Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
"bölünmez bütünlüğü" için tehlike olarak addedilmeye başîarlar, çeşitli baskılargörürler, dışlanırfar, hatta "hain" olarak damgalanabilirler. KilabınızJa da Erdinç'in basına böyle seyler gelmıs, hem bir dönem "vatan haini" saytlmıs, hem de kendi örgütü de onu "haın" olarak nıtelemıs Aslında her örgütlenme, bir öz savunma refleksi olarak ister istemez kendi tutuculuğunu ve kendi "düzen bekçilerini" üretir. Dolayısıyla eleştirel düsünceye sahip bir bireyle, içinde yer alabileceği en demokratik örgüt arasında dahi aşılması zor bir çelişki vardır. Çünkü birey olmak istjyorsanız öncelikle kendinizi bu kolektifon kabullerden soyutlayabilmeniz gerek, kendi doğrularınızı özgürce saptayabilmeniz gerek. En geniş demokrasi olmadan, yani her şeyi sansürsüz bir eleştiri süzgecinden geçirmeye, sorgulamaya, tartışmaya oîanak sağlayan bir yapılanma olmadan bu çelişki aşılamaz. Ç*arlH|kHert Ancak demokrasi dendiğinde biz hep gelişmis Batı ülkelerindeki rejimi ve sistemi anlıyoruz. Bu ülkelerin demokratik haklar açısından bizden ileri oldukları bir gerçek. Ancak yakından bakarsak, onlann da kendi tabulanna, kendi sınırlarına sahip olduklarını görürüz. Bizim üJkemizle aralanndaki en önemli fark, esneklik paylarının daha geniş olması nedeniyle, en ufak eleştiride kaskatı kesilip en şiddetli baskı yöntemlerini uygulamak yerine daha ince, daha yumuşak görünüşlü sindirme ve yıldırma yöntemleriyle kendilerini savunma yoluna gitmeleridir. Ancak o toplumları oluşturan temel çıkar ilişkilerini sorgulamaya kalktığınızda, ciddı bir tehdit olarak algılandığınızda, o "demokratik" devletler bile en vahşi diktatörlükleri aratmayacak yöntemfere başvurmaktan da çekinmedikleri ayrı bir gerçektir. Özellikle söz konusu olanlar "ötekiler", yani yabancılar olduğunda... Zalen romanınıztn büyük bir bölümü Avrupa'da geçıyor. Erdinç'in yasadıklart üzerinden daha çok bizim tanık olamadığımız "dısandakiler'ın yaşadıklartyla ılgili çeliskileri ve dramt anlatıyorsunuz. Erdinç'in yaşamının önemli bir kesiti yurtdışında geçtiği için, o dönem Avrupa'da yaşananlar, nem tanıştığı Avrupalıların, hem ekonomik göçmenlerin, nem de siyasi sürgünlerin yaşantıları romanda önemli bir yer tutuyor. Tabii aynı eleştirel ve öz eleştirel bakışla... Biz genellikle önyargılan, iletişim zorluklannı, ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını hep tek taraflı olarak, bize yönelen boyutlarıyla görürüz. Oysa bu mekanizmalar aslında çift taraflı işleyen mekanizmalardır. Tabii egemen konumda olan çoğunluğun ırkçuığıyla baskı altındaki azınlıktakalanların ırkçılığını tam olarak aynı kefeye koyamayız... ancak insan kendini ve "ötekini sadece kolektif kimliklerle, örneğin milliyetçi bir temelde tanımladığı zaman, kullandığı düşünce mekanizmalan aynıdır: milliyetçilikler ve ırkçılıklar birbirlerini beslerler. Her milliyetçilik, her dini ya da ideolojik bağnazhk kendi "ötekısini", kendi "iç ve dış düşmanlannı", kendi paranoyasını üretir. Bunun eninde sonunda varacağı yer de savaştır, katliamdır, "temizlıktir". Aslında yabancı bir ülkede bulunmak, romanın ana temasını oluşturan bu önyargılarla yüzleşmek için en iyi fırsattır. Çünkü insan farklı kultürden birisiyle karşılaştığında, kendi dünyasında niç düşünmeden doğru olarak kabul ettiği birçok şeyin "öteki" tarafından farklı değerlendirildiğini ve ortak kabuller etrarında iletişim kurmakta zorlandığım görur. Çünkü "ötekinin" de önyargıları vardır, ancak bunlar farklı önyargılardır. Böyle bir durumda ya paranoyak bir şekilde içinize kapanıp ner "ötekini" CUMHURİYET KİTAP SAYI 678 düşman olarak görmeye başlarsınız, ya uyum sağlamak adına kenuinizinkileri terk edip "ötekinin" önyargılarını benimsemeyi seçersiniz, ya da bu önyargıların tiimünü sorgulamaya baslarsınız... Ancak "yabancı" oltnak sadece yurt dışında yaşanan bir duygu değildir. insan, önyargılan sorgulayıp, "ortak değerlere" eleştirel bir pencereden bakmaya başlayınca, kendi ülkesinde de, kendi ait olduğu topluluklarda, örgütlerde de kendini yabancı hisscdebilir, bu düşüncelerini ifade ettiğinde de tıpkı bir yabancı gibi dışlanabilir, "öteki" ve "düşman mertebesine yükseltilebilir! Erdtnç'tn yabancı dil bilmesı multecilik hayatını kolaylaşttran bir durum. Bir de yabancı dıl bılmeyen mültectlertn durumunu düşününcc dram biraz daha ağırlaşıyor Çok doğru, zaten romanda da bundan söz ecnliyor. Yabancı dil bilmek, "ötekinin" kültürü hakkında bir ölçüde dahi olsa fikir sahibi olmak, asgari düzeyde bulunduğu toplumda bir iletişim kurmayı, dolayısıyla ayakta kalabilecek bir davanak bulmayı sağlar. Erdinç belki de bu sayede yaşadıklarını ve kendi sini inceleme ve üzcrinde düşünme lüksüne sahip olabilmiştir. Oysa o dönemi yaşayanların çoğu yaşam kavgasından, yabancılaşmadan, yauıızbğın Daskısmdan bunu yapmaya fırsat Dİle bulamamıştır. Erdinç o anlamda şanslıdır. Ancak ortak bir dil konuşmak da sağlıklı bir iletişim kurmak için yeterli değildir, çünkü iletişim sözcuklerden ibaret değildir, hatta bazen aynı sözcükler bile farklı kültürlerde farklı anlamlarla yüklüdür. Hatta aynı ülke, dil ve kultürden olsalar dahi, örneğin kadınlarla erkeklerin, ya ni farklı cinslerden iki bireyin bile birbirlerini anlamada bazen ne kadar zor landıklarını hepimiz biliriz! 12 Eylül döneminde hapse girmeyip yurtdtijina giden insanlarda bir eziklik Kftdm erKek mesetesl ve clnselllh... duygusu oldug'unu anlıyoruz kitaplan. O dönem yurtdışı, o insanlar için ayrı bir kaAynca dediğim gibi, romandakı eles pishaneydi galiba. tireÛik sadece "siyasi" konularla sınırlı kalmıyor: kadın erkek ilişkileri, cinsellik, Siyasi sürgünlerde, "biz burada raaşk, evlilik kurumu, aile, ahlak, değerhatız, özgürüz, biz hapiste yatmadık, biz ler, gerek Avrupa'da, gerekse de kendi işkence çekmedik" diye kendini ifade ülkesinde "ötekine" nasıl bakıldığı, ineden o tarz bir eziklik yaşandığı doğrusanlann gizli güdülenmeleri vs. Bu bir dur. Içeridekilerin dışandakilere bakıanlamda, başta kendi olmak üzere, herŞinda da öyle bir yaklaşım vardır. Ancak kesle, her şeyle radikal bir hesaplaşma. işin aslına bakıldığında, yurt içinde ya da Bu açıdan baktığımızda, yer yer açığa yurt dışında, hapiste ya da dışarıda, soçıkan siyasi göndermeler ronuçta o kıışaktan tüm insanlamanın temel eksenini oluşturrın başına gelen şeyler özünde muyor, aksine, sadece yan unaynıdır. surlardan biri. Cinselliğin, as12 Eylül'ün yapmayı hedeflekın, bu bağlamda da erkek. diği ve bir ölçüde başardığı şey, kimliğinin sorgulanması belki çok ağır bir baskı kurarak o inde daha ön planda. sanları kendi benliklerinden koparmak, düşüncelerine ket Bence de kıtabın en önemvurmak, onları dağıtmak, parli kısmı kadın erkek meselesi çalamak, suçlu ilan etmek ve ve ansellık. unutturmaktı. Aslında içeride Cinsellik ilginç bir konu: hapsin, fizik işkencenin, yoğun ınsanoğlunun, bebeklik ça propagandanın yapmayı başarğında başlayan en doğal, en dığı şeyi, yurtdışında da dışfantemel işlevlerinden biri, bir mışltk, psikolojik işkence ve o anlamda yemek içmek kadar yabancılığın boğucu atmosferi doğal. Oysa insan cinselliğini başardı. Çünkü sürgünde de hep kötü birşey yapıyormuş çoğu insan çok kötü maddi kogibi, utanarak, gizlenerek ve şııDarda yaşadı, mülteci kampgörerek toplumun izin verdifannda ya da kenar mahallelerği ölçüde, üstelik katı ahlaki de parya statüsünde süründü, kurallar çerçevesinde yaşayaher şeyden önemlisi de, refebiliyor. Sızce de burada bir rans noktalarını yitirdi, boşlukgariplik yok mu? ta kaldı, psikolojik dengeleri alRomanda Erdinç'in söyletüst ordu. diği birşey var: "eğer cinsellik kötü bir şeyse, evlıyken de yaSonuçta o insanlann iyi kötü pılmasın, yok eğer iyi bir şeybirtakım sosyal bağlantıları, sase, neden onu dar kalıpların vundukları belli düşünceler, sınırınahapsedelim?" Erdinç belli bir örgütlü yapılan varken, bu anlamda aşkı, sevgiyi, sa12 Eylül onlan dağıttı, parçaladakati, evlilik kurumunu, tek dı, fiziki olarak ya da psikolojik eşlılıği de sorguluyor. olarak yok etti. Yapılmak istenen debuydu. Dolayısıyla o iki Örneğin, hepimizin birden baskı tarzı birbirini tamamla •Romanları kategorllere oturtmak benlm işlm değll. Yazarken de şu fazla sevdiği kişi vardır mutkategortye glrsln, bu kategorlye glrsln dlye yazmadım* dlyor Ylğlt yan şeylerdi. laka, akrabalarımız, dostlarıBener. Styasl sürgüntor Ancak ben 12 Eylül ve öncesinin hep bu baskılarla, işkencelerle anılmasını doğru bulmuyorum. Malum, bizim sol gelenekte biraz mazoşist bir yön vardır: haklılığını hep neler yapmak istediğine, neler başardığına değil de, sanki hep ne acılar çektiğine dayandırma eğilimi vardır. Oysa çok acı çekmiş ojmak tek başına kimseyi haklı kılmaz. Örneğin aynı dönemde kendini "ülkücü" olarak tanımlayanların bir kesimi de epey acı çekti, baskı gördü. T6P0T V8 VMIŞBt OOINIHİ Üstelik hep bu sorunları öne çıkarmanın aynı zamanda 12 Eylül'cülerin tuzağına düşmek olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar zaten bu dönemin hep bir terör ve vahşet dönemi olarak anılmasını, dolayısıyla da insanları ürkütmesini, üzerinde tartışılmamasını ve tamamen unutulmasını istiyorlar. O kuşağa reva görülenleri elbette teşhir etmek gerek, ancak biraz da o dönemin gençlerinin toplum yapısında neleri eleştirdiklerini, neler yapmak istediklerini, hangi düşler, ütopyalar peşinde koştuklarını tartışalım. Ancak bunu da eleştirel bir biçimde yapmak gerek, yani mitoslar.ltahramanIar yaratmadan, "muhalefet etmek" adına o dönenı yapılan tüm yanlışları kutsamaya kalkmadan. Çünkü ortada bir gerçek var: beceremedik! Demek ki bir yerlerde hata yaptık. Kitabtnızda 12 Eylül döneminin bir kesiti de mevcut Buna bağlı olarak da bolca siyaset var kitabtnızda. En önemlisi de eleştiri dozunuz bayağı bir yükseklerde. Romanın esas kahramanı Erdinç, toplum düzenine karşı radikal eleştiriler geliştirerek o düzeni kökten değiştirme iddiasıyla sol örgütlerde militaruiK yapmıs, ama bunu "becerememiş" olan o radikal kuşağa ait bir birey. Tüm bunlar, o kuşaktan birçok insanda olduğu gibi, Erdinç'i de derinden etkilemiş, yazgısını belirlemiştir. Az önce söylediğim gibi, böyle bir kijinin derinliğine inerken onu düşünceerinden ve eylemlerinden soyutlayamayız elbette. Bu radikalliği onun kişiliğinin yapısal bir özelliği. Ancak bu radikal eleştirilerden nasibini alan sadece toplum düzeni değil: düzeni "değiştirmek" adına geçmişte arkadaşlarıyla Dİrlikte kendi yaptıkları da aynı acımasiz eleştiri süzgecinden geçiyor. Romanın bazı bölümlerinde, o dönem yaşananlann kişiler üzerindeki etkisinin aktarılması vasıtasıyla siyasetin yer almasınm ncdeni budur. Gerçekten de, benim kuşağınıın insanları bir şeyleri değiştirmek istediler, ama beceremediler, yenildiler, bunun sonucunda ağır bedeller de ödediler. Ancak ben onlaruı çoğunun her şeye paranın ve iktidar hırsının egemen olduğu düzene "teslim olmadığım" düşünüyorum, gözlemliyorum. Bugün geçmişte kendi yaptıklarına, savundukları ideolojilere, içinde yer aldıkları örgütlere haklı olarak çok eleştirel yaklaşsalar da, artık siyasetle uğraşmasalar da, çoğu o zamanki hümanist değerlerinden, muhalifliklerinden vazgeçmedi. Herkes, kendi köşesinde, işinde, arkadaş çevresinde, ailesinde, hâlâ o değerler doğrultusunda "bir şeyler" yapmaya çalışıyor. Ben artık o kuşağın yeniden ortaya çıkmasının, hakkında yaratılan tabuları kırmasının zamanının geldiğini düşünüyorum. Son zamanlarda edebtyat elestirmenleri Türkiye'de siyasi roman üzerine tartıstyorlar. Sizin romantnm siyasi romanlar kategorisine sokabilir miyiz? Romanlan kategorilere oturtmak benim işim değil. Yazarken de şu kategoriye girsiıv, bu kategoriye girsin diye yazmadun. Üstelik ben bu romanı yazarken o tartışmalar henüz yapılmıştı bile. Dolayısıyla yazılanları değerlendirmek eleştirmenlerin bileceği bir iş, ben onla rın işine karışmam. Ben sadece yazacağımı yazarım. Yapılan eleştirilerden de, elbette ikna olduğum oranda, yararlanmaya çalışırım... Ancak bu roman sadece içindeki siyasi öğelerle değerlendirilirse de üzülürüm, demek ki r>en derdimi anlatamamı şım diye düşünürüm. Çünkü bu roman sadece siyasi öğelerden ibaret değil, onu yazarken siyasi mesajlar verme ya da siyasi misyonla bir şeyleri anlatmak gibi bir derdim yoktu benim. Î SAYFA S