Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Zaril cinayetler cagı ALTAY OKTEM ir çağın sonunu, diğer çağın başını görmek, iki büyük çağın arasındaki o küçücük boşlukta sıkışıp kalmak bir ayncalık mı, yoksa kurulmuş bir tuzağa yakalanmak mı? Ne fark eder? Tuzak gerçekten iyi kurulmuşsa ona yakalanmak da bir zevk. Hele bu tuzak bir kitapsa, "Tuzak Kitap"sa, bu da yetmezmiş gibi geçen çağın son günlennde yayımlanmış, bu çağın ilk günlerinde vaşanmaya başlanmışsa.. tek çaredir yakalanmak. Ya da şöyle söyleyelim; eğer bizim gördüğümüz kördüğüm "den söz ediliyorsa, kördüğümü çözmek için yeni düğümler atılıyorsa, koşa koşa düşmeliyiz o tuzağa. Çünkü kördüğümü çözmenin bir yolu da, ona yeni kördüğumler atmak, ata ata işlevsiz hale getirmek, yok etmek değil midir? Kötülük, iyiliğin tersi değildir. lyiliğin nedeni ya da sonucudur çoğu zaman. Ya da kendisi. Bu ilişkiyi bilmeyen kolay kolay yakalanmaz tuzağa. Tuzağa yakalanmadığını sanmak ve yola (yol kaldıysa eğer) devam etmek asıl büyük tuzağı gözden kaçırmaktır. Düşmek kaçınılmazdır artık. Ve düşenin dostu olmadığı gibi, düş en gerçekçi tuzaktır. Çünkü bir çağdan öbürüne zıpladık diye büyüyemeyiz hiç birimiz. Çocuklar çağdan cağa geçerek değil, düşlerini düşleyerek büyürler. B Turgay Kantürk'ün şiirsel metinleri "Gördüğüm; Kördüğüm!" ve "Düş ve Uyku Tuzaklan" adlı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde sürekli tekrarlanan anahtar cümle, aslında hayat için de anahtar sayılabilir. "Saat dursa da akar zaman." lyiliği ve kötülüğü cesaretle ele alıyor Kantürk. Zaten bu iki kavramdan söz etmek cesaret ister. Kötülük neyse de, iyilikten söz etmenin neden cesaret istediği önemli. Sözünü ettiğimiz gerçek iyilik; yani çoğu zaman kötülükle iç içe geçmiş, birbirine karışan, birbirine dönüşebilen iyilik. Yoksa şiirlerimize her zaman konu olmuş kaba, hayır kurumları duyarlığı taşıyan iyilik değil. Böylece, görmenin tek bir yolu olduğu da kendiliğinden ortaya çıkıyor: Kötülüğe yakın durmak. Çünkü karanlığın içinde yaratılan, üretilen (ve yaşanan) her şey aydınlık bir çağrıdır aynı zamanda. Saat dursa da akar zaman: lyiliğin belki de en tehlikelisi, yalnızca kendini aydınlatan iyiliktir. Kuşku duyulacaksa, o aydınhktan duyulmalı. Yani gerçek kötülüğü gizleyen aydınhktan. An, o çocuklar! Zamamn azarladığı çocuklar; gördüğü düşleri bile hayra yorarlar. Attıkları her adımda tökezlemekten başka seçenek bırakmamışlardır kendilerine. Bu karanlık dehlizden geçmek yerine, yolunu değiştiren çocuklan azarlar zaman. Azarlar ve hayra yordukları her düşün hesabını sorar bir gün. Ödenebilir de, ödenemeyecek kadar ağır da olabilir bu hesap. Saat dursa da akar zaman: Çok kişinin L SAYFA 16 KötiüüOoyaknı yandığı bu orman, tek kişiyi aydınlatır. Yangın içimizdedir. Içimizdir dışa vuran. Tek kışinin aslında kaç kişi olduğunu kim bilebilir ki? Kim çözebilir bu düğümü, eğer elimizde yeterince veri yoksa, yani kötülük henüz olgunlaşmamışsa ve eksik kalıyorsa bütün yazıfı metinler; kurtsal kitaplar dahil! Tehlikeye yakınızdır aslında. Bilelim ya da bilmeyeUm, farkında olalım ya da olmayalım, kapı komşumuzdur tenlike. Ama hepsi bir değildir tehlikelerin. Dereceleri vardır. En tehlikeli şey nedir diye sorulursa, gördüğü düşleri hayTa yormayan bütün çocuklar aynı yanıtı verir, bir ağızdan: "Saat ayarlı bir bombanın patlamamasıdır". Kuşkusuz. Saat dursa da akar zaman: Cübbesine sannmış bir cemaat kalır geriye ve takke düşse de, düşmese de kel görünür. Çünkü kel görünmek içindir ve siyah dururken yeşil neyimizedir? Kalbimize çakılan çiviyi söküp atmadıkça bitmez bu cinayetler çağı. Her cinayet yeni bir cinayetin filizlerini taşır içinde ve arsızdır toprağı. Sulamasan da büyür. Boy atar ve kötülüğü bilmeyenlerin eline geçtiğinde gerçek bir tehlike oluşturur. Çünkü içindeki yılanı besleyemeyen gövde, kaueder ötekini. îçindeki yılam besleyemeyene güven olmaz. Patlamayan saat ayarlı birbomba gibidir o. îyidir. Nedensiz ve anlamsız bir iyiliğin elinde oyuncak olmuştur. Tehlikelidir ve ne yazık ki çok yakınımızdadır. Saat dursa da akar zaman: Evlerde aşksız yaşayanlar kin beslerler. Akşam solgun bir sardunyadır kadehte. Kınlır. Dağıhrkin! Dağdır da, ne kalır geriye? Kalsa kalsa, zarif bir cinayet kalır. Çünkü ölüm gerçektir. Gerekudir. Hayat gibidir. Tuzak Kitap"ın en büyük özelliklerinden biri de düş'le uyku'nun bir bütünlük oluşturduğunu kulağımıza fısıldaması. Insanın yalnızca kendi düsünü değil, başkalarının düşünü de görebüeceğini sövlüyor Kantürk ve bu sözlerini dizeleriyle kanıtlıyor. Bilmiyorum. Belki de şimdiye dek yazdıklannıın hepsi yanlış. Okuduğum kitap gerçekten bunlan düşünmeme mi neden oldu, yoksa bir düş'ten yeni uyandığım için mi söyledim bunlan? Öyleyse durum daha da karışık. Gördüğüm benim kendi düşüm mü, yoksa başkalannın düşü de mi karıştı düşlerime? Bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var: Yeni bir tuzak buldum kendime. Düştüm ve hâlâ devam ediyorum düşmeye.B Tuzak Kitap / Turgay Kantürk /Sel Yaytnalık /61 s. yüşe tanık olduğunuzu düşünüvorsunuz daha cok. Bu sanatsal yürüyüşün özelliklerini araştırdığınızda, karşınıza bir dağılış cıkıyor. İki ana renkli, iki ana sesli, ama kapsamlı bir dünyaya sanatsal bir dağılış. Ali özenç Çağlar, hem gözlerini açtığı, içinden çıktığı dünyanın sanatsal özelliklerine sımsıkı sanlmış. Türk halk şiirinin vazgeçilmez birimleri, sık sık yer alıyor şiirlerinde. Dörtlüklerinde öbeklenmiş, uyaklarla sarmalanmış, teksesli bir ritme tutunmuş örnekler hemen dikkati çekiyor. Aynı zamanda, çağdaş Batı şiirinin serbest çağnşıma, ic müzikaliteye dayanan akışına ayak uydurmuş örnekler de var. Sanatsal dağılış derken, bu iki farklı estetik özelliği bir arada bulundurduğunu vurgulamak istiyorum. İçinden geldiği dünya, lursal ilişkilerle örülü, tanmsal bir toplumsal yapıya bağımlı. Bu dünyada şiirsel anlatım araçları da folklor ağırhklı. Bir şeyi vermek için de, övmek için de, bir duyguyu, bir tepkiyi dile getirmek için de halk şiiri biçimlerine başvurmak doğal. Ote yandan, Ali Özenç Çağlar'ın 1973 'ten bugüne göçtüğü, içinde yaşadığı dünya ise, kapitalist flişkilerin, teknolojik yeniliklerin, tüketıme dayalı bir ekonomik özellikler toplamının belirlediği sanatsal bir yapı. Yaşamındaki çelişkiler, bir yanıyla onu bu dünyanın insanı vapıyor. Sanatında da, içine girdiği bu yabancı dünyanın anlatım olanaklanna yöneliyor. Folklor öğelerinden, halk şiiri biçim ve kalıplanndan arınmış, serbest çağrışımlı, ritmi tekrarlardan değil, kesintisiz akışlardan hız alan şiirler yazıyor. Onun yapıtlan, estetik alanda gösterdiği bu dağılışı, duygusal ve düşünsel düzeyde de taşıyor. İçinden çıktığı dünya, onda bütün canlılığı ile sürmekte. Bir yandan, Batı Anadolu folklonınun ağır bastığı bir yurt özlemi içinde. Türkiye'nin toplumsal ve siyasal gerçeklerini yakından izliyor, onlann tepkileriyle dolup taşıyor. Bir yandan, göçtüğü dünyanın onda yarartığı duygulardan sıyıramıyor kendini. Yabancı bir dünyanın kendisinde uyandırdığı tepkileri sık sık dile getiriyor. ÜsteÜk bu yabancılık, bir tek coğrafyayla da sınırlı değil. Sorunsalın asu kaynağı, lursal kesimclen gelip de içine girüen örgütlü iş dünyasına ilişkin. Nitekim yazılıs yıllanna göre sıralayıp yapıtlannı okuauğunuzda, Ali Özenç ağlar'ın, içine düştüğü kimlik arayışınabir arınmaya yöneldiğini söyleyebiliriz. En azından bir hesaplaşmaya girdiğinin altını çizebiliriz. Geldiği coğrafyanın öğeleri, göçtüğü coğrafyayla DUIUŞtuğu (örneğin aynı dizede hem Fırat'ın hem de Ren'in akması) gibi, geride bıraktığı insanlarla yeni yaşamında yer alan insanların (örneğin Almanlann, ltalyanların, vb.) bir arada bulunabilmesi, bu arayışta sınıfsal bakışın ağır basmaya başladığının bir göstergesi. Ali Özenç Çağlar'ı okurken, bir köprünün üstünden vürüdüğümüzü sanmamız boşuna değil. Durağan değil, devingen bir sanat var karşımızda çünkü. Onun bundan sonra göstereceği sanatsal gelişimin düğumü, yaşadığı ve okurlara da yaşattığı dağılışta saklı. Köprüyü aşmamız, öbür yakaya ulaşmamıza bağlı. Dağılış, yeni bir söyleme varabilir. Dağılışın yeni bir söyleme varabilmesi için, kımliğin yerli/yabancı ikileminden, yaşanan toprağın yurt/gurbet ikileminden kaynaklanmadıöı, duyulan sorumluluğun Türkiye/ATmanya ikilemiyle sınırlı kalmadığı, emek/sermaye çelişkisinin, ezen/ezilen çelişkisinin odağa yerleştiği bir bakışa ulaşması söz konusu. Ali Özenç Çağlar'ın sanatı, bu aşamanın tohumlanyla dolu. Anadolu topraklarında gözünü açtığı, anadili Türkçeyle yazdığı için değil, evrensel çelişkiyi özel koşullarda yaşadığı icin sanat yaptığı ve sanatına kencfi şerçekliğiyle birlikte bu evrensel çelişkiyi yansıttığı zaman köprüyü kendi de DİZ de aşmış olacağız. • (*) Hercai Gülüşler/ $ür/ Ali özenç Çağlar/ Aydın Doğan Kitabevt/ Ekim 2000/82 s. Dünyayı Sarsan Doğal Fetaketter ONER YAGCI I stanbul ve Çanakkale boğazları ne zamandan beri vardı? Boğazlar oluşmadan önce Karadeniz nasü bir denizdi^ Boğazların nasıl yarudığını ve Kara deniz'in nasıl olustuğunu merak edıyor muyuz, başka merak ettiklerimiz de var mı? Büyük Sahra'nın bir zamanlar dünyanın en verimli topraklan olduğunu, Azteklerin nasıl yok edildiğini büiyor muyuz? Çekirge istilasının fdaketler getirdiğini, tüm çağlann en büyük depreminin nangisi olduğunu, dünyanın yeniden buzul çağına girip girmeyeceğini biliyor muyuz? Kısacası üstünde yaşadığımız dünyayı merak ediyor ve tanıyor muyuz? Yücel Feyzioğlu'nun çesiui kaynaklar dan derleyerek çevirdiği Tarih Boyunca Dünyayı Sarsan Doğal Felaketler, dünyanın ve insanlığın dününü merak ederuerin ellerinden bırakamayacaklan bir kitap. Ilginç konulan ve tarihin bilinmeyenlerine tuttuğu merceğiyle bu kitap, yukandaki sorulardan başka onlarca soruya daha yanıt verirken bizi derinliklerine çeken bir çabşma. S Köppü üstünde yürümek KEMAL OZER Üzerinde yaşadığımız dünyanın güneşin çevresinde ve kendi çevresinde dönmesinden başka, bağnnda bulundurduğu topraklan, dağlan, denizleriyle, ırnıak lan, gölleri, ormanlan, tüm doğallıklanyla 4,5 milyar yıl yaşındaki uçsuz bucaksız bir gemi gibi olduğu düşüncesinden yola çıkan kıtapta, bu geminin sürekli hareket halinde olduğu, tahtalannın oynayıp gıcırdadığını, birbirini ittiğini, yerleştiğini ve onun bu kendi içindeki bu küçük olaylannın, bu küçük hareketlerinin üzerindeki canlılara felaketler getirdiği belirtiliyor. Dünya haritasınm sürekli değişmesi, koca koca kıtaların birbirine yaklaşıp birbirinden uzaklaşması yaşanırken; depremlerle, su baskınlanyla, toprak kaymalanyla, yanardağ patlamalarıyla, çığ düşmeleriyle, yanardağ patlamalarıyla karşı karşıya geliyoruz. Iklimler değişiyor; kıtlıklar, luranlar, salgın hastalıklarla sürekli felaketler geliyor. Ustelik bu felaketler sürekli yaşanıyor, örneğin her otuz saniyede bir deprem oluyor dünyada. Tarih Boyunca Dünyayı Sarsan Doğal Felaketler'de, "Dünya Gemisi"nin kendi tarihi içinde nerelere uğradığı, neleri na sıl yaşadığını, dünyamızın geçmişinden süzülen d<)Ğal felaketlerin bazuannın tarihini okurken sarsıhyoruz. Işte kitapta yer alan ve bizi sarsan olaylardan bazılari: Binlerce yıl önce Karadeniz'in yerinde, tümü de deniz düzeyinin altında olan küçük küçük göller, bu göller nedeniyle de berekeui topraklar, bu topraklarda yasayan insanlar varmış. Akdeniz ve AnadoCUMHURİYET KİTAP SAYI 576 NRyaGmM A li Özenç Çağlar'ın şiirlerini, öykülerini okurken, iki ayrı yakaya ayak basan bir köprünün üstünde yürüdüğünüzü sanıyorsunuz. Bu köprii, bir yakasından büsbütün ayırmış değil sizi; öbür yakasına da ulaşmış değil. Sesler, imgeler, esintiler arasında bir yürü