23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ccmil Kavukçu'nun öyküleri VECİHİ TİMUROĞLU Bir öykücünün gerçek değeri ancak okunarak belirleniyor... Ccmil Kavukçu'nun öykülerini, bugüne değin, tek tek okumuştum. "Gemiler de Ağlarmış"ı okuyunca, öbür yapıtlarını da tümüyle okumaya başladım. Bir öykücünün gerçek değerini, öykülerini bir arada okuduktan sonra anlayabiliyorsunuz. Gemiler de Ağlarmış'tan sonra, "Temmuz Suçlu" ve "Pazar Güneşi" adlı yapıtlarını da bitirdim. Öbür öykülerini de okuyacağım. Birçoğunu okumuştum, ama tek tek. Şimdi, kitap kitap okuyacağım. (. cnııl kavukçu lill.İM.N »İKSOKAKTA KAYUOLMAK O ykü, şiire en yakın yazın iiriinü olduğundan olacak, öykü üzerine çok düşünmüşümdür. Yaşamımıza ilişkın çok öyküler anlatırr/. Her kişi, hemcn her dost söyleşisinde, kendi yaşanıından ya da bir başka tanıdığın yaşamından (Wküler anlatır. Denebilir ki, bir dost sofrasında, herkcsin yaşamöyküsünden bir bölümü dinleriz. Bu durum, beni çok düşündürmüstür. Neden, herkes, yaşamöyküsünü anlatmayı istiyor? Sanırım, yaşamımızdan öyküler anlatmak, bize, kendi ruhsal dıırumumuzu, kişiliğimi/i doğru ve tam olarak araştırmamızı öğretiyor. l'arkında olmasaK da, kendi yaşamımızdan bir olayı anla tırken, çevremizdekilere, ruhsal yapımızı ve kişiliğünizi tanıtırız. Bu yolla, her nesnenin ruhuna, özüne ilgi duymaya başlamış oluruz. Yetişmemizin en kötü ve gizemli durumlarının ruhsal yapımıza sinmiş ögelerini çözümleme gücüne, kendi öyKuTerimizle erişiriz. Kuşkusuz, kendi yaşamımızdan bir öyküyü anlatmakla, onu yazmak arasında büyük bir fark vardır. Ama sonuçta, öykü yazan da, bizim en içsel ve yaratıcı deneyimlerimizi yansıtmaya çaba gösterir. Insanı yazmanın haşka bir yolu yok ki!.. Kaynağında, kendi yaşamımızdan kesitler aniamğımızda, en içsel ve yaratıcı deneyimlerimizi sergilemiş oluruz. Gözlemlerim odur ki, içki soiralarındaki anlatılar bile, anlatıcınm içsel ve yaratıcı deneyimlerini kapsıyoı. Yasamöyküsü anlatma, daha çok, ölümlere, acılara, ayrılıklara ve kötülüklere iiişkin olur. tnsanı mutlandıracak olayları anlatma isteği, dost toplantılarında, çok az görülür. Bu durum, bana, yaşamlarımızın uzlaşmazhklarının bildirimi gibi gelir. tnsanlar, yaşamlarının uzlaşmazlıklarını sergilerken, kaynağında, uzlaşmanın, oydaşmanın yollarını arar gibidirler. Her yansıtmanın arkasından, bir çözüm aranır gibidir. Çoğu kez, sorun, çözümünü de içeren biçimde sunulur. tyileştirici, yönlendirici öykü, doğuştan kazanılmış hakkımızın bir parçasıdır gibime gelir. Bize, öykümüzü anlatma olanağı veren, kendi gerçeğimizi ve doğrumuzu tanıtmamızı onaylayan yetimiz, başkalarını da konuşmamıza ve anlatmamıza hak verdiriyor. Öykü söylemek, gerçeği anlatmak olabilir, ancak o, kendi öykümüzdür. Yaşamın anlamı, kimlik saptamak olmalıdır. Anlatılan öykülerimiz, aile ve toplumsal ilişkileri Gerçegl anlatmak mizi güçlendirir. Kaynağında, yaşamdan aldığımız bir öykü, öykü için seçilmiş bir kişidir. Öykü, seçtiğimiz kişilerin sahip oldukları yaşam ilişkileri hakkında söylenir ve yazılır. Okuyan, anımsar onları, bu kişiliğin, başkalarınca bilinmesini ister. Çünkü, bir yasamöyküsü, olanın kurgusu dur, özüdür, esasıdır. Bir öykü, bir doğruluğa sahip olabilir, bu yanıyla, yaşanmış ve inandırıcı bir ilgi de kurabilir. Kısa bir anlatım da olsa, öykü, gelecek kuşaklara, yazıldığı dönemin aile çizgisini saptar, tonlumun genel durumundan, tarihsel oluşumdan, geçerli törelerden haber verir. Öykünün Işlevi En azından, onlardan esinlenmemize yardımcı olur. En somut öyküler bile, gelecek kuşaklann, bizimle bağlantı kur malarını sağlar. Onlara, yaşadığımız dönemin olanaklarını gösterir, yüreklerimi/i açar, gülünç yanlarımızı tartıştırır, yaşamımızın bütün görünümünü (yüzünü sergiler). Öykü, t>ize, bütünü anlatmak için yazılır ya da söylenir. Kuşkusuz, öykünün sanatsal değer kazanması, yaşamın bütün görümünü dönüştürerek ve iyileştirerek yansıtmasıyla olur. Öykünün işlevi, salt bir olayı ya da kişiyi anlatmak değildir. Temel işlevi, anlatacağı olayı, kişiyi ya da durumu, dönüştürerek anlatmaktır. Bu da, bilgi dolgusu ileolur. Doğrusu, günümüzün öykücüleri arasında, bilgi birikimi tam olanı çok çok az. Eğip bükerek, her şeyi gölgeler arasında saklayarak anlatmak, neaense, bir büyüklük sanılıyor. Çehov'un dediği gi bi, "Sabahleyin güneş doğdu." diyemeyenler, "Mor dağların arkasındaki pembe bulutların arasında, sarJı kırmızıh benekler uçuşurken, güneş, kızıl bir taç gibi doğdu." gibi karmaşık cümlelerle, değer biçilemez yapıtlar yazdıklarını sanıyorlar. Bu tür anlatımlar, dönüştüren ve deöiştiren öyküyü temsil etmiyorlar. Kavukçu'nun öyküsü üzerine yazmaya girişmemin nedeni, onun öykünün kökendeki işlevini özümsemiş olmasıdır. Öykü anlatımında, yaşamımızı değiştiren ve dönüştüren bir güç vardır. Geleneksel öyküler, söylenceler ve sürükleyici serüven anlatıları, bu gücü yakaladıkları icin yaşıyorlar. Onlar, bu gücü, kuşaktan kuşağa iletiyorlar. Dede Korkut'un, Evliya Çelebi'nin, Ömer Seyfettin'in, Sabanattin Ali'nin ve Sait Faik'in güçleri, öykünün bu işlevini kavramış olmalarındandır. Kavukçu, bu gücü yakalamış görünüyor. Maupassant, Çehov, Puşkin, Gogol, Stendhal, Balzac, Dostoyevsky, Anatol France, Sabahattin Ali, Sait Faik ve anımsayamadığım öykü dehalarının öykülerinde, yaşamın derinliği, sürekli ueğerleri ve öğretileri sürergider. Kavukçu, çok basit olayları yansıtırken bile, yaşamın derinliğini, toplumsal ve bireysel değerleri yakalayabiliyor. "Cîemiler de Ağlarmış" adlı öyküsünde, anlatıcının çahştığı geminin, küçük bir kentin açıklarınaa demir atmasından sonra gelisen olaylar anlatdıyor. Öykü, "yabancı bir kentin tanıdık yüzü"yle başlıyor. Daha ilk anda, sürüp giden de ğerlerle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Geminin tüm çalışanları, ka raya çıluyorlar. Ibrahim, kentin merkezinde, birden otııruyor. Anlatıcıyla Ibrahim, bir birahaneye oturup bira içiyorlar. Ibrahim sıkıntılıdır. Kentin merkezini, yıllarca önce izlediği bir filmin çekildiği yere benzetiyor. Kıskançlık yüzünden, bir adam, çok sevdiği karısını öldürüyor, hapisten cıktıktan sonra da, kadın onu öldürüyor. (kendi içinde çelişkili bir durum, ama öykü de burada. Çünkü, kurgu önemli) Kaynağında, kadına iftira edilmiştir. Kavukçu, öykülerini tablolarla kurmayı seviyor. Bu, birinci tablo. Ikinci tablo "Telsizci". Gemicilerin yaşamlarından bir kesit bu tablo. Telsizci Ruhi'ye yapılan ağır şakalardan, gemicilerin ruhsal yapılarını, yaşam biçimlerini öğrenebiliyoruz. Üçüncü tablo "Kamarot". Hurşit, bir ruh hastasıdır. Onun yaşamı, küçük ayrıntılarıyla kaynağında, küçük öykü de ayrıntıya yer yoktur veriliyor. Öyle ki, gemiden ayrıldıktan sonra, yaşamının nasıl sona erdiği bile bildirilmiş. Hurşit, sürekli olarak, birilerince öldürüleceği kaygısını taşır. Çokkısabirbölümde, şaşılası bir yetKİnlikle, "kaygı"mn (anxlety, endişe) Hurşit'in kimliğine sinmiş tüm belirtilerini görüyoruz. Kavukçu'nun, bilgi dolgusunun tam olduğunu söylemenin nedeni budur. Bir kişiliği ya da bir kimliği betimlerken, askıda bırakmıyor bizi. Bilgiçlik de taslamıyor. Gözlemle rini, bilgi dolgusuyla aktarıyor bize. Hurşit, beş yıl işsiz kaldıktan sonra, ailesini geçinuirmek gibi güçlü bir amaçla, çok korktuğu deniz işçiliğine gider. Belgesi vardır, ama denizci olacak yüre£i yoktur. Gemiye adım attığı anda, güç ü amacı çöker, tüm bedenini öldürıilme korkusu sarar. Hurşit, bilinç alanını iş gal etmiş gerginlikleri, günlük yaşantısıyla dışarı atamıyor, yani kaygı boşalımı (discnarge of anxiety) yapamıyor. Giderek, belirli nedenler otmadığı halde, Hurşit'te kaygı nevrozu gelişiyor ve bir gün, kentin Jandarma Komutanlığı'na giderek sığınma isteminde bulunuyor. Artık, kendisini yabancı bir ülkede sanmaktadır. Hurşit, sonunda gemiden ayrdır ve evine döner. Ne ki, evine giderken bir trafik kazasında ölür. Dördüncü tablo, "mor çiçekli toka" adını taşıyor. Anlatıcı, yabancı kentin kıyısında, bir çay bahçesine girer. Bir kızla bir oğlan tavla oynamaktadırlar. Biraz sonra, bunlann yanına, üçü kız beş kişi daha gelir. Sanşın kız, saçlarını ensesinde toplamış, onları mor çiçekli bir toka ile tutturmuş. Boynundaki kolyede de, mor çiçekler var. Ö kıza, sıcak bir ilgi duyuyor öykücü. Cinsel duyguların ufaktan yansıtıldığı bu tablo da, gemici yaşamı na uygun biçimde, o bahçede kalıyor. ft Denizln gizemll yaşamı Son tablo "balık". Çarkçıbaşı, yüzü insana benzeyen, kimsenin tammadığı bir balık tutmuştur. Pulsuz, bir metre boyundaki balığın ağzından, üst damağına saplanmış zokayı çıkaramıyorlar. Balık, garip sesler çıkararak çırpınıp duruyor güvertede. Çarkçıbaşı, öylesine iızülmüştür ki, avına bakamıyor bile. Sonunda, misinayı kesin, balığı, ağzındaki zokayla denize bırakırlar. Hepsi, balık gözden yitip gidinceye değin ardından bakarlar. Balığm çektiği acı, insansı davranışı, gemicilerin duygusal yüzlerini ortaya çıkarıyor. Çarkçıbaşı, bu balığm uğursuzluk getireceği kaygısını taşır. Balık, hepsinin keyfini kaçırmıştır. Baha, balığın Hurşit gibi baktığını algılamıştır. îbrahim'e, sesi dokunmuştur. O balığa rastlamak korkusuyla, bir daha, koylarda demirlemeyeceklerdir. Gemileri de, "bir daha ağlamayacak." Her tablonun ortak noktası, aynı geminin insanlarının, yabancı kentin açıklarında demirledikleri andan başlayarak, türlü ilişkilerinin anlatılmasıdır. Doğrusu, öykünün nasıl bütünleşeceğini, sonuCUMHURİYET KİTAP SAYI 614 Kurgunun önoml SAYFA 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle