06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

r Ben kadınlar ve çocuklarla ilgili yazıyorum zaınan zaman! Iştebuyüzden... Kimi yaztlartmztn daha çok gençlere yönelik "uyanlar" olduğunu düşünüyorum. Yaşananlart ammsatarak, yaktn tarihiözetleyerekyapttğtmz bu uyanlar Yem Dünya Düzeni'nin yapay cennetlerine de ayktrı. Siz bu uyanlar ve gençlik için neler söylemek istersiniz? Ben gençleri seviyorum. En küçük ki2im Çağrı "benimle diyalog kuramıyorsun desebile,gençlerleitışki kıırabiliyorum. Bugün Turkiye'de gençlik bir bosluk içinde. Üniversitelerin durumu befli. tstanbul'da üniversite okuyan bir genç, okul dışında ne yapabilir? Elbet Boğaziçi Üniversitesi'nden söz etmiyorum. Sosyal bir etkinlik yok. Çocuklar zaten zamanın büyük bölümünü yolda harcıyorlar. O nedenle zaman zaman yazılarımda uyarüarda bulunuyorum. Yakın tarihimizden örnekler veriyorum. Seminerlerde konferanslarda onlara yakın tarihimizi anlatıyorum. Benim gördüğüm okumayan bir gençliğin yanında azınlıkta olan ama okuyan, şiiri, öyküyü, romanı seven, tiyatroya, sinemaya giden, sosyal etkinliklerden mutluluk cluyan bir genç kesim de var. Bu genç kesim Türkıye'nin sosyal, ekonomik ve siyasal sorunlanndan hiç de uzakta değil. Ayaklan yere sağlam basıyor. Derim de şunu hiç unutmam: "Şiir okumayan bır gazeteci, ne doğru dürüst haber yazabüir, ne haber başlığı atabilir ne de köşe yazısı yazabilir..." Ben böyle düşünüyorum... Bir gazetecinin "şiirsever" olması önkoşuldur bence... Bir yıl önce bir yazı yazdım. Tunceli'de bir çocuk öldürülmüştü. Gazetelerde küçük bir haber olarak yer aldı. Olayı biraz araştırdım. Ortaya iİRİnç bir öykü çıktı. Olayı şiirsel bir difle köşe yazısı yaptım... Oysa haber olarak uçup gidecekti. Bir hayli olumlu tepki aldım. Orneğin son DÖİürnü şöyleydi: On ikı yaşındaki Ünal Cilo ile güvenlik güçlerinin arasında yüz metre mesafe vardı... Erlerden biri fırladı, silahını doğrulttu ve ateş ederken de bağırdı... "Terörist komutanım!.." Ünal Cilo yere yığıldı, kanlar içindeydi, gözleri açıktı... Yaşamıyordu Ünal!.. Çocuk bedeni buz kesmişti... Diğer erler, Ünal'ın başına toplandı. Onun bir çocuk plduğunu gördüler... Erlerden rümü Ünal'ı tanıdı... Çünkü küçük Ünal, karakolun elektrik işlerini yapan Cemal Cilo'nun oğluydu... Ünal'ın cansız bedeni Ovacık Devlet Hastanesi morguna kaldınldı ve aynı gün toprağa verildi. îki gün sonra Ovacık Kaymakamlığrndan 250 milyon lira sosyal yardım da geldi. Acaba toplam 750 milyon lira kan parası mıydı? Neredeyse aradan iki ay geçti... Ovacık Cumhuriyet Savcısı nın kamu adına açtığı soruşturmadan bir sonuç çıkmadı... Yetkililer, Cilo ailesini ziyaret ettiler... Dediler ki: "Biryanlışlıkoldui" On iki yaşındaki Ünal Cilo, Söğütlü köyü mezarüğında sonsuz uykusu içinde... O bilinmeyen mevsimler, o acılar, hüzünler, umudar, umutsuzluklar Munzur Dağı'nın eteklerinden her akşam Söğütlü Köyü'nün üzerine iner... Ay ışığı yan gecenin içindedir... Avrupa Insan Hakları Sözleşmesi'nin ikinci maddesi ise aynen şöyle der: "Her bireyin yaşama hakkı hukuk tarafından korunur. Kanunun ölüm ceza sı öngördüğü bir suç nedeniyle bir mahkemenin verdiği ölüm cezasınuı infazı dışında hiç kimse yaşam hakkından kasten yoksun bırakılamaz..." Şiire ve sevdaya ayn bir eğiliminiz var. Şiirin ve sevdamn "meta"lasttnldtğı, arabesklestiği bir dönemde bu tutumunuzun nedenleriniaçıklar mısımz? Söyledikleriniz doğru. Toplum olarak zaten şiir yazıyoruz da okumuyoruz. Politikacımız da şiir yazıyor. Işadamımız da. Gencimiz de, yaşkmız da. Nedense yaşamı türkülü çiçekli dallarda çoğaltmıyoruz. Sevgiyi, aşkı yeşertmiyoruz. Eğer şiir seven bir toplum olsaydık, her şey çok daha güzel olurdu. Ben zaman zaman (bazen çok) bir siyasi olayı ya da sosyal olayı yazının içine şiir serpiştirerek anlatmaya çalışıyorum. Bu aslında okuru da rahatlatıvor olmah. Bu konuda olumlu tepki aldığımı söyleyebilirim. Ben biraz duygusalım üstelik. Zaman zaman duygularım öne çıkar. Sonra kendimi toparlanm. Kendi kendime, aklını başına al, derim. Şiirin ve sevdanın metalaştınldığı, arabeskleştirildiği bir dönemde siire sahip çıkmamız lazım. Elbet aşkı da Düyütmemiz. Insanız ve yüreğimiz var. Yüreğimiz olduğu için de sevgi sözcüğü çok önemli bence. Sizce günümüz Türk şiirinin dummu nedir? Vazgeçemediğiniz ozanlan, ya da şıirleri sorabilir miyim? Bu sorunuza bir şiirsever olarak yanıt vereyim. Başta söylemiştim. Ne şairim ne de öykücü. Gazeteciyim. Türk şiirini seviyorum. Vazgeçemediğim pek çok ozanımız var elbet. Ama bunlardan biri sizsiniz. Sevdiğim pek çok Türk şairi var. Pazar günkü yazılanmda onlann dizelerini kullanıyorum. Elbet ilgimi çekmeyen şairler de var. Yeni kitabımz Bir Güneydoğu Gerçeği: Necla, her biri bir öykü bir şiirparçası olan yaztlardan oluşuyor Bunlar ıçtnde utnudu banndıran ağttlar bir bakıma. Bir başka zamanda, mutlu ve sorunsuz döneme eriştiğimizde bir romancı ya da öykücü Çetinkaya bekleyebılır mtyız? Böyle bir "erteleme" seziyorum, siz ne dersiniz? O kadar abartmayın. Mutlu ve sorunsuz döneme ne zaman erişeceğimi bilmiyorum ama iyi bir romancı ya da öykücü olmayacağım kesin. Belki şunu yapabilirim: Ben günlük tutarım. Önemli olayları o günlüğüme yazanm. Röportaj tadında bir yaşam öyküsü yazabilirim. • Yaşadığımız günlerin tanığı bir yazar ADNAN OZYALCINER O layları aktarmak bir gazetecinin doğal görevi. Bu eninde sonunda bir naber konusudur. Gelip g;çicidir. Bir yenisiyle unutulur gider. ir öncekiyle bir sonraki arasında ilişki de kuramazsınız. Hikmet Çetinkaya, olayları aktarmaktan çok, onlann tanıkhğını yapıyor. Gazeteciden cok bir yazar olduğu için olaylara tanıkıık ederken onlan yorumlamaktan, bir öncekiyle ilişkilerini ortaya koymaktan geri durmuyor. Yaşanan günlerin süreldiliğini yurguluyor. Gelecekte olabilecekler için okurlanm uyanyor. Çetinkaya, röportaj, inceleme, deneme ve güncel yazılannda yazın yapıdarıyla şiire duyduğu ilgi ve tutkusu dolayısıyla canlı, akıcı bir anlatıma sahip. Şiirli bir dili var. En acı gerçeklerin, en çarpıcı çelişkilerin anlatıldığı yazılarda bile bir dil tadı bulacak, bir yazın zevki edineceksiniz. Bence bu, onun olaylara, insanlara bakışındaki öykücü tavtından kaynaklanıyor. Olayları aktanr, insanları anlatırken yalnız dıştan değil, içten ve derinlemesine bir bakışla olanları sergiliyor. Anlattığı olayı neden ve sonuçlarıyla bütünleyerek zaman zaman bir çözüme de ulaşmaya çalışıyor. Yani yalnız tanıklıkla yctinmiyor. Çağdaş bir yazann da asıl görevi budur. Bu olmahdır. Çetinkaya kitaplanyla bize son yanm yüz yıldır Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu, ekonomik, siyasal, toplumsal yönden yaşadıklarımızı, çelişkıleriyle, insanlann çektikleri acılarfa gözler önüne seriyor. Demokrasi, hak ve özgürlükler, laiklik konulannda, esitsizlikler karşısında her kitabıyla sürekli savaşım veriyor. Türkiye'nin demokrasi ve özgürlük savaşımında ne çok olay olmuş, biz bunların birçoğunu hatırlamıyoruz bile. Hikmet Çetinkaya'nın "Sancılı Yıllar, Kuşatılmış Sokaklar, 68'den 78'e" adlı kitabı bu konuda hafızanızı tazeleyebilir. Işçi ve öğrenci harekederinin yer aldığı îutapta toprak işgallerini, komando kamplannı, toplu namazlan, komünizmi telin mitinglerini bulacaksınız. Nasıl unuttuğunuza şaşarak. Çetinkaya, bu kitabını, içinde yaşadığı olaylan "genç kuşaklara bir bilgi değerlendirmesi yapmaları, o dönemi yaşayan 68'liler için değil,genç kuşağa geçmUydları öğrenmeleri için" yazmış. Bize de 1997'de basılan kitabın önsö zünde, amacının 31 yıl öncesinin olaylannı irdelemek değil, geçmişi unutmamamız olduğunu söylüyor. Bu olaylan yeniden gözden geçirmek bugün de olup bitenlere, aralarında bir kıyaslama yaparak eğrisiyle doğrusuyla bir ışık tutacaktır. Yapılan yanlışların tekrarlanmaması, doğrulannsa üstüne gidilmesi konusunda uyancı olacaktır. Kubilay Olayı ve Tarıkat Kamplan" Çetinkaya'nın ilginç kitaplanndan biri. Irtica'nın başı Şeyh Esat ve Kubilay olayından yola çıkarak günümüzdeki tarikat kamplannı inceliyor. Bunlann arasında Tıcaniler Tarikao ve Pilavoğlu'nun yanı sıra irticanın gölgesindeki bir ilçe ile din baskısı altındaki bir kadının durumu anlatılıyor. Laikliğin nasıl ortadan kaldınlmak istendiği, dün olduğu gibi bugün de ülkenin nasıl bir karanlığa sürüklendiği ortaya konuluyor. Aynı kitapta komando kamplannın durumu da irdelenerek demokrasimizi ne tür bir tehlikenin beklediği vurgulanıyor. Buna paralel olarak da zeytin işleyen, haşhaş vetiştiren üreticilerin içinde bulunduklan acıklı durum ilginç röportajlarla gözler önüne seriliyor. Birileri ekmek parası bulamazken ötekiler şeriatı getirerek kazanç sağlamaya uğraşıyor. ^eriat Pazan"nda şeriatçıların bütün ipliği pazara çıkarılıyor. Gün gün, olay olay ızlenerek. Şeriatçılann hain planı 1314 yaşındaki çocukıara ettirdikleri yeminden açıkça anlaşılmaktadır: "Ben Muhammet Mustafa ümmetindenim. Türkiye, dinsiz, laik bir devlet haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağım, Türkiye'yi bir din ve şeriat devleti naline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkanlan dinsiz kanunlann tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına davanan şeriat devletinin kurulması için devlet idaresinde söz sahibi olacak mevkilere gelmek için çalışacağıma, dinim, Allahım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ederim." Hikmet Çetinkaya, bu kara tehlikenin büyüklüğünü, Fethullah Hoca'yla ilgili üç kitapta ortaya kovmaya çalışryor. 1. kitap "Kuzu Postunda Kurt ta Türkiye'deki tarikat ve cemaaderin örgüdü siyasi güç haline gelişleri, belki de getirilişleri ile Fethullah Hoca'nın "önlenemez yükselişi" anlatılıyor 2. kitap "Zambak Sana da Bulaştı Kan", şeriatçı basının durumunu, şeriatçılann milli eğitim LHdKSavapı deki örgütlenislerini, Suudi sermayesiyle ilişkilerini, Sıvas katliamının ardında yatan gerçeği açıklıyor. 3. kitap "Din Baronunun Kazlan" adını taşıyor. Burada Din Baronu olarak sözü edılen Fethullah Hoca'dır. Onun Kenan Evren'den Turgut özal'a, Tansu Çiller'den Bülent Ecevit'e kadar uzanan ner kesimden kişilerle kurduğu ilişkilerle, "şeriatticaret" zincirini nasıl genişlettiği irdeleniyor. Siyasal yaşamla ticari yaşamın ele geçirilmesinin devlete el koymaya kadar giaebileceöi belirtiliyor. llhan Selçuk, "Kuzu Postunda Kurt" adlı kitaba yazdığı önsözde bu gelişmeyi şu sözlerle açıklamış: "Türkiye 1923 Devrimi'yle, Islam dünyasında ilk kez, Aydınlanma'yı bir devlet düzeni ve bir yaşam biçimine dönüştürdükten sonra demokrasiye en yakın duran Müslüman topluluğu oldu. Devletin temeli laiklik ilkesidir; ama dışandan ve içeriden avdınlanmayı kemiren güçlerin ittifakı da azımsanmayacak bir ağırlık kazandı; Islam'ı siyasete alet ederek iktidar kavgasına girenlerin epey yol aldıklan görülüyor; şeriatçılık, terörden başlayarak parlamentarizme değin her yöntemi sınıyor; sözde emperyaBzme karsıt görünenle, Amerika'nın şemsiyesi altında ıiımlı Islam'ı benimseyerek kuzu postunda kurduk yapan tarikatlar ve cemaatler, hem birbirine karışmış, hem dinsel siyaseti parsellemişlerdir." Bunun üstesinden gelebilmek için sürekli bir savaşım gerekmektedir. Tıpkı Hikmet Çetinkaya'run yaptığı gibi. Bu kitaplar bize örnek olacaktır. llhan Selçuk un dediği gibi: "Bu kitap, insanı kullaştırmak, daha açık deyişle köleleştirmek isteyen karanIIK güçlere karsı savaşımın, gün gün atılan adımlarınaan oluşan bir yolun yörüngesini çiziyor." Yaşadığımız günlerle olaylara kendi tanıklığını yeterli bulmayan Çetinkaya, bu kez kültür ve yazın alanından üç yazan ele alarak tanıklığını pekiştiriyor. Çetinkaya "Çağının Tanığı Üç Yazar" adlı kitabında düşün, gülmece, yazın dalında ünlenmiş Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Muzaffer Izgü ve Samim Kocagöz'ü inceliyor. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, bir düşün adamı. Milli Mücadele'nin ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün dönemlerini, kuruluşundan başlayarak bütün heyecan ve gerginlikleriyle yaşamış bir yazar. Yaşam öyküsüyle, özellikle siyasal, topSAYFA S CUMHURİYET KİTAP SAYI 572
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle