23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Karanlmın kirli tarihi ERTEKİN AKPINAR 1 997 yılnın Ekim ayında Şilı'li diktatör Pinochet Londra'da tutuklandığında, Ariel Dorfman The ü b server gazetesine şunları yazmıştı: "Inanın bana General, Londra'da tutuklanmamız başınıza gelebilecek en iyi şeydi. Chalse'de gönlünüzce yürüyememek, geleceğinizin sizler için neler hazırladığını bılememek hoş değildir bunu anlıyorum. Şilililere sorun, adamlarınızın gece yarısı onları almaya geldiğinde, Londra'da beş yıldızlı bir klinikte değillerdi... Ölüm cezasına inanmadığımı bilmenizi isterim. Ben insanın kurtuluşuna inanmnı. Hatta sizin kurtulusunuza bile. Bu yüzden son yirmi beş yıldır ölmeden önce en az bir kere mavi gözleriniz, oğullarını, kocalarını ve kardeşlerini kaçırıp yok ettiğiniz kadınların siyah gözlerine baksın istedim. Tann'ya inanırsınız General, bu nedenle bilge, şevkatli ve güçlü tannnızın hayatmızın sonuna doğru size gönderdıği §eyi deşifre edebilirsiniz: Pişmanlık duymaşansı. Af dileme ve ölülerimizin nerede olduğunu bize söyleme şansı. Biliyor musunuz bu bana yeter." Aslında hiç birinin bir diğerinden farkı yoktu. Almanya'da Hitler'in, ltalya'da ki Mussolini'den, lspanya'da ki Eranko'nun, Portekîz'de ki Salazar'dan veya Arjantin'de ki Vidala'nın diğerlerinden. Bütün bu diktatörler ülkelerine acı, kan ve göz yaşından başka ne vermişlerdi ki? Hepsinin eli, kendi ülkelerine kana bulanmış bir iktidarın acımasızlığını yaşatmıştı. Sadece "af dilenmesi" ve "ölülerinın nerede olduğunu" bilme hakkını isteyen bir yazar, katil bir diktatörün bile yaşama hakkını savunmasından yana. Yine aynı yazı da Dorfman, "General, biz demokrasimizi geri aldık. Ama onun ne kadar derinlere inebileceğine dair sınırları siz koydurıuz" diyordu. Yirmi beş yıl boyunca ezic ve karanlık ruh halini bir ülkeye yaşatmak ancak bu kadar karmaşık, belirsiz bir ruh hali yaratabilirdi. Tarihte faşizmi yaşamış bütün ülkelerin kaderi biraz belirsiz ve karanlıktır. İnsanı mutsuz eden bir tarihimiz var bizim. Erbil Tuşalp'in yeni çıkan kitabı, "BozkurtlarTöreden Partiye"* kendi deyimiyle, "yakın tarihimizi yoğun bir kesitini" (Sy. 5) ele alıyor. ükudukça insanı şaşırtan, bu da olmaz olmamalı dercesine insanı zaman zaman deliliğe, zaman zaman da öfkcye sürükleyen bir kitap. Şimdi neresinden anlatsam bir diğer tarafı eksik kalacak bir kitap bu. Onun için hemen şunu söyleyeyim: Bu kitap, kesinlikle okunması gereken bir ibret vesikası. Hele kitabın Sekizinci Bölümünde (sy. 293) sorulan sorulann bir çoğunun yanıtı bilinmesinc karşılık, bugün hâlâ adli makamlarca bir türlü nihai bir sonuca ulaştırılmarnası insanın öfkesini daha da arttınyor. Kime güvenmeli ve inanmalıyız? Kitabın sonundaki belgeler kısmına özellikle dikkat etmenizi isterim. Bu bölüm de Abdi Ipekçi'nin kızı Nükhet îpekçi Izzet'in mahkemeye yaptığı bir konuşma metninde şunları söylüyor: "Ben burada, babasının bedenine sıkılan kurşunlann açtığı deliklerden akan kanı, yirmi yıldan bu yana durduramamış ^^^^m,Mk^ bir eylat konumundayım. Gerçeğın ortaya çıkanlmasın da bu ana kadar hiçbir katkıda bulunmamış bir müdahil durumundayım. Zaman hiçbir acıyı dindirmiyor, hiçbir katilin katilliği de zamanla azalmıyor... Ben, yirmi yıldır bu hukuksuzluğun, bu bilinmezhğin, bu düşman tarafın varlığının ağırlığını üzerinde hissederek yaşıyorum..." (sv 349) Bugün herkes Abdi Ipekçi'nin katilinin kim olduğunu biliyor! Ümit Kaftancıoğlu'nun.CavitOrhan Tütengil'in, Doğan Oz'ün, Bedrettin Cömert'in, Taylan Özgür'ün, Kemal Tiirker'in, Asım Bezirci'nin, Metin Altıok'un, Turan Dursun'un, Bahriye Üçok'un, Deniz Gezmiş'in, Yusuf Aslan'ın, Hüseyin Inan'ın, Erdal Eren'in ve daha birçoklannın da katillerinin kim olduğunu biliyoruz! Bu "guzel" insanlar hangi nedenlerle öldürüîdü? Bu sorunun ya da bu sorulann yanıtını bulabiliyor muyuz? Bu insarıları öldürenlerin amacı neydi? Bu cinayetleri işleverek amaçlarına ulaştılar mı? tşte görüldüğü gibi sorular soruldukça uzuyor. Yanıtlar bulundukça insanın canı acıyor. Hem dc üyle bir acıyor ki, insanın yaşadığı yüzyıla lanet edesi geliyor. Peki bu cinayetleri işleyen kimler? Amaçları ne? Ve bu kişiler kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Erbil Tuşalp bu kitapta biitün bunların yanıtını ararken şunu da söylemeden edemiyor: "Örgütün, soğuk savaştan esinlenen modeli, silahları, ruhsatıan, yeşil kırmızı pasaportları, devlet ve siyaset adamları, asker ve sivil bürokratları, polisleri, ajanları ve kan dökmeye can almaya devam eden yeraltının karanlık adamları var. kısaca o cephede değişen hiçbir şey yok, ama bize aeğişti diye dayatıyorlar' (sy. 5) Evet aslında durum tam da böyle. Evet artık sadece kesilen bıyıkJar, değiştirilen beyaz çoraplar ve boyuna takılan kravat vardı. Ve bu şekil değişikliğine onlar "değişim" diyorlardı. Bakmız Erbil Tuşalp kltabm 3435 sayfalaanda neler yazıyor: "19741980 yılları arasında otobüs tarama, öğrenci ve işçi topluluklarının üstüne patlayıcı atma olaylarında 177 insana kryan; Balgat, Piyangotepe, Bahçelievler, Mecidiyeköy Pasajı, Barbaros Kıraathanesi, Yükseliş Koleji gibi 13 toplu katliama girişimimde77 insanı yok eden; Kahramanmaraş, Çorum, Malatya, Elazığ'da yaşanan gerici ayaklanmalarda 129 insanın yaşamı nı noktalayan bir sıyası hareketin değişimini saptamak için tarihi sorgulamaktan başka çare kalmıyor." Bu tarih size bir şeyi hatırlatıyor mu? Yoksa unuttunuz mu? Unutmanız aslında doğal! Onlar da bu tarihin unutulmasını istiyorlar. Pek kayda deöer bir şey olmadıgını söylüyorlar. "ünlar" kim mi? Değışenler tabii, töreden partiye doğru yol afanlar. Aslında bizce de pek bir şey olmadı. Mercedes marka bir otomobil Kuşadası'ndan tstanbul'a doğru gelirken Susurluk'ta bir kamyona çarptı. Buraya kadar her şey doğal. Doğal olmayan arabanın içindeki kişilerin bir araya eelme biçimiydi. 20. Dönem DYP Milletvckili Sedat Edip Bucak, Emniyet Müdürü I lüseyin Kocadağ, Gonca Us ve Interpol tarafından kırmızı bültenle aranan Mehmet Özbay sahte kımlikli Abdullah Çatlı. Bu garip buluşma biçimi uzun süre zihinlerimizi karıştırdı. Belki de onlar açısından her şey o kadar karışık değildi. Nitekim dönemin iktidar da Dulunan parti başkanlan DYP Başkanı Prof. Tansu Çiller, "Kurşun atan ua yiyen de şereflidir", Prof. Dr. Necmettin Erbakan ise "Susurluk fasa fisodur." diyerek bu olayı geçiştirdiler. Bu bir sonuçtu. Birçok olay gibi... Bu kazadan sonra hayatımızın değişeceğini ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylediler. Tıpkı 17 Ağustos depreminde olduğu gibi. Ama ne oldu ben size söyleyeyim mi? Her şey eskisinden daha beter! Örnek mi? Işte hayata dönüş operasyonlannın sonucunda ölen insanlar. Işte aclık grevlerinin devam eden 300. güniinde ölen 30 insan ve her an katlanarak artacak ölümler. Ne acı. Biz, Nâzım Hikmet'i Moskova'da, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'yı da Paris'te ölüme itmiş bir ülkenin insanlarıyız. Bu acı aşağılanma bize ycter! bize yeter! "Türk" kimdir diye sorunca, gülüyorsunuz değil mi? Ben de başlangıçta güldüm. "İnsan, insandır" diye dedim. Ama hayır, öyle değilmiş. Bakın, MHP'nin 21 Mart 2000 tarihinue Samsun'da yapılan 8. Türk Kurultayı'nda Türklerin tanımı yapılmıs: "Kafası yuvarlak, teni beyaz, burnu düz. Çenesi değirmi olup, saçları hafif dalgalı, sakalı bıyığı orta gürlukte, gözleri parlak, yüzü değirmi, endamı gü Tarfh: 03.11.1996 zel..." (sy. 18) Peki siz bu tanıma uyııyor musunuz? Gerçekten insanın inanması çok güç seyler bunlar. Hatta, insanın insanlığındanutanmasınıcerektirebilecek tanımlar bunlar. Bakın bu tanımlamaları yapanlar zamanın içinde neler yaptı lar; "Artık değistiği savlanan MHP'ninCumhurbaşkanlığı konusundaki tutumu eski tas, eski hamam özdeyişine haklılık kazandırıyordu. Anayasa Başkanı Ahmet Necdet Sezer'in Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda "tarihi uzlaşmaya" inıza atan beş partiden biri olan MHP, Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu'nun adaylık başvıırusunu 1970 yıllaruaki şiddet yöntemiyle önlemeye çalışıyordu. Şevkat Çetin, Cemal Enginyurt, Ahmet Ersoy ve arkadaşları meclisi bastı, yumruk attı, küfür etti, başvuru dilekçesini yırttı, tabancasına davrandı, polis döv dü. Somuncuoğlu'na "bedel ödeteceği" tehdidinde bulundu, "törelerin çalışacağını" söyledi. (sy. 80) 19 Aralık 1978 günü Kahramanmaraş'ta Çiçek Sinenıası'nda patlamaya başlayan olaylar, "Kanımızalcsadazaferlslamın"sloganlanyla, "111 yurttaşın, akıl ve ahlak dışı yöntemlerde hunharca öldürüldüğü Kahramanmaraş kırımı Ülkücü bozkurtlaruı en vahsi eylemlerinden biri oldu" (sy. 176) "Ulkücü bozkurtların katıldığı cinayeder 1980'le birlikte vahşi bir nitelik kazanmaya başlıyordu. Yılın ilk altı ayında kaçırdıkları 33 kişi, naylon iple ya da telle boğularak, tecavüz edilereK, işkence yapılarak öldürüldü" (sy. 189190) Aslında bu örnekleri uzatmak oldukça mümkün. insanın sabır zorlayan cinayetler, sinirlerini bozan konuşmalar ve yaşadığı hayattan bile nefret ettirecek nedenler... Erbil Tuşalp'in bu kitabını okurken öfkelenmemek mümkün değil. Yaşadığımız hayatı bu kadar değersiz leştiren, bu kadar anlamsız hale gctircn ve bütün bunları yaptıktan sonra sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranmya çalışan "töreliler"den biri Ayvaz Gökdemir bakın 1976yılında MHP'nin "Program Geliştirme Semineri"nde dinlemeye gelenlere bakın ne diyor: "... Kesin olma ya sert olmaya mecburuz. Sizler beninı dava arkadaşlanmsınız. Ben varken size kimse zarar veremeyecektir. Ama hata yaparsanız kafanızı kırma hakkını kendimde görürüm... Milleti kurtarmak için gerekirse bazı keller kesilir" (sy. 270) Işte yukarıda tanımladı "Türk' aynı zamanda bu işleri de yapan kişiydi. Italya'da Mafyaya karşı Temiz Eller Operasyonunu yürüten savcı o dönem de araştırmaları konusunda gazetecilere bilgi verirken şunları söylüyordu: "Mafya li derleri ve ounlarla işbirliği yapan siyasiler, kara para aklayanlar, uyuşturucu çeteleri yıl larca burada yani "Palermo'da hayata karşı blöf yapamazsınız' diyorlardı. Ama ben şimdi bu masada o blöfü görüyorum" dediğinde bütün olayları tek tek çözmeye başlamış ve bütün kirli çamaşırları ortaya dökmüştü. Erbil Tuşalp'in bu kitabını okurken sık sık Palcrmo'lu savcının bu açıklamasını dü şündüm. Sonra tekrar kitabı okudum. Kitap bittiğinde yüz kaslarımın tamamen kasıldığını fark ettim. Acı bir bilgiydi bu kitap. Çağına tanıklık eden bir yazarın unutulmasını istediğı şeylerdi. Keşke bütün bunlar doğru olmasaydı ama doğruydu da. Zaman sadece acıyı unutturmuyor. Bu kitap işte o acının bir sembolü... • (*) Bozkurtlar "töreden partiye" Erbil Tuşalp, Dotıkışot ttye Yay, 2001, 395 sy. SAYI 904 "TÜrirKlm*? Pakl Ya Bbf Hayata Karçı... m ım ^^ ^ ^ E r b | | T u ş a | p . | n y e n i ç ı k a n k ( t a b , "BozkurtlarTöredenPartlve"kendideylmlyle,"vakıntarihimiziyoflunbirkesltlnl"ele alıyor. Yavuz Baydar ve Erbil Tuşalp blrllkte... SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle