Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
» lamaz bir gerçeklik. O, kendi tanımıyla ve bizce de bir 'Şaman'dır artık. Bir ermiş. Sanırım bu görüşümde yalnız değilim. Birçok kişi nemnkir. Düşünsel ve poetik boyutlanyla çok önemli, katmanlanna kolayca nüfuz edilemeyecek bir şiir kitabı" Evren Ağacı". Büyük bir şiir, 'şiirler' demiyorum, çünkü altında aynı 'Şaman'ın imzası olan 'tek şiir'. Çekirdekteki AnaTema'nın çevresinde, gökkusağının renkleri gibi (renk ayrışmaları olarak) ara başlıklarla bölümlenmiş üç izleklik 'tek bir şiir'. Bu 'tek sür'de 'Şaman', Dünya'yı ve Hayat'ı (canlıcansız!), tnsan'ı ve kendi özünü yorumlayarak/anlamlandırarak, sorularıyla ve okura taşıdığı sorularla üretmeyi/üretilmeyi amaçlamış. Bunda da büyük başan elde etmiş. Mistik yaklaşımlar (sanrılar, sayıklamalar, vecd ve zikir hali) gibi görünen kim bilir, belki biraz da öyledir bir ruh yapısı ve kodlar dizgesi içinde, canlıcansız (!) tüm doğanın, lnsan'ın ve Hayat'ın özünü (ruhunu, sezşi ve düsüncesini) sarplıkları, uçurumları, doruklanyla 'söz'ün otopsisinden geçirmis. însan'ın ve Hayat'ın özündeki parçalanmayı, tozlanna aynlmayı, küllerinden doğmayı" 'görülen'deki 'görülmeyen'i ve 'görülmeyen'deki 'görülen'i... ve daha birçok olguyu 'söz'ün büyüsüyle didikleyen, ayrıştıran, sentezleyen bir 'Şaman' ruhu ve gözüyle "Evren Ağacı"ndaki şiiri çıkarmış. Yorumlar, sanıyorumlar ve oelki 'sanrüar'dan oluşan bir bilgelik(ler) metni... Ister, "Bir an dünyaya uyanır/ gibi ayağa kalkmışö// uzakta birkaç dolunay/ vuruyormuş güya pencere// catnlanna. Bütün beliyle/ bir fıskiye sanki avluda// eğilmişti kurak bir yağtnur/ mevsimi geçiren yaşamına// bir esinti bile eklemişti/ vurgun yemiş gibi hayatımıza.// O gençlikten bu yana/ görür görmez tanınm// o ince belli baharı./ Dünyanın bütün bademleri// çiçek açmıştır o giilün/ gülüşünü emmiş. ağzında// Gergefini dağıttı bu genç/ bedenin bir tufeyli ölüm// ama burnucndadır hâlâ kokusu/ yaşlanırken o eski bademlerin." girişiyle "Liıtfen Cevap Veriniz" şiir(ler)i; ıster "Tutulma ve Sarsıntı"nın güncel olaylara eğretilemelerle göndermeler yapan görece daha yalın, daha çok nüfuz edilebilir duygusu uyandıran şiir(ler)i, isterse, bir mesihin ya da ermişin monoloğu (bir anlamda da karşısındaki "masumiyet/henüz bozulmamışlığın seşsizliği"yle karşılıklı gelişen bir dıyaloğu) andıran, o tadı veren ve "Seni tanımlamak istetniyorum şarkılarımla:// Ayağına dokundum görür görmez seni/ ayağını çektin, dokunma nuyun biliyor// Baban o zaman tanıştıraı biziV/ Pencereden bir gölge geçti, geçer gibi:/ Bir kavak eğilmiş bakıyordu yapraklarıyla.// Baban kaldmp kavaga gösterdi seni." dizeleriyle açılıp "On ikinci şarkıyı görünmez mürekkeple/ ve yazıyorum, üzerine sen de yazasın diye// Bir sandalye boş duracak masanuzda/ sen gelince sevinsin, yol gidesin diye// Yeni bir yol açıvoruz dünyaya doğru/ sen hiç düşmeden koşabilesin diye.// Dilerim: Bir şiirin içinde esin gibi yaşarsın." dizeleriyle kapanan "Asude Alkaya Için On Iki Neşeli Şarkı" başlıklı sevgi şiir(ler)i olsun... "Evren Ağacı", yukandaki tanımı fazlasıyla doğrulayan, ona tıpatıp oturan, birbirleriyle organik bütünluk içinde, çetin ve derin bir tek şiir. Okurundan şairiyle aynı çile yollanndan çeçmese bile yakın düzeyde donanım ısteyen, yaratılırken ortaya konan çabaya denk bîr çözümleme, üretme çabası talep eden şiirler... Ben, Özdemir Ince'nin "Evren Ağacı"nda bunlan 'okudum'. • Evren Ağacı / Özdemir İnce / AdamYayınları / 83 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI S72 Cerceve övkü2 ASUMAN KAFAOĞLUBUKE "Yeşıl ışık sonundayandt, arabalarok vibi ileriftrladt ama bepsinin aynı htzla ilerı fırlamadtğı hemen anlaştldı. Orta feritte en öndeki afaba yerinde duruyordu, mekantk biranza aöz konusuydu anlaşılan, eaz pedalt yerinden çıkmtş, vites kolu sıkışmış ya da htdrolik sistemde bir artza meydana gelmi}, frenler bloke olmuş, elektrık devresi kesilmıştt herhalde ya da yalntzca benzini bitmişti, buna da ilk kez rastlanmtyordu. Kaldırtmlarda birıken yeni yayalar, durmakta olan araan içindeki sürücünün, arkadakı araçlar sinirli sinirli korna çalarken, ön camtn ardında bir şeyler geveledıjfını görüyorlar Daha fimdiden arabalartndan/ırlayan birçok sürücü, artzalı arabayı trafiği aksatmayacak biryere kadar itmeye hazır, arabantn kapalı camlanna vuruyorlar, ıçerdekiadam başınt onlara çeviriyor, önce bir yana, sonra öteki yana, baStrarak bir şeyler söyledtğtni görüyorlar ve ağız hareketlerinden,t>ir sözcüğü durmadan ytnelediğianlaşılıyor, haytr, birdeğiliki sözcüğü, evet, bunu zaten ıçlerinden biri kapıyı açmayt basardığmda anlayacakîar. Köroldum." tose Saramago, "Körlük" (Çev: Aykut Derman, Can Yayinlan, 1999). dan baktığımızda da anlatıcı, roman kahramanları gibi kördür: (okura hiçbir roman kahramanının fiziksel özelliklerini anlatmaz, kimsenin saç rengini, güzel olup olmadığını, yaşını bilmeyiz; nesnel bakışla kim olduklannı ayırt etmemize yetecek kadar bilgi verilir, bunun dışında bir değerlendirme yapmaz. Saramago böyle bir anlatımla hem roman kişiîerini benliklerinden anndınp soyutlaştırmış, hem de anlatıcıyı kişiüksizleştirmiştir. Roman boyunca hiçbir karakterin adının verilmemesi de, aynı nedendendir. Böylece yazar asla biz okuyucuları, anlatılan öykünün içine tam anlamıyla sokmaz, çünkü dışlanmışların Yazın Sanatı cıyı (2), tannsal bir konuma koyarak her şeyi bilen anlatıcı havasını venr. "... Bizi yalnızca Tann görüyor, dedi, basına gelen bunca kötülüğe ve düş kırıklığına karşın Tanrı'ya hâlâ kuvvetle inanan birinci körün karısı, doktorun karısı da bu sözlere karşılık, Tanrı bile görmüyor, çünkü gökyüzü bulutlarla tcaplı, sizi yalnızca benim gözlerim görüyor, dedi. Ben çirkin miyim, diye sordu koyu renk gözlüklü genç kız. Cılız ve kirlisin ama hiç de çirkin değilsin. Peki ya ben, diye sordu birinci körün karısı. Sen de onun kadar cılız ve kirlisin, onun kadar güzel değilsin ama benden daha güzelsin..." Romanda ilk kez bu bölümde anlatıcı nesnel bakışın dışına çıkar ve ilk kez estetik bir değerlendirme ile karşılaşınz. Romanın sonuna yaklaşan bu bölümde adını bilmediğimiz ama romanın başından beri koyu renk gözlüklü kız olarak tarudığımız kızuı güzel olduğunu, birinci körün kansı olarak tanıdığımız B ir öyküyü anlatmanın en kolay yolu, öyküye dışardan kalan bir anlatıcı açısından anlatmaktır. Anlatıcı farklı konumlarda olabilir: (1) sadece bir dış gözlemci olarak izlenimlerini aktarır; (2) her karakterin neler hissettiğini bilen, gözlemciden çok, öykünün sonunu da bilen, herkesin zihnine girip çıkabilen tann benzeri biridir; (3) birinci tekil şahısta gözlemlerini, yaşadıklarını ya da çevresinde olup bitenleri anlatır; ya da (4) öykünün küçük karakterlerinin birinin gözüyle olayları aktarır. 20. yüzyd başlannda (2) türdeki, "her şeye hâkim, her şeyi bilen anlatıcı", romanın jgerçekçi gelisimi ile çeliştiği için, romanlar daha çok birinci şahıs (3) anlatımlara bıraktı yerini. "Bir varmış bir yokmuş" açısından, masal anlatırçasına olayları bilen anlatıcı, artık kendi duygulannı da dile getiren, olaylardan soyutlanmamış, hatta çoğu zaman, olayların içindeki karakterlerden biri olarak öyküyü dile getirmeye başladı..Bu durum özellikle gerilimli öykülerde daha sık kullanılır oldu, şimdikı zaman kulla narak okurun ilgisi ve heyecanı sürekli kılınmaya çalışılıyordu. Sanki anlatıcı bir yandan yaşıyor, bir yandan da yaşadıklannı okurla paylaşıyordu. Jose Saramago "Körlük" romanında (1) olayları dış gözlemci ağzından anlatmayi seçmiştir. îlk paragraflarda "orta şeritte, en öndeki araba..." diyerek anlatıcı kendi yerini de açıklar, birkac araç arkadaki bir arabanın içindedir, falcat daha sonra kaldırımda biriken yayalardan birinin açısından anlatmava devam eder. Sonra da olayın geliştiği ner noktada var olan biri durumundadır. Ilk başlarda kişileri takip eden anlatıcı, daha sonra konunun peşinde, kişilerin üstünde bir yerden anIatımını sürdürür. Anlatıcı konu ilerledikçe sanki roman kahramanlannın eksik gözleri konumuna girer. Her açıdan görebilen, her karakterin durumunu kavrayan biri olarak bize olayları anlatır. Ama farklı bir açı los6 Saramagonun romanı. kentte anlden gellşen bir körlük salgınını anlatır. Dtş göztamd dünyasını anlatıyordur; ve dlşlanmışlara karşı acıma ve yakınlık duysak bile onların dünyası uzak bir yerdedir. Jose Saramago'nun romanı, kentte aniden gelişen bir körlük salgınını anlatır. Göz doktoruna gelen bir çocuktan, doktorun muayenehanesinde bulunan hastalara ve doktora geçerek yayüan has talık çok kısa zamanda nüfusun bir kısmını etkiler. Tek etkilenmeyen kişi doktorun karısıdır. Kent yönetimi körlesenleri ve birlikte olduklan (olasıhkla nastalık bulaşmış) kişileri, eski bir akıl hastanesinde karantinaya alır ve körlerin buradan kaçmalarını askeri güç ile engeller. Fazla zaman geçmeden adaletin geçerli olmadığı bu ortamda kimse ahlaklı veya adil davranmak zorunda hissetmemeye başlar kendini. Yapının dışında bekleyen askerler de korkulannı yenemedikleri için kaçmak isteven körlere ateş açarlar. Uzun direnmelerin sonunda binada yangın çıkar ve körlerin büyük bir kısmı ölür yangında. Yangından kurtulanlar kentin sokaklannda dolaşmaya başladıklarında artık herkesin kör olduğunu anlarlar. Karantina saçmalığı işe yaramamış, halkın tamamına hastalık bulaşmıştır. Roman bir noktada anlatıcısını değiştirir sanki. Her şeyi bilengören anlatıcı, yerine körlerin arasında bir tek gözleri gören doktorun kansının açısından bakıyordur artık olaylara. Öykünün bir bölümünde anlatılanlar sadece doktorun kansının gördükleriyle sınırh kalır. Burada yazar çok bilinçfi olarak anlatı diğer bir kadının onun kadar güzel olmadığını öğreniriz. Bundan önce kişiliklerinden arındınlarak tanıtılan kanramanlar burada birbirlerine göre değer kazanırlar; hatta belki ilk kez insani bir ilişki içine girerler. Saramago romanda bazı zıtlıklar da kullanmıştır. Örneğin, körlük, bir karaltı veya karanlık olarak anlatılmaz, aksine bir süt denizinin içen düşmüş gibi beyazlıktır. Aynca hiçbir karakterin adının olmaması da cok gariptir. Karakterlerin biri dısında nepsi kör oldufiuna göre, anlaşmak için en anlamlı yol birbirlerinin seslerinden adlarını öğrenmeleri olur, halbuki kitap boyunca süren "koyu renk gözlüklü KIZ" gibi açıklamalar körlerin hiçbir işine yaramaz, sadece dışardan bakan ve gören biz okurlara bilgi verir. Ve yine bu yöntemle Saramago okuru dışlanmışların dünyasının dışında tutmaya çalışır. Kuşkusuz romanda anlatılan körler, her toplumda varolan sakatlar, hastalar, yaşlılar, evsizler, uyuşturucu bağımlıları ;ibı, ezici coğunluk tarafından dışlananarı simgeler. Sıradışının dışlanabilmesi için mutlaka azınlıkta olması gerekir, kendisi coğunluk haline geldiğinde artık sıradışı değildir. Tüm lcent halkının (bir kişi dışında) kör olmasıyla dışlanmışlık da yok olur. Artık bu yeni durumun içinde yeniden güçlüler ve güçsüzler ayrımı gerekmektedir. Herkesin eşitlendıği noktada mutlaka tekrar eşitsizlik (farklı bir güç dağılımıyla) başlar. • SAYFA 17 Güçlülsp va güçsüder Î