22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kapak konusunun devamı. *" vaş gerçekleri. Ha girdik gireceğiz savaşa. Ha askere alındık alınacağız kuşkusu, korkusu... O günlerin öyküsii işte... Altmış yıllık bir öykü. Ya da bir yaşantının edebiyata geçmiş bir parçası, bir anı, bir duyarlığı... Bu konuya daha önce de değinmiştim. 1979 yılıydı. Şöyle diyordum: "Bir yazar kendı kitabından söz eder mi? Alışılmadık bir şey... Önce Ekmekler Bozuldu'nun yenibasımını gözden geçirirken yıllar, yıllar önceye gittim. Gitmek istedim. Ne var ki günümüzün içine demir atmışız, kıpırdamak olanaksız. Geçmiş, geçmişte kaldı. Anılar da eskidi, tükendı. Bambaşka biçimler aldı hepsi. 'Önce Ekmekler Bozuldu' öyküsünü yazdığımda tam 21 yaşında idim. Yıl 1.944... Savaşın en korkunç zamanı... Öğrenim ydlarımız bir heyecan içinde geçti. Savaşa girdik giriyoruz, ha bugün na yarın diye diye... İ941'de liseyi bitirmiştim. Okullar nisanda tatil edıldi. îstanbul boşaltıldı. Trenler, kent halkını Anadolu kasabalarına indirimli taşıyordu. îstanbul'da evler, eşyalar ucuz ucuza satılıyordu. Alman orduları Balkanlar'a inmişti, Yunanistan düşmüştü, Bulgaristan Nazilerle işbirliği yapmıştı. Türkiye kuşatılmıştı. Karartma gecelerinde, vesika ekmeğiyle 'kendi' savaşımızı yaşıyorduk... 'Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey' diye başlar. 'Çünkü dünyada savaş vardı. Insanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürüyorlardı,' diye sürer o öykü... Bir yabancı gibi okuyorum kendi yazdıklarımı şimdi. Nerde yirmi yaşın kişisi, nerdeşimdikikişi! Kişi olarak karşılaşsak geçmişimizin 'insan'ı ile, ne yapardık acaba? Bugün karşılaştığım genç yazarlarla, yirmisindeki yazın tutkunlarıyla konuşurken kendi yansımamı bulmak istediğim olur arada... 'Böyle miydim ben?' derim. Bağışlaytn beni, kendi yapıtımdan söz ettiğim, alıntılar yaptığım için... Ne var ki bir kuşağın, bir çağın yaşamıdır, duygulanmasıdır, yitirdiği değerli zamana acınmasıdır bu biraz da... Buyüzden değil mi Önce Ekmekler Bozuldu'nun öykü olarak, hiç değilse bir ad, bir simge olarakk bıınca yıldır etkisini sürdürmesi... Yaşamdan, insan gerçeğinden koparılan bir parça, bir kesit, bir duyarlılık anı olarak... îlk öykülerimle son yazdıklarım arasında bir aynm varsa yülann kazandırdığı belirli bir ustalığın ağır basmasıdır. Yoksa ben o gençlik öykülerimin insanıyım yine. Ama bugün bu denli içten olamam, bu denli yakn, bu denli açık, bu denli an..." Öykü ve romanlartmzda bireymekân ilişkisini nastl ele alıyorsunuz? Değişim süreci içindeki kentlâerin ve htanbut'un bu bağlamda konumu nedir? Size bir kent yazan diyebilir ıniyiz? Kent yazarı, köy yazan diye bir aynm nasıl yapılır? Ben Istanbul insanıyım. Yoksul semtlerde de yaşadım, varlıklı yerlerde de... Iç dünyama değişik dış etkenler girdi, karıştı, bütünleşti. Yazar, denilenlkişi yaşamın hangi çizgisindeyse, hangi aşamasındaysa, onu yazar, çaresiz. Serüvenler aramaz. Istese deyapamaz, yaptırmazlar. Benim için en güzel yazıyı Atillâ Ilhan yazmıştır. 'Eksik Firari' demiştir... Öz olarak, anlam olarak bir yazan iki sözcükle tanımlamaktır bu. Bu, bensem de, bir başkasıysa da... Kimıanlatdarınızdayenibiredebıtür adt gibi bir niteleme var: "öykücük" diyorsunuz. Öyküden biraz farklı, değiniden epeyce uzak, biraz da amya yakın olmalan nedeniyle mı? Bir heykel nasıl yapılır? Önce bir kalıp alınır, mermer, taş, tahta. Oyarsınız, kesersiniz, biçersiniz, fazlalıkları atarsınız. Bir biçim çıkarırsınız. Yine atarsınız SAYFA 4 Cumhuriyetle yaşıt bir öykücü Oktay Akbal y söylemişim: "Sabahtan tepelere çıktım. Bir esin çekti sanki. Papatyalar açmış. Boğaz ayaklarımın altında. Bütün bu evler sabahtan akşama kadar denizle karşı kar mal'in 'Murtaza'sı. Yazar onun sayfalarını çoğalttı, öykü önemini yitirdi. Daha njce örnek var. "Öykücük" konusuna yıllar önce değinmiştim. Yeryüzü Korkusu adlı kitabımda da vardır. Bakın o günlerde ne orasını burasını. Şiir de, öykü de, romanda öyledir. Ne kadar gereksiz yanı varsa çıkarmak gereklidir. 'îki sözcükten en kısasını seçin' der Flanbert. Yetmez, yazdığı cümleleri yüksek sesle okuyun der, her cümlenin seslenişlerini duyun, der... Ne kadar kısa, ne kadar öz, ne kadar yalınlaştırmak olasılıgı varsa, o kadar iyidir, o kadar gerçektir. Birçok kez düşünmüşümdür, o beş altı yüz sayfalık kitapları bana verin yarıya indireyim, çok daha güzel olurlar. Örnekse Orhan Ke Penceremin önünde deniz olmalı. Özlemimbu. Büyükbirözlemmi.bilmem. 1930 yazını Istinye'de geçirmiştik, koyda bir Ermeni evinin üst katındaki iki odada... Sonra annem çok anlattı, hatırladıklarım belki de ondan, onun sözlerinden. Ben bir kayıkhane hatırlıyorum, iki kez de denize düşüşümü. Bir de sandaldan balık avlayışımızı. Boşu boşuna! Yok, başka anılar da var. Altınordu Kulübü futalarının birbiri ardına geçişi, sabah uyanırken duyduğum motor patpatları, bir de Necip Celâl'in Istinye iskelesine bakan yalısında çaldığı piyano parçaları. Maziler, Sunalar... Bir yokuşlardan indim caddeye. Istinye, şu aşağısı... Yeni kitabıma bu adı koydum: îstinye Suları. 'Öykücükler' dedim bu kitapta yer alan yazılara. Ben türlerin ayrımına inanmıyorum, öykü, roman, deneme, öykücük. Ne ad verirseniz verin. Elimde olsa 'yazılar' derdim hepsine, siz öykü sayın, anı sayın! Bunlar da öykücük işte, ne yapalım. Severseniz okursunuz, benimsersiniz. llle de okuduğumuz şeyi 'bu hangi türde acaba' diye tanımlamak mı gerek? Yazı işte, yazı! Bir gün tüm kitaplarımı bir dizide toplarlarsa şöyle yazsınlar başına: Yazılar." Kitabınızın albüm bölümünde iki şıiriniz yer alıyor. Neden btrakttnız jiirı, diye sormak istıyorum. Ancak şıırsel ta "Bir şarkı, bir şiir gibi... ALPAY KABACALI T ürkiye'de "fıkra yazarlığı" olarak başlayan "köşe yazarlığı "nın nereden nereye gcüdiği elbet bir gün incelenecek. Böyle bir inceleme, basının geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine önemli veriler sağlamakla kalmayacak; toplumumuzun değer yargıları ve yönelimleri üzerine de önemli ipuçları verecek. Bugün için, birtalum gözlemlerle yetinmek zorundayız. "lstisna"ların kurafı bozmayacağını, Cumhuriyet gazetesinin 'dinozor'larının bu 'istisna'lar içerisinde yer aldığını belirttikten sonra, şu gözlemlerimizi ortaya koyabiliriz: Köşe yazarlığı ne yazık ki bu sözü kullanmalc zorunaayız"ayağa düşmüş"tür... Gazetelerin herköşesi, yazar demeye dilimizin varmadığı kimselerin yazılanna açdmıştır. Bunlann anlatım yeteneği ve Türkçesi, "kompozisyon ödevi" yazmaya bile yetmeyecek düzeydedir. Birkesimi "havaiyat"la uğraşır. Bir kesimi güncel olay ve olgulardan ötesine uzanacak edinimden, düşünsel yetenekten, dünya görüşünden yoksundur. Belirli çevrelere hoş görünerek ya da alttan alta "köşe dönmeciliği" savunarak "işi idare ederler". Belirli bir dünya görüşüne, geniş bir kültüre dayanmayan, sabun köpüğü gibi uçup giden yazıları, son dönemlerde yaşadığımız değerler karmaşasının somut örnelderi olarak kalacaktır geleceğe... Geçmişte köşe yazarlarının çoğu, aynı zamanda edebiyatçıydı. En azından, Türkçeleri ve üsluplanyla bağlarlardı okurları kendilerine. Güncel olaylardan yola çıksalar da, kendi doğrularını ve inandıkları değerleri savunurlardı. Bunlann, koşullar yüzünden yeterince "cesur" olamadıkları, toplumsal ve siyasal eleştiriden özellikle kaçındıkları görülürdü. ("Dönekler" yok değildi; bunları Türkçeleri, üslupları okuturdu.) Böyle bir ortamda yazarhğa başlamış olup da köşe yazarlığı alanında büyük atılım yapmış, güncel olayları değerlendirirken edebiyat tadında, felsefe tadında, yarına kalacak yazılara imza atmış bir IInan Selçuk'un varlığı, büyük kazantmdır. Oktay Akbal'ın köşe yazarlığına baktığımızda, aynı ortam içerisinde yetişen bir edebiyatçı olduğunu, başladığı günlerden bu yana hep aynı doğruları, aynı değerleri savunduğunu ve edebiyattan hiçbir zaman kopmadığını görüyoruz. Günümüzün en "lcıdemli" köşe yazarlanndan biri olan Oktay Akbal'ı, bu alanın bir "uzun mesafe koşucusu"na benzetebiliriz. O, aynı zamanda, öteki köşe yazarlarıyla benzeşmeyen birçok yönleri olan, 'ken dine özgü' bir köşe yazandır. bal'ın köşe yazarlığını) oluşturan öğeler? Anılar, anılar... Oykii ve romanlarında önemli bir yeri olan anılar, köşe yazılannın da vazgeçilmez öğesidir." Anısız yaşanırmı?" der. "Yaşamın kendisi anıdır. Bugün geldi, yarın gelecek, öbür gün bilinmez! Beş dakika sonrası da..." (s.15) Bunun, "zamanın değerini bilmek"le (s.51) ilintili olduğu açık... Birbakıma Î.Z. Eyuboğlu'ndan alıntıladığı şu düşünce: "Yaşanmış anılar insanın canlı gerçeğini yansıtan belgelerdir." (s. 105) Ucu anılara açık kitabın sonunda yer alan, Akbal'ın yaşamına iüşkin belge ve fotoğraflarla pekiştiriliyor DU... Anılar edebiyatçılara ve edebiyata götürüyor. Yazılannda, bir yerini getirip, edebiyatçı dostlarını anmaktan, edebiyat anılarını tazelemekten özel zevk alıyor Akbal. Şöyle de diyebiliriz: Edebiyatçı dostlarını andığı, şair dostlarından dizeler aktardığı yazılar yazmaktan hoşlanıyor daha çok. "Şiirler anımsamalı," diyor; "kendim yazmış gibi duyduğum dizeleri..." Bir aizin yapılsa, çoğu yerli (edebiyatçı, dostu), birazı da yaLancı, yüzlerce edebiyatçının adıyla karşılaşırız. " Yazmak Yaşamak", Olctay Akbal'ın ki Son kitabı Cüce Çeşme Sokağı Nerde?, yayınevinin " I'anıklıldar Dizisi" içerisinde yer almış olmakla ve kitabın başına yazdığı "Önsöz Gibi" sunuşta çocukluk, ilkgenclik çağından söz etmekle birlikte, onun köşe yazarlığının "tipik" diyebileceğimiz örneklerinin yer aldığı bir kitap olarak dikkati çekiyor. Nedir bu kitaptaki yazıları (genellersek, Oktay Ak taplarından birinin adıdır. Yazmak, yaşamak demektir ona göre. "Anılarda Istan bul'u yaşamak", elimizdeki son kitabında yer alan yazılarından birinin başlığıdır. Bütün bu öğeler, Oktay Akbal'ın yazılarının aynı zamanda birer "günlük" olduğunu ortaya koyacaktır. Bu günlükleri köşe yazısına dönüştüren, yazannın, aynı zamanda günün siyasal olaylarından, toplumsal sorunlarından CUMHURİYET KİTAP SAYI 621
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle