY CANBERK "Önce ekmekler bozuldu, sonra bersey..." ktay Âkbal'ın 1944 tarihini taşıvan hikâye'nin ilk cümlesi... Akbal'ın ilk hikâye kitabının adı Önce Ekmekler Bozuldu (1946) hayat koşulları açısından zor bir dönemi anlatan bir "ibare", bir çeşit slogan olarak kalmıştır. Âkbal'ın yazarlık yaşamı 60 yıh buluyor; ilk hikâyeleri 1930'lu ydların sonlarında yayımlandığına göre 60 yılıda geçiyor diyebiliriz bir yazarın ilk kitabının adıyla anılması, hatırlanması önemlidir; hele 60 yıllık bir yazarlık serüveni söz konıısuysa. Mehmet Seyda'nın edebiyatçılarla konuşarak hazırladığı Edebiyat Dostları (1970) adlı kitaptan öğrendığimize göre Akbal çok genç yaşlardan beri okumakla, yazmakia, edebiyatla iç içedir. Yazar/edebiyatçı olmayı aklına koymuştur. Ortam da kendisine yardımcıdır. Anne tarafından büyükbabası ilk gerçekçi köy romanı sayılan Küçük Paşa'nın yazarı Ebubekir Hâzım Tepeyran'dır. Meliha Güvemli, Zahir Güvemli, Nurullah Ataç gibi edebiyatla içli dışlı kimseler öğretmeni olmuştur. Lise yıllarında Sait Faik'i keşfeder. ilk hikâyeleri yayımlanmaya başlar. Ardından çeviriler gelir. Derken edebiyat çevrelerine girmeve başlar ve birçok şair ve yazarla arkadaş olur... o altında tuttuğu bir "malzeme" olarak vaklaşır. Şöyle de diyebiliriz; geçmişten kaçmaz, hesaplaşması gerekiyorsa bıınu göze alır. Aslında geçmişe hesaplaşmak açısından da bakmaz. Belki biraz çelişik, biraz ters bir yargı olacak ama geçmiş zamanı şimdiki zamanda da yaşar. Hikâye lerine, romanlarına, dahası bütün yazılarına "düşsel" bir hava veren de bu olsa gerek. Demir Özlü bir yazısında Akbal'ın yanını "şiirsel" olarak niteliyordu. Özlü avnı yazısında Akbal'ın çeviri uğraşına da değinmişti. Akbal'ı hikâyeci, romancı ve yazar olarak düşündüğümüzde "edebiyatçı" ya da "edebiyat adamı" olarak da nitelememiz gerekir. 1940'lardan bu yana ortaya kovduklarıyla olduğu kadar yaşantısıyla Ja bu niteleme yerinde olur. J.B. Sartre'dan, Camus'den yaptığı çevirilerle bu yazarları ilk kez dilimize kazandırmıştır. Ister istemez edebiyatçı yanını törpüleyen ga^etecilik uğraşıyfa edebiyat çalışmalarını birliktegötürmek durumıında Kalmıştır. Ama her zaman köşeyazılarında edebiyata açık bir pencere bırakmayı başarmıştır. Edebiyatımızla, yazarlarımızla ilgili sözlüklerde hikâye kitapları ve romanlarından çok deneme, söyleşi, anı türündeki kitaplarının olduğu görülür. Gazetelerde yayımlanan günlük yazılarını topladığı kitaplarda bile bir edebiyat tadı vardır. Hikâye, anı, deneme karışımı yazılarıyla "anlatı" diye nitelenebilecek türdeki yazılarm öncüsü sayabiliriz Akbal'ı. Akbal'ın Şair Dostlarım adlı kitabı da şiire, giderek de şiirselliğe yakınlığının bir kanıtı değil midir? Bir de Akbal'ın bir "Istanbulyazarı" olduğunu unutmamak gerekiyor. Doğup büyüdüğü ve yaşadığı ve yaşamakta olduğu Istanbul'u bütün değişimlerine, çirkinleşen güzelliklerine, bütün olumsuzluklarına karşın anılarıyla, özlemleriyle, düşleriyle yaşatan ve seven bir "Istanbul vazarı"... • Oktay Akbal okuru olmak HİKMET ALTINKAYNAK O Burada 194O'lı yılları düşünüyorum. Edebiyatçıların devam ettiği kahveler, daha doğrusu kıraathaneler, pastaneler, meyhaneler... Âkbal'ın sinema tutkusu ve şiirsel Fransız filmleri... Fatih'te, Şehzadebaşı'da yaşadığı orta halli Istanbul semtleri... Büyükbabasının Erenköy'deki köşkünde yaşadığı yazlar... Babıâli'deki kitapçı, yayıncı, yazar çevreleri ve hayatını kazanmak için başladığı gazetecilik ve gazete çevreleri... Yazlık sinemaları, kıyı gazinolannı da unutmamak gerekiyor. Yazarın köşe bucak Istanbul tutkusu; yaşadığı aşkla, sevdalar, düş kırıklıkları, gönül çırpıntdarı... Bütün bunları düşününce, Âkbal'ın hikâyelerini, romanlarını okuyunca yazarın doğrudan doğruya yaşadığını yazan biri olduğu kanısına varıyorum. Sanıyorum bu kanı ortak bir kanıdır. Anmak ve özlemek, geçmişi düşlemek Akbal'da neredeyse yaşanılan anla art arda gelir. Araya zaman girmesi neredeyse söz konusu değildir. Yaşanılan an hızla geçmişe dönüşür. Daha doğrusu yaşanılan anın hızla geçmişe dönüşeceği, "geçmiş zaman" olacağı bilinci Âkbal'ın yapıtlarında kendini hep duyumsatır. Hikâye ve romanlarında bu yüzden geçmiş zaman kipleri egemendir. Anmak ve özlemek Akbal'ı geçmişi düşlerinde canlandırmaya eötürür. Geleceği düşlediği, gelecekle ilgili tasarılar ya da olasılıkların peşine düştüğü zaman bile gelecekte geçmişi yaşar gibidir. Söz gelişi "Sinemaya gideceğim" demez; en iyimser bir tavırla "geniş zaman"ı kullanır: "Sinemaya giderim" diyebilir. Ama daha çok "dilekkipleri"dir. Akbal'ın hoşuna giden: "Sinemaya gitseydim" der. Gelecek zaman, yaşanacak zaman Akbal'da geçmişlik, yaşanmışhk duygusu yaratır. Bu özelliği yazdıklarına buruk bir tat katar. Akbal'daki anmak, özlemek, düşlemek bir "tutuculuk" havası yaratmaz ama. Geçmişi bütün canlılığıyja, bütün yaşanmışlığıyla biriktirmiş gibidir. Geçmişe sürekli kullanabileceği, hep elinin SAYFA 6 Yaşadığını yazmak ktay Akbal, veni kitabıyla soruyor: "Cüce Ceşme Sokağı Nerde?". Yanıtı da kendi veriyor: Şehzadebaşı'nda... Eklemek gerek: Tabii 4050 yıl öncesinin Şehzadebaşı'nda... Bu soruş, aslında bir sitemi de beraberinde getirmiyor mu? O eski evlere, o eski yapılara gösterilen duyarsızlığa, her şeyi altüst edışe, yok edilişe tepki değil mi? Akbal, Cumhuriyet'le yaşıt Atatürkçü, çağdaş bir yazar. Istanbul Hukuk (1944) ve Edebiyat (1946) fakültelerindeki öğrenimini yarım bırakıp Serveti Fünun dergisinde bir yıl sekreterlik yapar. (1) Bu arada Vakit (1945) gazetesine girer. MEB Tercüme Bürosu'nda çalışır (19471951), ama yaşamı gazetecilikte geçer. Çalıştığı gazeteler arasında Yeni Saban, tkdam, Vatan, Ulus, Milliyet, Cumhuriyet vardır. Öykü, roman, deneme ustalığının yanında 1956'da Vatan'da ba layan köşe yazarlığını Cumhuriyet'tel "Evet/Hayır" köşesiyle sürdürüyor. Oktay Âkbal'ın edebiyata yönelmesi Sait Faik'in Semaver adlı kitabını okumasından sonra anlam kazanır.(2) Edebiyatın insanı kucaklayan havasını keşfeder. Çünkü ondaki insan sevgisi olağa nüstülük taşır. Onun içindir ki, yalnızlığı kendine yasaklar: "Tek başıma kalamıyorum. Ikinci bir kişi beliriyor birden. Hem bildik biri, hem yabancı. Hem dost, hem düşman. Çevremi boş bulunca gelip yerleşiyor yanıma. Oturuyorsam, karşı koltukta. Sokaktaysam, bir adım önümde. Koluma giriyor. Yüzüme gülüyor. Kaşlarını çatıyor. Hemen kalabahğa dalmalıyım. Hemen radyoyu açmalıyım. Hemen biriyle konuşmalıyım. İlk karşılaştığım adamdan ateş istemeliyim, yol sormalıyım. Bir kadına bakmalıyım. Bir kahveye, bir sinemaya dalmalıytm..." Bu sözlerle başlayan kitabını kaleme alır ve "Yalnızlık Bana Yasak" der.(3) Oktay Akbal'ın insana olan sevgisi bununla kalmaz "însan BirOrmandır" ile sürer... Bu yapıtında yaşamıyla, geçmişiyle hesaplaşır, yolunu yeniden belirler...Bunu belirlerken de "nerkesin yaşamının bir orman" olduğunu vurgular. Daha önce çeşitli yazılarımda değindiğim gibi, Oktay Akbal Türk öykücülüğünün kurucularından sayılan sait Faik ve Sabahattin Ali'den sonra öykücülüğümüzde yeni bir kilometre taşı olarak önem kazanır. Çağdaşı yazarları etkiler, Fransızcadan yaptığı çevirilerle de edebiyat dünyamıza önemli katkılar sağlar.(4) Oktay Akbal, Türkçeyi zorlanmadan kullanır. Bu onun yapıtlarına kalıcdık sağlayan öğelerden biridir.(5) Oktay Akbal'ın okurları bilir. O, her yazısında önce sizi kendi dünyasında gezdirir. Bu gezide ele alacağı güncel soruna dikkat çekerek başlar, ardından elinizden tutar, düşüncelerinizden yakalar, geçmişe bir yolculuk yaptırır, biraz sarsar, sonra yüzünüze bir avuç soğuk su serperek, sizi uyandırır, yeniden o gerçeğin içine bırakıverir. Oktay Akbal'ın her yazısı romantizmin kilometre taşla olayları bir bir sıralar.(6) Şehzadebaşı'ndan başlayan çevre, Fatih'e, Eyüp'e, Kumkapı'ya, Eminönü'ye, Istanbul'a doğru genişler... Zaman zaman araya dostları anma girer, zaman zaman dostların kitapları... Örneğin Cüce Çeşme Sokağı'nı gezerken sesler, şarkılara dönüşür. Yesari Asım'ın, Münir Nurettin'in sesleri boşlukta yitip giderken kırmızı tuğlalı evde toplanan genç şairleri anımsar: Ziya Osman, Sabri Esat, Yaşar Nabi, Kenan Hulusi, Cevdet Kudret'in 'Yedi Meşale' dergisini hazırladıkları, şiir tartışmalanyla yaşadıkları evi yerli yerinde, bulur... Ama anlamsız bir yapı, der. Bomboş, insansız, yaşamsız... Onünden her sabah geçtiğim bu evde bir yazın olayının hazırlandığını nereden bilebilirdim, diye sorar. Bu otuzlu yıllardır... Oktay Akbal, bu otuzlu yıllardan hemen günümüze gelir, bir başka sanat olayıyla Dİrleştirir ve Refik Durbaş'ın 'Istanbul Hatırası' kitabındaki dizeferle aktarır: 'Aeop Arad Tarabya'dan inerdi Oktay Akbal Fatih 'ten Fener'de bir yazlık smemada Buluşurdu düşlert Önce biriket duvarlar yıkıldı sonra sandalyeleri çürüdü kıştn yagmurundan yazın tozundan ve uzun bir süre çocuklara bir amt heybetiyle perdeleri yazı tabtası oldu şimdiye betebe suratlı apartmanlar yükselmekte vaktin astrdığı bedenlerinden Beyoğlu sinemalan durup dursun zamanın aralığtnda Ama kim hatırlar şimdi Şehzadebaşt konaklannt.'ö) Oktay Akbal'ın bu kitabında da hep anışlar, şair yazar arkadaşlan, hep iyi, güzel, değerli olanları özlemeler vardır. Bunu girişte değindiğim gibi, öylesine büyülü bir biçimde yapar ki, Oktay Akbal mührünü basar... • (1) Oktay, Ahmet, Cumburiyet Dönemi Edebiyatı, Kültür Bak. Ya., Ankara 1993, s. 261. (2) Bezird, Asım, Oktay Akbal, Altın Kitaplar, htanbul 1991, s. 36. (i) Akbal, Oktay, Yalnızlık Bana Yasak, Milliyet Yayınları, Istanbul 1996, s. rı gibidir. Bir alışır 7. Oktay Akbal, Hlkmet Altınkaynakia »ırıiKte sanız, kolay kolay hırakamazsınız. Ba;;ımlısı olursunuz... "Cüce Ceşme Sokağı Nerde?" kitabına gelirsek, burada da Oktay Akbal, seçip getirdıği dostlarını, çevresini, (4) Alttnkaynak, Hikmet, DünyayıPaylasan Yazarlar, Gendas Yayınları, Istanbul 2001, s. 236. (5) Önertoy, Olcay, Cumburiyet Dönemi Türk Roman ve Öyküsü, Türkiye /.) Bankası Kültür Ya., Ankara 1984, s. 140 (6) Akbal, Oktay, Cüce Çeşme Sokagt Nerde?, Literatür Yayınları, 2001. (7) a.g.y., s. 4. CUMHURİYET KİTAP SAYI 621