Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bendeki Orhan Alkava lotoürafları SİNA AKYOL O rhan Alkaya'yı başka türlü anlatmam mümkün değil. Madem değil, şöyle anlatayım: '82 ortalan... Cem Yayınevi'nin çıkarmaya hazırlandığı adı henüz belirlenmemiş bir ansiklopedide çalışmaktayım. Üstatlar, üstatlan olduklan konularda dışandan yazıyorlar maddelerini. Onlann dışındaki savaşçı erler ise hayli kalabalık bir odaya tıkılmışlar. Ama ne güzel bir ükılma! Vöneticimiz Rauf Mutluay hafta nın ilk çalışma günü herkesten önce geliyor odaya ve her masaya her masadaki her vazoya taze çiçekler yerleşririyor. Dahası birer de mektup bırakıyor vazolann vanlarına. Zarflarm üstlerindeki adlann başlanna "Sayın" sözcüğünü eklcmeyi katiyen unutmuyor Mutluay. Zarflarm içlerindeki mektuplarda ise iyi bir hafta dıliyor size, sevgilerini sunuyor, el yazısıyla... O saadetli günlerden bir gün... Zaama tevdi edilen "Peynir" maddesini, Rauf Mutluay'ın "tehdit" dolu tembihlerinden de hareketle, gözümün önündeki "Meydan Larousse", "Cumhuriyet", "Inönü", "Sosyalist Kültür", "Hayat", ..... vb. nice ansiklopediden asla kopya çekmeden yazmaya çalışıyorum. Çalışadurayım, sakalı papaz karası bir genç (bendeniz de o zamanlar genç irisi) giriyor içeriye ve doğruca Mutluay'ın masasına yöneliyoı. kavga etmekten. lcazet almadık yani, ne aldıysak bileğimizin hakkıyla aldık.") Madem parantezi kapattım, ansiklopediye döneyim. Calışma süresi bitiyor. îşten çıkıp bir dolmuşa biniyorum. Sol yanımda, Rauf Hoca'dan "en kısa sürede yeniden görüşmek üzere" aynlan o sinirli genci görüyorum. Şunlan söylüyor bana: "Oraya sık sık giderim, çünkü dışandan madde yazıyorum, bu nedenle de çalışan herkesi tanınm, sizi ilk kez gördüm, yeni mi başladınız?" "Evet" diyorum, tanışıyoruz. Adımı duyduğunda, "Su Tadinda"yı okudum diyor. lster istemez ilgileniyorum. Sinirli genç derhal gideriyor merakımı: "Hiç sevmeclim!" "Tabii olabilir" diye geveıiyorum. Hoca'mıza karşı epey bagınp çağırdığı içindir ki hayli içerlemiş olduğum genç Alkaya adını bihyorum hiç de itici gelmiyor artık bana. Tersine, sempati duyuyorum "hergele"ye.(l) Birimizden birini ındiriyor dolmuş. Kim bilir, belki de "en bsa sürede görüşmek üzere" demişizdir, ayrılırken. En kısa sürede görüştük.Yine o saadetli zamanlarda... Galata Köprüsü'nün Gâlata Köprüsü olduğu dönemdi; çay içtik, konuştuk, tartıştıfc, dergi çıkarmaya neredeyse karar verdık. Bir reklam şirketinde yazarlık yapmakta olduğum günler... Kazancı Yokuşu'nun devamındaki kebapçıdayız. Ziyadesiyle zorluyor beni. Reklam yazarlığının şair ruhuna ve şiirine verdiği derin zaran anlatıyor bana. Anlatmıyor, kurşun yağdınyor! Düpediiz "ahlak dışı" bulduğu bir işte çalışıyor olmamdan dolayı eleştiriyor, suçluyor. Ben mi?.. Epeydir şiir yazamıyorum. Yalan, o kadar da değil! Son aylarda birşiirin başlığını yazmışım ve ilk dizeyi de güzelce oturtmuşum altına. Başlık: "Regl'am". İlk dize ise şöyle: "Ah benim kanayan, ükel uzvum"... Kebapçıdan aynlırken belki "yenik"ün. Çünkü doğru sözler söylüyor. "Hergele yi daha çok seviyorum. sına katılmışü, benim yazdığım siiri kendi şiiri diye okumuş. Birinci geldı. Sonralan şair oldu ve yazdıklanmm hiçbirini beğenmedi." Helali hoş olsun" demişti anne. *** Derken Âsude Alkaya doğdu. Baba kırk yaşında... ve şair... ve telaş içinde. Bilenler bilir, Âsude Alkaya için epey şiir yazılmıştır ve dahası, yayımlanmıştır. Burada da örgütleyicidir Orhan. Kızının doğmuş olmasını sahici bir sevinçle karşılayan yakınlanna, "Kızım doğdu, onun için birsiir yazsana" diyebilecek kadar hesapsız kitapsız ve sahici bir örgütleyicidir. Bir Alkaya fotoğrafı daha: TRT'nin îzmir'deki binasının asansöründe Orhan Alkaya, bendeniz ve bir TRT prodüktörü ya yukan çıkıyor ya da aşağıya iniyoruz. "Aaaa Orhan AÖcaya, hemen bir röportaj yapalım mı", dedi TRT prodüktörü. Vakit yoktu, aynlmak üzereydi Izmir'den, özür diledi Orhan. Ama farklı bir özürdü bu. Benzer durumlardaki "tipik şair tavn'nın epeyde kasıntılı fotoğraflarla vücut bulduğunun elbette tanığıyım. Orhan'ın tanınmış, bilinmiş olmaktan dolayı sahiden sevindiğinin ve o "tipik şair tavn"na girmediğinin de tanığıyım. Dahası, şunun da tanığıyım elbet: Orhan, orada burada "kamber" olayım sevdasına düşmedi hiç. Son derece ilkeli davrandı. "Dkeli davrandı" diyorum, "sabretri" demiyorum; çünkü sabretmek pek çok örneği görmüşlüğümüz vardır bir çeşit siyaset gütme tarzıdır. Orhan, malum siyasetini malum biçimlerde sürdürdü, sürdürüyor. Ama "kamber" olmaya hiç soyunmadan... TRT prodüktörü (bir şiir okuru demek istedim) tarafından tanınmış olmanın kendisine verdiği "elbet sevinç"i giz lemeye kalkışmayacak kadar yahn, açık, içtenlikli ve sahici bir kişilik... Adam gibi bir kişilik... Neredeyse yitirdiğimiz; ille anlatmak istersek belki de "dinozor" sözcüğünden yardım isteyeceğimiz bir kişilik... Mi? Hiç de öyle değil! Tırnak içinde kullandığım dinozor sözcüğünü tırnaklarından lcurtarmak için, onun "Türkiye Hâlâ Mümkün" adlı kitabını solun bu aykırı polemikler kitabını okumanın yeteceğini düşünüyorum. Bu okuma, kanımca, Orhan Alkaya'nın nasıl "eski", nasıl "romantik" yanının yanı sıra nasıl da modern bir kavrayışa sahip olduğunu or~ taya çıkaracaktır. Orhan Alkaya şiirine il" duyan, o şiiri seven okurlar için "Tür ye Hâlâ Mümkün" kitabının önemli bir tamamlayıcı olduğunu söyleyebilirim. a olabilir, diyorum. Kimi şiirler, örneğin 'Tuz Günleri', 'Sevişmek O Çok Tannyla'. 'Seviş Karası Bir Defterden / 2001' gibi lirik biçemin ağır bastığı son şiirler, içinde taşıaığı coşku havasıyla, böyle bir araştırma, iz sürmc yapmadan da okunabilir ve pekala sevilebilir; ama önıeğin Armand Duval, Michel Vigaud ve Abclardus'un kişilikleri ve serüvenleri arasmdaki aynmı bilmek, bu son şiirin daha değişik bir biçimdc okunmasına ve anlaşılmasına yol açacaktır. Bundan kolay kolay vazgeçilebdeceğini sanmıyorum.Orhan Alkaya nın gerek bu son kitabı gerekse bütün şiiri daha kapsamlı incelemeleri hak ediyor. Genç kuşak eleştirmenleri için savsaklanmaması gereken bir görev bu. Bana sorarsanız, Âlkaya'yı Tuz Günlen'nde şiire ilk basladığı günlerdeki kadar heyecanlı ve istekli gördüm: 'bir feyi ilk defa sever gibi'. Bu gençlik heyecanını yitirmemesini diliyorum. 'Ilkin usta, sonra sonra çırak' olunacağını bilen bir şairden bunu beklcmek hakkımız, aynca. • (1) Sombahar dergisinin bu sayısındaki Orhan Alkaya bölümünde şairle yapılan konuşma ve bunu izleyen yazılar Alkaya'nın şiirine ilişkin önemli ipuçları içeriyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 58S Hoşbeşle geçen makul sürenin sonunda, yapmış olduğu Tevfik Fikret çevirisini veriyor Mutluay'a. Hoca okuyor ve belirli yerlere itiraz ederek "Olmamış!" diyor. Önce kısa bir tarUşma. Ardından bana göre kıyamet kopuyor! Genç Alkaya ile Rauf Hoca beni kaygılandıracak derecede kavga ediyorlar. Hani birisi bir sözcük daha söylese, birbirlerini 36 yerlerinden bıçaklayacaklar! Hiç de öyle olmuyor ama. Bdirli noktada anlaşamamalanna karşın genç Alkaya, çayını da içtikten sonra veda ediyor Mutluay'a. Yanaklanndan öperek en kısa zamanda görüşmek dileğiyle... (80'li ydların şiirini anlattığı bir konuşmasında y ş yaldaşık ş şunlan söylüyor Alkayy yaa: "Bi genç şairler elbette peşlerinden il lb lid "Biz ko oştuk üstatlann. Ama onlara yaranmayı aklımızın kenanndan bile geçirmedik. Ve hiç korkmadık onlarla tartışmaktan, lar Parkı, bir şarkı" dizesiyle başlayıp "ne çok söz var kanatlarına tutunduğum. ilk baskı" dizesiyle biten şiirde Edip Cansever'in, Hilmi Yavuz'un, Cemal Süreya'nın, Ece Ayhan'ın ilk baskı kitap adlan geçiyor: Umutsuzlar Parkı, Bakış Kuşu, Göçebe, Devlet ve Tabiat... Ama lkinci Yeni ile bu yakınlık yalnızca bu tür "itiraflar"da kalmaz. Daha Erken Sözler'de 'cölgeli oruçlar' (65), Parcalanmıs Dtvan'aa 'susmanın deli balkonlan' (21) gibi sıradışı imgeler... Parçalanmi} Divan'da. 'Gülsem her sabah tırnaklarım uzardı' gibi bir llhan Berk gölgesi.. Aynı kitapta, Saçlarımın dibinc zonklardun erken görsem güneşi' (69); 'bıyıklan yeni terlemiş zeytin ağaçlan' (71), 'seni susuyorum' (76) gibi Ikınci Yeni'nin ilk yıllarını anımsatan anlam bozmalan.*. Ama bunlar parmakla sayılacak kadar azdır. 'Bir şey anlatma' dürtüsü onun sözcüklerle, cümle yapısıyla bu türlü kötenci oynamalara gitmesine izin vermez. tmgelerine kadar yeni, ne kadar sıradışı olursa olsun, anlam kaymalarını bannoırmaz içinde. Daha çok îkinci Yeni ustalarının kimi dizelerine anlamlı göndermeler yapar. sanki onlara nazireler düşer. Sözcüklerin, cümle parçalannın, özcOikle de soruların dcvrilerek yinelenmesi, Cansever şiirine selam verir uzaktan: "işte, basit bir doSAYFA 6 ş Yazmış olduğum şiirlerin ve kitaplann zatımın da bulunduğu ortamlarda başkalan tarafından okunmasından hep sıkılmısımdır. Dahası var; elâleme karsı değil, iıgili âleme karşı bile, yüksek sesfe şiir okuyamam kolay kolay. Okuyabilnıem için keyfimin hayli sivrilmiş olması gerekir. Dahası da; şiir yazmakta olduğumu iş arkadaşlanmdan, edebiyat dergi leri de okuyan mahalle bakkalından ve berberinden gizleyebildiğün sürece gizledim. Şimdi bir baska çevreye gidelim mi? Orhan Alkaya'run annesini anmanın tam da sırası. Anneden gizleyemedim! Kendisinin, annesinin ve bir başka şairin bir likte bulunduklan bir ortamda, o bir başka şaire dedi ki Alkaya: "Kitabını anneme imzala!" Kitap imzalandı. Anne okudu. Anne okurken ben sıkıldım. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim. Anne kitabı bıraktı. Şunlan söyledi bana: "Biliyor mıısun, ben de şiir yazardım eskıden. Hatta Orhan, o zamanlar küçuktü, okulundaki Orhan Alkaya $llrlne llgl duyan. o $Hr1 seven okurtar içln bir şiir yanşma"Türktye Hâlâ Mümkün' kltabı önemll bir tamamlayıcı. Efendi, Neveser Kökdeş Hanımefendi, Rodrigo...) göndermeler cirit atar. Göndermeler 'olmazsa olmaz'ıdır san ki bu şiirin; omurgasıdır, vazgeçilmez yapı taşıdır. BÖyle olunca, bu şiire ısınmanın, bu şiiri sevebilmenin, gereğince anlayabilmenin gizi de bu göndermeleri çözebÜmeye bağlı olur. Ayhan Kurt'un dediği gibi bazı DÜtünlüklere ulaşabilmek için bilgisel donanımı gercktiriyor" (Somhahar" agy, s.67) doğallikla, bayağı bir araştırmayı gerektiriyor. Şiirde göndermelere karşı degilim, bunların araştınlması gereğine de inanıyorum, ama öte yandan şiirden de vazgeçemediğim için Ayhan Kurt gibi düşünemiyorum ben: "Şimdi siz bana, böylesi araştırmalann zahmetli olduğunu ve bu zahmetin şiire açümaya değmeyeceğini söylerscniz, daha beter bir örnek verip, 'okumayın kardesim o zaman' diyeceğim size." (agy.) Çünkü özel adlara, mitiIojiye, felsefeyc.vb. yapılan göndermeler çok çeşitli alanlan kapsadığı, dolayısıyla cok değişik araştırmalan gerektirdiği için her zaman, her okur için olanaklı olmayabilir bunu yapmak. Bunun yerine, Aragon'un (ve de ondan mühlem Attilâ tlnan'ın) birçok şiir kitabında yaptığı gibi kitabın ya da şiirin sonunda venlecek 'Meraklısı için Notiar'a benzer bir bölüm, bu olanağı olmayan şiir okurları için yardım E yumdu geri kalan ne varsa.. asüyla birlik te nasıl/varolabilir insan?//nasıl varolabilir, aslıyla insan..." (YT.^7) Ya da Cansever'in Hepimiz tanrı kaldık, kimse mut luyum demesin" dizesine karşılık "kimse tanrıyım demesin, hepimiz sarhoş kaldık/varedene duyulan nasret gibi yoksul anda" dizeleri. (YT, 14) Yeri geldiğinde, Dranas'ın, Hasim'in dızeleriyle günümüz dünyasımn olumsuzluklarına çengeller atılır: "ve cümle yitikler, mağluplar, mah zunlar Muhip! onlann elinde (YT, 13) Ya da "gibilerdeyim bütün gibisizüğimle/'göllerde bu dem bir kamış olsam" (YT, 27) Anlatımcı olmayan (hiç!) ama anlatmayı seven, anlatmayı hedefleyen bu şiirin içinde, mit kahramanlanna (Orpheus, Eurydicc, Daphne, Paris...); felsefe ve felsefecilere (başta Prens Kropotkin olmak üzere, Marx, Spinoza, Althusser, Hint fel sefesi...) : şairlere (Yesenin, Fikret, Şeyh Galip, Rimbaud, Nâzım, Akif, Yahya Kemal, Haşim, Muhip, Cemal, Edip, Behçet...); yazınsal kahramanlara (Miskin, Peçorin, Onyegin, Küçük Prens, Heloise, Şirin, Leyla): sinemacılara, filmlere (Go dard, Truffaut, Dört Yüz Darbe, Hal ve Gidiş Sıfır...); şarkılara, şarkıcılara, bestecilere (Boby Hands, Janis Joplin, Jimi Hendrix, Armstrong, Gencebay, Tatyos