15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

da kitap nerdeyse, ele alınır, göz gezdirilir meta olmaktan çıktı." (s> .453) fiziksel özelliklerini özümsemekle başlar. Diyelim kı Zen telseresını hiç bilmeden haiku okumaya ba^ladık, Japon sanat ve kültürüne de tamamen yabancıyız, yine de bu küçük şiirlerden zevk alıp, sanatsal değerlerini anlayabiliriz. 575 heceli üç dizeden oluşan haikunun hissedilen ilk özelliği dondurulmuş zaman dilimleri sunmasında yatar. Bir anın, sonsuzluğa uzanan resmi gibidir. Süregelen bir dııygunun çok yoğun olarak yaşandığı bir anı anlatır: "Birden bir ürperme/ odamda ölmüş karımın/ ayağıma takılan tarağı" (Taniguçi Buson, Çev.: Cevat Çapan) ya da "giden bana/ ve kalan sana/ iki ayrı güz (Ryoto, Çev.: Cevat Çapan) örneklerinde olduğu gibi, bir tek duyguyu başka şeylere göndermeler yaparak anlatır. Haikularda anlatılan anlar, tam da ürperti duygusu yaratır. Şairin, Gautama Buda'nın aydınlanması gibi bir anda farklı boyuta gittiği hissedilir Anlatılan dondurulmuş anlar, bir aydınlanma ("satori") anıdır. Onceden fark edilmeyen bir şeyin, ani bir ses patlaması gibi zihne girmesine benzer. Haiku şaırlerinin mevsimleri ve zamanı temel konu olarak seçmelerindeki neden de, sonsuzluk içinde bir anı yakalamaktan kaynaklanır. Bir çiçeğin üzerine düşen çiğ taneleri, bir daha asla aynı çiçeğin üzerine aynı çiğ tanesinin düşmeyeceği bilincini de beraberinde getirir. Şair, akan zamana karşı direnen, her anın içindeki sonsuzluğu yakalamaya çalışan biridir. Haiku geleneğinin en önemli ismi Matsuo Başo (16441694), muz ağacı yapraklarından yapılmış kulübesinde çok sade, azla yetinen bir yaşam sürdü; muz ağacı anlamına gelen Başo adını da basit kulübesinden aldı. Kendinden önce fazla edebi değer taşımayan, dedikodu türü gündelik değinmeler için kullanılan 'haiku'ya değer kazandıran ve türün kalıcılığını sağlayan o olmuştıır. Zen felsefesini öğrenip benimseyerek dünyanın anlamını şiırinin yalın düzenı içine sığdırmaya, küçük şeylerde saklı umutları açığa vurmaya ve bütün nesnelerin birbiriyle ilişki içinde olduğunu göstermeye çalıştı. Başo'nun şiirini anlatmak için kullanılan "sabi" deyimi, yaşlı, solgun ve göze batmayan şeylere duyulan sevgi anlamına gelir. Bu deyim, belki hem onun şiirini hem de gözden uzak sürdürdüğü yaşamıyla onu ifade ediyordu. • [email protected] "...bu memlekene en çok teşvlke muhtaç olan sanattır..." Batılı gözüyle haiku Ahmet Muhip Dıranas'ın 'şiir' ve 'haval' iklimine bir de sanatı eklemek gerekiyor. Biz sadece burada şairin resme karşi sevgisini, tutkusunu belirtmeye çalışacağız. Dıranas, dünyayı sanat gözüyle görür, algılar, irdeler ve oradan kendine özgü konular çıkartır. Şair sanata ilgisini şöyle anlatır: "...Arada sırada, şimdi açıkîıyorum, resim de yapardım. Sanat denen harikulade alevin etrafında dolaşan küçük insan pervanelerden biriydim. Fakat anlıyorum ki, sanat gerçekten bir rüya âlemidir" (...) (s. 227). Dıranas, sanatın çeşitli alanlarına de ğin yazılar yazar. Ona göre ülkemizde sanatçıya ve sanata karşı genel bir ilgisizlik, bUgisizlik ve sevgisizlik vardır. Şunları söylemekten kendini alamaz: "Şiiri, sanatı niçin bıraktın diyenlere, niçin bıraktırdınız demeye bile kendimizde hak göremediğimiz bir memlekette, neyi neye ve kimi kime çarpıp bir kemiyet ve keyfiyet muhasebesi yapacaksınız." (...) (s. 350) "Inönü Armağanı" başhklı yazısında "hiçbir sanat koluna armağan verilmedi" der. Epeyce kızar vc şu haklı yargıya varır: "...bu memlekette en çok teşvike muhtaç olan sanattır, yine bu memlekette en fakir, en alaka görmeyen, hatta hor görülen adam sanatkârdır" (s. 218) der. "San'ata Dair" yazısında ise, Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne ilgisizliği, duyarsızlığı ve sevgisizliği belirtir: "...Ben bile,ben ki evinde hayli zengin bir resim koleksiyonum, dergi ve gazete sayfalarında resim kritiklerim, alelıtlak sanata meylim, sanatsız beşer ve cemiyet olamayacağına inancım vesaire vesairem vardır; ben bile, bu sergiye, bir açılış günü o da resmi bir şekilde gittim, bir daha semtine u£ramadım." (s. 462) Haiku "Burada, da9 geadinde nastlsa deliyor yüreğt otlarda menekfeler." Matsuo Başo "Haiku'Iar" Çev.: Cevat Çapan, îyı Şeyler Yaytnalık, 1991. B Ahmet Muhip Dıranas, A. H. Tanpınar'ın ölümü üzerine "Tanpınar", "Yine Tanpınar" adlı ıki yazı yazar. Bilindiği gibi Dıranas, ilk şiir denemelerini Tanpınar'a gösterir. Onun beğenısine, özendirmesine 'mazhar' olur. Bu nedenle Dıranas'ın Tanpınar'a karşı bir şiikran borcu vardır. Değerbilirliğini belirtmek için şunları dile getirir: "...Ölüm haberini gazetede okuduğum zaman içimin burkuluşunu adeta elimle tutarak Hamdi'ye yaraşır bir cümleyle "Hamdisiz'liğim başladı", diye düşündüm ama içimi Durkuntusundalu acılık bir başka acılıktı; belki de tada benzerbir §ey. (s. 537) "...Hoca olarak, dost olarak, usta olarak ondan edindiklerimin karşılığı yüzde yüz zimmetimde. Hayatta ödeyemediklerimin başında Tanpınar'a olan borcum gelir. (...) Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Türk şiirindeki yerini, Türk şiirinin bugünkü gelişmelerindeki rofünü kimse anlamış ve belirtmiş değildir. (...) 'Bizde Garplı şiiir anlayışım Hamdi yarattı', dense yeridir." (s. 540) Ahmet Muhip Dıranas'ın "Yazılar"ı, 19371975 yıllan arasında çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan iki yüz kırk iki yazısından meydana geliyor. Cumhuriyet döneminin usta şairi; sadece şiirleriyle değil, yazılarıyla da belleklerde iz bırakacaktır. Kitabı hazırlayan eşi Münire Dıranas'ın yoğun bir çalışma temposuyla edebiyat dünyamıza kazandırdığı" Yazılar", "Şiirler" gibi 'Kendi Gök Kubbemiz'de' noş bir sadâ bırakacaktır. • Ahmet Muhip Dıranas, Yazılar (Toplu Yazılan)/ Hazırlayan Muntre Dıranas/ Yapı Kredi Yayınlart/2. Baikı/istanbul, 2000/567 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 5S9 "Bizde Garplı şilr anlayışım Hamdl yarattı" udizmin kutsal kitabı Upanişad'larda anlatılana göre bir prens olarak doğan Gautama Buda, ruhunun aydınlanması için sahip olduğu her şeyi bırakıp altı yıl boyunca çileci yaşam sürmüs; kendinden önce gelen ermişlerin ya bedensel çilecilik ya da felsefi meditasyon yoluyla ulaşıldığını öğrettikleri aydınlanma için her iki yolu da denemiş fakat bir türfü kurtuluş yolu ona görünmemiş. Bir gün, şimdi Bodhgaya denilen yere gitmiş ve orada bir incir agacının altına oturmuş (o günden beri Bilgelik agacı ya da Bodhi ağacı olarak adlandırılır) ve insan doğasındaki sonsuz istem açlığının ("trişna ), sürekli acı kaynağı olduğunu anlamış. Budist efsaneye göre, Buda o anda farklı bir boyuta, "uyanıklık" haline geçmiş ve "artiK karanlık birti, aydınlık başladı; cehalet bitti, bilgelik başladı" demiş. » Buda'nın aydınlanma öyküsü, nesiller boyunca, birçok ülkede, milyonlarca insanı etkilemiş. 1 îindistan'da başlayıp daha sonra Çin'e, oradan da tüm Asya kıtası vejaponya'yayayılmışveherkültürde farklı Budist felsete gelişmiş ama tüm farklılıklaı a rağmen ozündeki aydınlanma arayışı yuzyıllardır degişınemiş. Çok kabaca bakıldığında, Hındıstan Budist felsefesinde aydınlanma, çilecilik yoluyla olurken, Çin'de aydınlanma, Konfüçyüs oğretisi etkisiyle, daha çok bilgelikle ulaşılan bir süreç olarak göriilür. Japonya'da gelişen Zen Budizm, Hindistan ve Çin'den gelen temel öğretilere bağlı olmasına rağmen, zaman içinde ülkenin kültürüyle özdesleşerek günlük yaşama girer. Zen de aydınlanma, yoğun meditasyon dönemi sonunda aniden duyulan ya da görülen bir şey karşısında kendiliftinden gerçekleşir. Zen felsefesine göre insan ve doğa karşıt değildir, aksine aydınlanma gerçeği bağlamında çok benzerler. Bir kurbağanın suya sıçramasını izleyen kişi, hem bu sıçramayla bütünleşir, hem de kurbağanın kendisiyle. Bir Zen rahibi olan Matsuo Başo, bu duyguyu ünlü haikusunda dile getirir. Japonya'da Zen Budbm Su sesi Batı edebiyat geleneğinden eserler okumaya alışık olan birinin bu üç satırlık, on yedi hecelik şiiri hemen anlaması ve dolayısıyla zevk alması elbette beklenemez. Zen açısından bu haiku'ya bakıldığında, önce göl ile, daha sonra kurbağa ile ve son olarak da su sesi ile insanın bütünleşmesi (farklılıklarının ortadan kalkması) gözlenır. Bu arada kurbağa ve suyun bütünleşmesi de hissedilir. Zen öğretisinin inceliklerinden biri, güzelliklere kiraz çiçeklerine, yabani otlara, dağlara bakan kişinin meditasyon yoluyla özne ve nesne arasındaki farklılığı ortadan kaldırıp, estetik doyuma ulaşmasındadır. Sanki zamansız bir süreç içinde doğa ve insan arasındaki ikilik ya da karşıtlık silinir. Batılı zihniyetin doğa içinde var olmak için savaş veren, hay vanları evcilleştiren, doğayı kendi çıkarları doğrultıısunda yeniden düzenleyen insan yerıne doğanın bir parçası olarak algılanan insan vardır. Zen bilinci Japonya'da tüm sanatiarı etkileyen bir güce sahipti. ürneğin okçuluğu ele alıısak, yayını kullanmada ustalaşmış insan yerıne, yayıyla bütünleşen insanın eylemi ön plandadır. Yay ve insan ikilik yaratmaz, birbütünün parçaları olarak eylemde bulunur, bir usta ancak bu bütünleşme sonucunda oku istediği gibi yönlendirir. Ustanın yayına hükmetmesi söz konusu değildir, ustanın bedensel özellikleri ile yayın fiziksel özelliklerinin (ki bunlar her insan ve her yay için farklıdır) uyum içinde olmaları gerekir. Bir aleti doğru kullanmak, o aletin tüm Ayna durgunluğunda yaşlt göle Kurbağa stçrar • " ' . '*' Başo 8on söz yertm SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle