23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ünlü yazarımız kendisine gönderilen mektuplardan bir seçme yayımladı Attilâ llhan'a Mektunlar yayınlarken önsöz niyetine ilginç bir yazı ekledi. Mektup iki kişilik özel bir edimdi. Bu yüzden gerek yazan gerek yazılan açı sından çok çok kişiseldi. Isteoiği Icadar toplumcu özler tasısın, mektup bireyseldı. Bireysclcti ve temelde bir iivardı. Yazarister ki, yazdıklannı yalnızca ona yazdığı kişi okusun. Erdal Öz, bu "kişiselliği" ve mahremiyeti daha da ileri götürdü:' Mektubu yazanın, yazdıklannı, yazdığı kişiden başka hiç kimsenin okumayacağı konusunda taşıdığı duygu, belki de mektup yazma özgürlüğünün en itici gücü, en belirgin özelliğidır." Cemal Süreya Uzat Saçlannı Frigya'da "Hiçbir şey mektup kadar özgür olamaz" diye yazıyordu. Çünkü mektuplar "bir hazırlık işleminden geçmiş öbür yapıt türlerine göre daha kendinden, daha doğru bir niteliktedir. Edebiyat alanında birçok gerçeği, birçok gizli bağlantıyı mektuplardan öğrenmişizdir. Zaman, ortam, yazann kafa ve ruh yapısı.." Türkçe yazılmamıs ancak Türkiye'den yazılmış en ilginç mektuplar Helmut Von Moltke nin 18351839 arasında yazdığı daha sonra bütün dünyada Türkiye Mektuplan adıyla yayınlanan mektuplandır. Arınesine ve Alman Genelkurmayma yazılmış bu mektuplarda Moltke'nin yöntemi, sosyolojik, tarihsel, psikolojik çözümlemeleri içeren oldukça uzun ve zengin betimlemeler yapmak, böylece "mektup" türünü ol. dukça ciddi bir zeminc oturtmak, bir makalenin sınırlarını zorlayan bir düzeyc çıkarmak biçimindedir. Belki de "resmi rapor" türü mektuplarm iyi bir örneğidir. Ama yine de bunca soğukluğuna karsınîstanbul'u "kıran" 1837 veba salgını betimlemerinin Orhan Pamuk'un Beyaz Kale adL romanındaki veba sahnelerinden daha zengindir ve içeriklidir; büyük benzerlik gösterir. Asknda Batıiı yazar ve sanatçılar mektup "türü"ndc oldukça verimlidirler. Mikelanj'ın mektuplan "Mektup Edebiyatı"nda olması gereken bütün özellikleri içerir. Zaman ve mekânın, duyguların ve düşüncelerin, en önemlisi yazan ue yazılan arasındaki ilişkinin niteliği açisından önemli örneklerdir. Örneğin Roma'dan, 23 Nisan 1545'de Floransa'da yaşayan Leonardo'ya yazdığı mektup, hareket ülik ve yaklajik 500 yıl önce yazılmış olmasına rağmen günümüz Türkiye'siyle görülen tuhaf "benzerlik" açısmdan alıntıya değerdir. "Paraja daha kârlı bir işe yatırmak, tefecilik yapmadan olanaksız sanıyonım. Bunun dışında her alanda kazanma olasılığı olduğu kadar kaybetme olasılığı da var. Size göndcrdiğim parayı güvenli bulduğunuz başka bir işe de yatırabilirsiniz diye yazdığımda, aklımda olan toprak al mak ya da bun« benzcr bir şeydi, bir bankaya yatırmanız değildi. Bütün ban kalar tchlikeli(...)" J ames Joyce un Attj "Mektuplar, gerçekte... insanın özeti sayılabilir (...) Bu bakımdan mektupların acımasız tanıklığına diyecek yoktur. (...) Yazarlar arasındaki mektuplaşmaların açıklanıp yayımlanması, daha çok sanatçılar dünyadan elini eteğini çektikten sonra yapılmıştır... Yazanlann çoğu nenüz sağ iken benim bana yazılan mektupları yayımlamam, bütün hayatıma ve fikriyatıma hükmetmiş olan 'tutarlılık', açık ve aydınlık olma tutkusuna aayanır" diyor. AHMETYILDIZ mektuplan, edebiyat alanında birçok gerçeği, birçok gizli bağlantıyı mektuplardan öğreniriz yargısına iyi bir örnektir. Joyce'un, kitaplarını bir türlü yayınlatamamasını, yayıncılarla olan sorunlarını (böylece bir vazann yalnızca yazmak değil yajâmlamaK için de çaba harcaması gerektiğmi öğreniyoruz) ve politik görüşlerini en çok mektuplaıından öğreniyoruz. Hemingway'in mektuplan Dİrer günlük gibidır. "Cuma Valery yi gördüm. Çok fakir görünüyor ve Joyce'un gözleri kötü (...) Yeni bir roman yazmaya başladım. Adı Silahlara Veda olacak ve ltalyan cephesindeki savası işleyecek(...)" Rimbaua'nun özellikle "Ev HaÛuna" diye baslayan 1880'li ydlan içeren mektupları herkesçe bilinır; oldukça acıklıdır. Attilâ llhan'a yazılan mektuplar yukanda sözünü ettiğün ömekler kadar zengin içerikler, tarihsel izdüşümler ve heyecanlı tanıklıklar yaratmıyor Delki. Ancak mektup sahiplerinin bazılannm yaşıyor olmalan bazüarı edebiyat dünyamız için pek de önemli bir "nokta", önernli bir "durak" olmasalar/olamasalar da mektuplan, özellikle dedikoduyu seven ve kişisel zayıflıklar üzerine konuşmaktan hoşlanan azımsanmayacak bir yazar okur çevre için ilginç kılıyor. Attilâ îlhan'm Onları ben öteki tarafa geçmeden yayınlamak isteyişime gelince, bunu da izah etmek zor değıl: mektup yazılan kişi ortada olmayınca mektup yazanlara savunma hakkı kalsa da itiraz ya da düzeltme hakkı tam kalamıyor; ya da mektubu yazanın cevap hakkı ortadan kalkmıj oluyor.." açıklaması pek dovurucu değil. Çünkü bir mektup artık "yazılmıştır" ve onu açıklamak, ona itiraz" etmek ya da "düzeltmek" artık olanaksızdır. (Tersi onlarm "mektup" olma özelliklerini ortadan kaldınr.) Şu söylenebilir açık sözlü olunursa: "Ben öldükten sonra bu mektuplan kim yayınlayacaktı?" ve "öteki tarafa geçmeden önce bu mektup sahiplerinin tepkilerinden duyacağım hazzı yaşamayı istedim açıkçası" vs. Attilâ llhan, Belgin Sarmasık la ve Ncna Çalidis'le yaptığı söyleşilerde enine boyuna değerlendiriyor mektuplan. "Gelen mektuplan yayınlama" eylemini mektup yazanlara karşı "büyük saygısızlık" olarak değerlendirip Attilâ llhan ı bir kalemde silmek isteyenleri görüyoruz çevremiz de. Attilâ îlhan "ben de bir hukukçuyum, bilirim bu işlen." türü bir yanıtla geçiştirdiği sorun hukukçularea daha derin bir inceleme/ tartişmayı gerektirebilir elbette Cemal Süreya bu hukuksal "sorun"a de ğinmişti bir yazısında. "Bir başkasına yoltanan mektuplar nasıl korunabüir?" Hiçbir ülkenin hukuk düzeni bu konuda beürli, kesin hükümler getirmiş değil. "1939'da Samedan Konferansı'nda, ufak bir çözüm eetirilmek istenmiş, uluslararası bir kural benimsenmiştir: 'Yollanan mektuplar yazanın ölümünden ancak on yıl sonra vayımlanabilir.' Kuşkusuz bu kural, yapıtı KOrumaktan çok, yazanın mülkiyet hakkını korumaya dönüktür." Cemal Süreya, 1952'de yürürlüğe giren 5777 saydı yasayla Türkiye'nin de bu sözleşmeyi kabul ettiğini belirtiyor. Attilâ Dhan'ın "mektup" seçiminde izlediği yöntem, yazarlanmızın var oluş sorunsaüannın bir coğrafyasını çizmesi, bizde bir "kanı" oluşturmak istemesi, yönlendirmeye çalısması açisından enerjik bir çabanın yanında ince ayarlı politik bir çaba olarak da kaydedilmesi eerekiyor. Bu anlamda Buket Uzuner ve H. Bülent Kahraman ilginç bir ikili oluşturuyorlar. Ülkemiz yazarıannın hemen tümünün küçük burjuva bir sınıftan geldiğinin birprototipi olarak duruyorlar. Elbetteki bu bütün aünvada böyledir. Aksi günümüz için olası değildir. Konumuz değil ama küçük bir değinide yarar var: Bilincfiği gibi küçük burjuvalar burjuvaziyle işçi smıfı arasında bir yerde, tarihi yapan, tarihin belli dönemlerine değil gücünün her anında önemli rol oynamış bu iki büyük sınıiın arasına sıkışmış bir sınıfsal kategoridir. Küçük buriuvazinin bu iki sınıf arasında gidip gelen "bir arada iki derede" durumu ve bazen 1848 devriminde ve Kemalist devrimde olduğu gibi önemli "rol"ler üstlenmeleri bir yana onun için büyük bir dert olmuştur. Çoğu kez bir sınıfa yaslanmak durumu elbette aşağılık bir konumdur. Küçük burjuvazi bunun için hep ayakta durmaya çalışmış ve gcnelde agresif bir karakterde olmuştur. Belki de sanat ve edebiyata yatkınlığı bu tarihsel elve rişliliktendir. Bizce tersi de günümüz proletarya ve burjuvazinin durumuna bakdmca olanaksızdır zaten. Ama kendisi için bir sınıf olma çabasında da hep burjuvaziye özellikle üst yapı kurumlan, moda, teknoloji yemek, davranış, zamanı kullanma vs. aracılığıyla yakın durmuştur. Muzaffer 11 han Erdost küçük burjuvaziyi "kapitalist sistem içinde meta üreten ve meta tüketen olarak, ürettiği ve tükettiği metalarm fiyatlan arasında kurulan dengeye göre varhğını sürdürdüğü gibi, giderek yoksullaşarak proloter haline ve giderek varsıllaşarak burjuva konumuna gelebilir" diye tanımlıyor. Küçük burjuvazinin daha "aşağıda"ki sınıflara yakınlığı daha çok iyi bir "bilinç" almış "aydm" kesimindedir. Bu da sınıfsız lığa tekabül eder. Oysa iki büyük sınıf da ideolojik anlamda melez bu orta sınıfı kendi saflarına çekmeye çalışmıştır. Burjuvazi zayıf anlarında küçük burjuvaziyi besler, onurlandınr, taşıyıcı hale getırir (faşizm) ve aşağıdan gelen basmcın şiddetini azaltır. Danası, bugün olduğu gibi, işçi sınıfını kü çük burjuva saflara çekmeye çalışır; tüketimi pompalama nosyonunu iyi kullanır. İşçi sınıfı da yoksulluğun insanlığa yakışmayan çirkinliğini yok etme ıstencini küçük burjuvazinin zayıf yanlarına abayarak ideolojik üsrünlük kurmayı, onu etkilemeyi, en azmdan etkisiz duruma getirmcyi ister. Büyük sınıfların altüst gittikleri iki yüz yıllık "kanlı" tarihlerine baktığımızda küçük bur juvazi için epey "ter" dölctüklerini görtirüz. Ancak KÜÇÜK burjuvazinin akıllı olduğu ve "arada" olmanın tarihsel tarafsızlığını iyi kullandığı zamanlar çok olmuştur. Ünlü "küçük burjuva düşüncesi" bu gidip gelmeler için oluşmuştur. Nâzım Hikmet'in küçük burjuva bir sınıfsal kökcnden geldiğini ama işçilerden yana yaşayıp bedelini dc ödeyerek bir komünist olarak öldüğünü biliyonız. A. Hamdi Tanpınar, Cenıil Meriç küçük burjuva zinin ideolojik kararsızlığının tipik örnek leridir. Daha ileri gidersek, her sınıf, yazar ve şairlerden kendılerini konu edinmeleri ' CUMHURİYET KİTAP SAYI 585 YknpCoğpafyamz Hukuksal sorun E debiyatımız, uzun süredir unuttuğu bir "tür"üyle karşılaştı: Attilâ llhan'a Edebiyat Dünyasından Mektuplar. PTT'nin resmi istatistiklerinin rakamlan mektup yazanlann sayısmda ciddi bir düşüş olduğunu gösteriyor. "Mektup" sözcüğü Ataç ın beîirttiği gibi "yazılmış" anlamına gelir. "Yazılmış sözcüğü tuhaf ve çarpicı bir edilgenlik duygusu veriyor. Postaya verdiğimizde kim bilir ne zaman anımsamak iizere unuturuz "yazılmış"ı. Oysa "karşı taraf"ın eline geçtiğınde yeni anlamlar yuklenecektir Attilâ llnan'da olduğu gibi. Attilâ îlhan'ın tartışılmayı ve tarüşma yi sevdiğini biliyonız; şaşırtıcıdır hep, lersinden davranır: herkesten başka biçimdc eyler; öncü olur. Cemal Süreya'nın niteledıği gibi "El attığı her alanda ses getiren bir yazar" dır. Gerçek bir aydın nasıl olması gerekirse öyledir kısacası. Bu kez, kendisine yazan kırk üç yazarın/şairin çeşitli sayıdaki mektuplannı seçerek yayımladı. Edebiyatımızın bugünkü durgunluğu içinde suİan dalgalandırdı. Attilâ îlhan'ın diğer kitapları gibi bu kitabı da tartışıldı. Bu eylem, itelenip, dürtülmeden pek olan bitenin farkında olmayan, yani yazmayan/okumayan kurumsal edebiyatımız için geçerli tek yöntem belki de. Böylece Attilâ llnan'a yazılan mektuplar Vecihi Timuroğlu'nun bir deneme kitabına verdiği ad gibi Yazılanından Başkalannın da Okuyacağı Mektuplar durumuna geldi! Hoş, pek de yoksul sayılmayız bu "tür"de. Sait Faik, Âtaç, Tanpı nar, Necatigil, Cemal Süreya Nanıık Ke mal, Ziya Gökalp, Cahit Sıtkı, Z. Osman Saba, Nâzım Hikmet bu türde zengin yapıtlar verdiler. Cemal Süreya Nahit Hanun'da, Orhan Veli'nin yazdığı, "büyük bir cilt tutacak hacimde" mektuplar gördüğünden söz eder. Enis Batur, Behçet Necatigil'in mektupları yayınlandığında yazdığı bir yazıda Türkçe'yi. "Mektup Eüebiyatı"nin en hor görüldüğü dillerden biri olarak nitelendirmişti. Sonra eklemişti: "Yazılmış mektuplar saklanıp korunmadığı için mi bu böyle, yoksa toplanıp yayınlanmadıklan için mi? Bir üçüncü olasılık: Yeterince mektup yazılmadığı için belki de.." (Şişedeki Mektuplar) Ortaokullarda "edebiyat türleri" arasında öğretilen "mektup" türünü, yazarların/şairlerin birbirleriyle ve kendi dışındakilerle, diğer sanat dallarının özneleriyle iletişimlerini tümden kesmeye yüz tuttukları günümüzde Attilâ llhan'ın yeniden eündeme getırmesi ve yalnızca bu çabası oilc önemüdiı. Cemal Süreya sevdığı kadın Zühal Tek kanat'a onüç gün üstüste mektup yazmıştı. Erdal Öz, Onüç Günün Mektupları'ni Mektup Ürneklerl | â uhan'ın tartışılmayı ve tartı$mavı sevdlfllnl blllyoruz; sasıröcıdır hep. terslnden davranır: herkesten başka blclmde eyler; öncü olur. SAYFA 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle