23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

METİN FINDIKÇI 1 97879 öğretim ydında Aktepe Lise si'nde okıırken, öğretim yılı başlangıcında hocalarla, şöyle bir tanışma faslı yaşanıyordu. Hiç unutmam, (/aten unulınam nıümkün değil) bir anı yaşa dım. O dönemin matcmatik öğretmeni Aşur B. (Şu adın asaletinc bakuı, söylerken bile içinden "şey" damlıyor) Mardinli olduğumu söyleyince, birdenbire şid detli bir tepki göstererek: "Doğuhıysan benden sınıl geçemezsin" demişti. On ye di yaşın acemiliğiyle ne dediğine şaşırıp yerime oturmuştum. Okul yıfları boyunca, edebiyattan sonra en sevdiğim dersin nıatematik olduğunu söyleyebilirim. O ana kadar bu iki dersten nep yiiksek not almıştım. O yıl yaptığı bütün yazılılarda hep üç (3) aldım. Boş kâğıt veriyordum üç, bütün soruların hepsini kusursuz yapıyordum üç. Öğretmen bir faşistti ve sözünde durmuştu. Beni sınıha bıraktı. Allah'tan o dönemde borçlıı geçme diye bir şey vardı. Düşünüyorum da bizim gibi nenüz gençliğe ilk adımını atmış nice insanın, bu tür raşist öğretmenlerin yüzünden hayatı teler oldu. Ah! Aşur (ne isim ama, andıkça 'şey' kokusu duyuyorum) şimdi ölmüşse nur içinde yatsın. O gün, Uğur Kökden'le öğle yemeği için buluştuğumuzda, eylül ayıycıı. Kurşııni deniz ve gök arasında oturuyor gibivdik. Hoş bir yerdi. Hep o eylülü ve edebiyatı konuştuk. O eylül kasırgasından tam yirmi bir yıl sonra. O kasırgayı hissettiren ve anlatan, Uğur Kökden'in günlükanı bir kitabı çıktı. ("Uzun Gecenin Tutsakları"(*) Barış Derneği Cezaevi Günlüğü1982) kitap, belge ve fotoğraflarla birlikte tam 321 sayfadan oluşuyor. Tutuklama anından, salıverilme anına kadar tam on ay cezaevinde özenle tutulan, en ufak bir notıı bile kaydedilen günliikbelgelerden oluşuyor. Uğur Kökden 1934 doğumlu. Bu demektir ki, çocukluğunda îkinci Dünya Savaşı'nı yaşadıktan sonra; Türkiye çerçevesi içinde üç darbeyi de yaşamış. Sonuncu darbede onca insan gibi cezaeviyle tanışma faslından ne yazık ki o da nasibini almıştır. Üstelik tarih boyunca insanlığın şiddetle gereksinim duyduğu "Barış" için. Bugünlerde de sıkça adından sözii edilen " Barış" 12 Eylül 1980 darbesinin akabinde, bir suç unsuru olarak sayılarak Barış Derneği kurucuları ve üyeleri gözaltına alınıp on ay boyunca tutuklu kaldılar. Sonuçta, oıtada herhangi bir katliam, bir çete oluşturma, devletin si lahlarıyla seri cinayetler işleme, ülke ekonomisine zarar verecek duzeyde hırsızlık yapma gibi bir eylemde bulıınmadan, bir suç işlenmeden, sadece "Barış" adına "Barış Derneği" kıırup ve toplum adına olumlu ne yapabiliriz diye düşünen bu aydın insanlan keyfi ve bilinçli bir kılıf uydurup (141 142) vs. gibibahanelerle, düşünceyi düşünen insanı yapay olarak çıkarılmış bir kasırgayla bozguna uğratmaktır. I ler darbenin akabinde yaşanacak olagan durumlardır bu tür tutuklamalar. Çünkii, toplıımu baskı altında tutmak ve tedirgin etmek için bu tür davaların sahneye konması gerekiyor. Bunu yapan insanların zihniyeti, olsa olsa benim, (sevgili) öğretmenim "Aşur"un zihniyetine sahip olan insanlardır, diye düşünüyorum. Eylül ayında, bu kurşuni göğün altındayız şimdi. O günlerden fersah fersah uzakta. Tam tamına yirmi yıl sonra. Uğur Kökden kıtabın önsö/.ünde dediği gibi. "Ne var ki, o gündcn bugüne her sözcük içtenliğini, ağırlığını yitirdi; her hareketin kaynağındakı sıcaklık kurudu.Bundan böyle, ne 'söz' onu söyleyen ağzın malı; ne de 'eylem', tarihinin sicilinde layık ol dıığıı yeresahip." Veeklıyor: "Böylesibir günlülde bir dönemin anüarı, izleri, tor tusu ve gerçekleri, yirmi dört saatlik ya Sorumlu bir avdının tanıklım şanun katı kalıplarından çıkıyor, yumuşu yor; tutanaklara geçmiş bir bakıma hesabı verilmiş bir zaman diliminin buruk, suskıın ve sisli malzemesine dönüşmüş oluyor." Uğur Kökden kitabının önsözünü bu cümıelerle bitiriyor. "Kaldı ki, 'tutukluluk', beklenmedik bir yerde ve anda yaşamı ikiye böldüğüne; ve bu iki uç özgürlükten sonra bile asla birleşmediğine göre, kâğıda düşen şu silik tarih kayıtları ancak Dİr 'mağlup'un savunması sayılabilir. Zamana karşı bir savunma!" Böyle bir toplumsal olay, toplumu bu ka dar yaktndan ilgilendiren ve hatta tarihin akışını değiştirebilecek olan bu tür olaydavaları ne yazık ki, toplumun ilgisini yeterince çekmemektedir. Aydın bir bireyin üstüne düşen sorumlufuğu neyse, ne gerektiriyorsa; Kökden de bu davranışıyla yerine getirmektedir. Bir davanın içinde bulunmuş, normal bir akışın içinueyken, olağandışı darbeciler tarafından tutuklanmış, bir süre tutuklu kaldıktan sonra, yani: Barış Davasının 'bir bakıma hesabı verilmiş' (bencc gereksiz bir zaman yitimini) yaşatıldıktan uzun bir süre sonra, bu günlükleri su yüzüne çıkarmıştır. Son yirmi yılda, toplumun belleği sanki tınutmaya daha meyilü hale geldi. Bunun birçok nedeni var. Neyse ki, bu zayıfunutkan bellek bütün toplumu teşkil etmiyor. Bence 'Barış Derneği' davası Türk siyasi tarihinin temel taşlarından biridir. Ve "Uzun Gecenin Tutsakları" kitabı, bu davanın (bir bireyin günlüklerinden çok) toplumu yakından ilgilendiren bir başvuaı lcitabı olmalıdır. Birbclgedir. Cjünanıylasevabıyla bir davanın tarihi düşülmüş bir dipnottur. 25 Şubat 1982 Perşembe tarihinden başlayan ve on ay süren bu davanın anıgünlüklerini okıırken, insan o günleri iyiden iyiye hissediyor. O günlerin havasını, tutukluluk sürecinde dolaştırılan mekânlarının çirkin ortamlarını, insan ilişkilcrinin dolambaçlarını günlük halinde güzel ve etkileyici edebi bir dille işlenerek okuyanı (hele o günleri yaşayan lar ve benzer yollardan geçenler için) etkisi altına alıyor. Uğur Kökden, tutuklamanın ilk faslı olan Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde gözlemlediklerini şu satırlarla anlatıyor. "Içeri girince ilk gözüme çarpan sahne, duvar gibi insanlar oldu. Gözleri bağlı, yüzleri sağır duvara dönuk, ancak parmak uçlarıyla gövde ağırlıklarının duvara bindirildiği nir duruş biçimi içinde ayaktaydılar, hepsi de. ü incecik el ve ayak parmaklarına gelen basıncı düşünüyordum, ister istemez. Bununla birlikte, hepsinde değilse bile duvara dizilenlerin kiminde, öylesine bir senlibenli ra olarak gözlemlerini "Salonun bir yüzünü boydan boya kapatan pencereler hem ko yıı renge boyaJı hem de demir çerçeveli. Demir çerçeve, içe bakan yüzünde; ayrıca, bir de kilit vıırulmuş çerçevelere. Yaygın kanının tersine, serbest uüşüşe olanak sağlamıyorsöylendiği gibi" diye anlatıyor Kitap boyunca, ince, güzel, eleştirel ve etkileyici bir anlatım var. Bu yüzden, gençlerin 'neyin, ne olduğunu' anlaınaları açısından bir inceleme niteliği taşıyor aynı zamanda, bu kitap. Istanbul Emniyeti, Gayrettepe ikinci bodrıım için, Kökden'in altını çizdiği daha doğrusu yazdığı bu notu da: bu satırlara aktarmak sanırım yeridir. "Dante Cehennemi'nin alt katlarını düşündüren bu dünya, dışanya karşı çok iyi Korunuyordu. Ama, içeride tümüyle korumasızdi; ölümlüydü." Çok harika bir ifade biçimi, bence. Siyasi bir davanın güncesı ve belgesi olan bu kitabın en büyük özelliklerinden birisi de; Uğur Kökden'in yumuşak ve süslü anlatımıdır. "Takvime göre gelen bahar, her yakada duyulmakta. Çevremizde. Ayaklarımızın altında. Ezilen çayırlarda. Ot kokusu kendisini duyuruyor. Uzakta, yumuşak çizgili vadiler. Hafif SLS içine batmış birtakım ağaçlar. Şurada burada selvileri de seçebiliyorum. Arkada, tarih öncesinin hantal hayyanları gibi tanklar dıı ruyor. Zırhlı çekiciler. Cipler." Veya "Bahçeye çıktığımızda, Aykut'u sık sık çiçek toplarken görüyorum. O zaman ilginç t>ir görüntü beliriyor. Çiçekler, genellikle tel örgünün dibinde. Türekli askerler de, hemen orada. Aykut çiçek için eğiliyor; ona doğru devrilen silahın namlusu da birlikte eğiliyor. Ne gam, yine de kır çiçeklerı giderek çoğalıyor elinde" gibi. Ve güzel bir şiir dizesi olabilecek bir cümle: "Gözleri, iyice derinlere düşmüş bir mcrcimek tanesi." Uğur Kökden bu cümleyi, bir zamanlar muJetvekilliği de yapmış Nurettin Ydmaz için söylüyor. Nurettin Yılmaz, Diyarbarkır'da tutuklandıktan; Diyarbakır'ın o korkunç iç yüzünü yaşadıktan sonra, Istanbul'a getirüiyor. Diyarbakır Cezaevi'ne kıyasla, Maltepe Cezaevi için "Bir cezaevi değil, bir cennet". Ve Diyarbakır'ı bu sözlerle anlatıyor "1980 sonrası Türkiye'sinde, artık Diyarbakır bir özel isim değil. Bir cins isim! Belli koşullarm, sınır konulmayan acıların ve sonuncu özverenin isimsiz adı." Bir türkü uyarlamasını da anlatıyor Kökden'e, "Bir askı, iki askı, üç askı/ on üç askı/ ... bey, ... bey/ olur mu böyle baskı?..." ve"busözler, orada, akli dengesini yitirmiş bir gencin türküsüymüş." Bir ilginç not da, Generalin, Barışçıları hapishanede ziyareti sırasında şu sözleri: "tskiden paramız değersizdi. üysa, artık değerli. Eskiden Paris'e, Londra'ya, Barseîona'ya gidip kürk, kozmetik eşya alırlardı. Bu yolları şimdi tıkandı." Sayın General, şimdi paramız için ne düşünüyor çok merak ediyorum. Ve hapisnanedeki insan ilişkileri, arkadaşlıklar, çocuklarının ziyaret anındaki duygu yüklü anlatımları, özlemler ve en sonunda o dönemde de beklenildiği gibi özgürlük. "Uzun Gecenin Tutsakları" kitabının önemi, Uğur Kökden'in, kitabın önsö zündeki söyledikleriyle noktalayayun. "Belki Banş Derneği ve onun temsil etti ği gerçekler, günümüzde, Türkiye için bir anlam taşımıyor olabilir; belki bu sayfalar, bu kopuk yaşam kırıntıları, boş yere yayımlanıyor sayılabilir. Öyle ya, yirmi yıldır insanlar sustu, düşünceler sustu, zaman sustu. Bereket versin, susmayı bilmeyen bellekler ve kalemler de var." Bazıları için bu kitap, aynı mekânı anlatan günlük oluşundan dolayı; tekrarlardan sıkıcı bulunmuş. Bence, bir snlukta okunabilen ve yukarıda da dcğindiğim gibi, o günlere ışık tutan nefis bir anıkitaptır. Gençlerin okuyup, bu anıgünlükler den ders çıkarmaları dileğiyle. Kökden'in dediği gibi; bereket verbin, susmayan bel lekler ve o bellekleri devam ettiren kuşaklar var. • C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYI 6 1 4 8jyasi U P davanın güncesl "Barış" Içln hatlık doğmuştu ki, işkenceciyle işkenceye uğrayan arasında bir ayrım sezilemiyordu kolayca." Ya da "Geniş salonun dirsek oluşturan öbür köşesinde her yerden pek iyi görülmeycn bir bölüm genç bir kız, titrek bir sesle içli içli şarkı söylüyor. Doğal ki, o koşullarda, buna ne ölçüdebir 'şarkı' denebilirse! Öteyandan, kızın başında, öylece ayakta duran bir polis var. Şarkı söylemeye de kızı zorlavan, o!" ve devamında "Bir ara zil çalıyor, kapıyt açıyorlar. Vakit, akşamın ilk saatleri olmalı. Içeriye gençler giriyor, savaştan dönen isimsiz ve silahsız askerler gibi: Kimi iki büklüm, topallayarak yürümekte; kiminin kolıı kınlmış askıda. Görülüyor ki, işkenceyi anlatan bir filmin birer sahneleri gibi, göz önünde akıp giderken; insanın içini acıtıyor. 12 Eylül darbesinin bir parçası haline gelen gözaltındaki ölümler. Ashnda o günler lcadar yoğıın olmasa da hâlâ devam etmektedir! "Kendini astı", "Altıncı kattan pen ceredcn atlayıp intihar etti" veya "Merdiven boşluğuna düşüp öldü" gibi hiçbir mantığa sığmayan gözaltı ölümlerinin açıklamaları. Idamlar haricinde, o dönemde binlerce kişi hayatını bu tür işkencelerde yitirdi. Uğur Kökden, bu ölüm şekline tezat SAYFA 6
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle