Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
izler var: "Olvido"daki "Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!" dizesini tuhaf bir yer değiştirmeyle yeniden okur cibiyiz Kök ün dizelerinde: "Kentin Kaybı" şiirinin ikinci bölümü şöylebaşlıyor: "Sessizlik türküleri/ Aldanış erdemi içinde". Şiirin kendi kökleri içinden tekrar yaratılmaya çalışıldığını, yeni bir şiirin can suyunun eskimemiş ve eskitilememiş şiirlerde bulunduğunu görüyoruz büyuk bir zevkle. "Çocuk ve Veba"daki alıntı ve "Derece"aeki ithafla sınırlı kalmayan bir Hilmi Yavuz esintisi ise âşikar. Kısacası Kök, yürüdüğü aynalı yolda kendi yansımalanndan mahrum kalmıyor ya da, kendisine yansıyanlardan... "Tek yurdu alfabe olmayan" bir yayın bu gerçekten de: "Kum Resmi"nden bahsedip de, Emel Akın imzalı baskı ve desen çalışmalarmın kitaba kazandırdığı görsel etkiyi anmamak olmaz. Harflerin gizliden gizliye dayattığı imgeler, Akın'ın plastik anlayışıyla gayet uyumlu bir flört içinde. Temelde birbirlerine ihtiyaç duymayan resim ve şiir gibi iki ayrı disiplin, makul bir tasarım çerçevesinde birleşince kitabı daha cazip kılmış. "Koşmak değil / yaşlılık ve yürümek... "ağırca merdiven inerken / dokunmak sözcüklere..." Yavaşlığa dair bu dizeler, başarısı tescilli bir kitabın neden beş yıllık gecikmeyle çıktığını, topu şaire atmak suretiyle açıklar diye umahm. Ne de olsa bu yazı, şiir lo(n)calanna uzak bir kalemden çıkmanın kaçınılmaz saflığını taşıyor...» "' Şitr, Kağan KÖK / Hera Şiir Kitaplığı /1999/s.66 Kötcün sllrl, •geleneğe sahip çıkmak" adına "rlcat eden" slyaset güdümlü eğlllmlere uzak, hatta ters. "KentlnKayta" Bir iUc kitap: Kum Resmi MURAT MIHÇIOĞLU A sklann en kalıcısını ayna, hüznü ise korsan bir gemi olarak tanımlayan, ve yalnızca kendine yenilecek kadar kıskanç bir adam, "ilacı ve hapishanesi" olan şiire dökmüş kendini... Kitap yeni, üstelik de bir ilk kitap, ancak içerik (belki de, yıllarca belleğin mahzeninde bekletildiği için) alabildiğine olgun. Kağan Kök ün 1995 yılında Yunus Nadi Ödülü'nü alan şiirleri, süreç içinde yapılan eklemelerle birlikte "Kum Resmi''" adı altında Hera Şiir Kitaplığı'ndan çıktı. Bu "kök"tenşairin tadı dimağımızda kalan dizelerine çeşitli dergilerden aşinayız. Fakat resmi oluşturan kum tanelerinin çoğu, okurun avuçlarından ilk kez kayacak, basılmamış eserler. Kök, eserlerini bütüncül kılan hazin atmosfere umut kmlcımları (ve kimi zaman dizginleri salıverilmiş bir coşku) şırınga edıyor. Toplumsal gerçeklik tarafından hem yaşanabilirliği gösterilen hem de kasıtiı manevralarla bireyden uzaklaştınlan bir ütopya gizli dizelerinde. Şair, kâh bu cilveli ütopyaya umutla sardıyor, kâh kendisine dana yakın bulduğu hüzne sığınıp çektirdiği acıdan ötürü düşlerine sövüyor. Fakat her durumda, ancak ve ancak şiirsel gerçekliğin (ya da yanüsamanın) olanak tanıdığı özgünlükte imgeler yaratıyor. "Uzaklık birimi kelime olan", tanhinden kadınlann yalınayak, erkeklehn postallarla geçtiği mahzun ve gerçek bir mekân duygusu var şiirlerde. Öyle mahzun ki, "önce kayalar ağlar, dalga denince". Ve öyle gerçek ki, 'küftür belirgin kokusu şehrin"... Bireysel açmazlar, sosyal gerçeklikle nadiren, ancak keskince örtüşüyor: "Şiir vardiyalı çalışan çocukların / Ağzında açılan yara ya da Ölüm artık çekmecende / Isimsiz vurulmuş bir asker" dizelerinde olduğu gibi. Yaşayan dile farklı zamanlarda sızmış olup sözlükteki valnızhklan "öztürkçe", "uyarlama", "yabancı" gibi yaftalarla iyice perçinlenen kelimeler, Kök'ün mısralarında eklektik bir biçem inşa ediyor. Bu gönüllü birliktelikte bazen ön plana çıkan Osmanlıca sözcükler, başka kafemlerden damlamış olmalan halinde teokrasi ve tiranlık çağrıştıracak kadar arkaik belki. Ancak Kök ün şiiri, "geleneğe sahip çıkmak" adına "ricat eden" siyaset güdümlü eğilimlere uzak, hatta ters: Zengin kelime dokusuna sızan (s)özel efektler "divan edebiyatı"ndaki tesiri "çağdaş yazın" tutkunlarına sunarken, beşeri temasa dair temalar sayesinde "elir'i bir harften ziyade bir natun olarak canlandırıyor zihinde... Çoğu kez bir "doğum"la gelen canlılık, kimi örneklerde, şiir tarihimizden bir anının tazelenmesine dönüşüyor: Çiinkii, sayfalara sinen tutkulu isyan, büyük ustalara yapılmış incelikli göndermelerle çiçeklenmiş: Bunlar içinde en kolayca göze çarpanı, "Sakal" şiirinde Cemal Süreya'nın bir mahkeme kararıyla düşürdüğü ikin Uzaklıkblrlmlkellme TürkçesiVarken MUZAFFER UYGUNER ci "y"sine yapılan gönderme. "Kıran" şiirinde ise hem Haşim'den hem Necatigil'den izler buluyoruz. Necatigil, 1962 tarihini taşıyan Nilüfer şiirine şöyle başlar: "Ben oraya koymuştum, almışlar / Arasına sıkışık saatlerin. / Çıkarır bakardım / kimseler yokken; / Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar. " Kök ise " Kıran " şiirini şöyle bitirir: "Derken iksirin gizi / Sır da çözülür / Göstermemek için bizi / Kimdir alan / Artık susmak da değil şiir / Şiir! kendi içine katlan" (Bir kafiyenin de kırk yıl hatırı varmış demek ki!). Görüldüğü gibi Kök, Necatigil'deki başlangıç imgesini bir final imgesine uyarlarken sırnnı da şiirin içine katlamaktadır. Şiirin kendi içine katlanması iki anlamlı okunabilecek dizelerden sadece birı. Necatigil'in Nilüfer şiirinde söz ettiği "alınmış ayna"nın sorgusu Kök'ün bu şiirinde sürdürülmektedir avnanın bulunacağından umut kesilmiş dahi olsa. Bu arada gayet planlı bir şiir tuzağının sonucu olarak, "Kıran" şiırinin nemen karşısında Merdiven şiirini buluyor; Haşim'in çıktığı merdivenlerin bu kez inildiğine tanıklık ediyoruz:} laşim'in "Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden" dizesi Kök'ün şiir dönüştürme kutusunda (ki muhtemelen "tahta bir kutu"dur bu) "Ağırca merdiven inerken"e dönüşmüştür. Kök, (belki de "hendese" eğitiminin etkisiyle) merdiveni sözcüklerle inşa etme çabasıyla müselles biçimler de oluşturmuş. Bir şiiriyle iki ayn şaire gönderme yaptığı gibi, başka bir şiirde aynı şairin iki ayrı şiirine de gönderme yapmış: "Kentin Kaybı"nda koyu ve tırnak içinde yazılmış olan "Kar" sözcüğü, muhtemelen Dıranas'a bir göndermedir. Yine avnı şürde Dıranas'ın (Cansever tarafından Türk şiirinin başyapıtlarından biri olarak nitelenen) "Olvido"su'ndan da kım yabancı sözcük ve terimlerin, karşılıkları bulunmadığı için dilde yaşaması değil, o sözcük ve terimlerin,o sözcük ve terimin, kendilerine özgü çekim ve yazım kurallanyla dilsel yaşamlarını sürdürmesidir/../ Hemen her dil, kendi sözcük ve terimleriyle karşılayamadığı kavramlar için bir başka dilden ya da dillerden ödünç sözcük ve terim alabilir. Ama o sözcük ya da terim kendi yazım ve çekim okullanyla değil, salt kavramsal yapısı ya da gösterilen karşılıklarıyla alınır" (s. 110). Dil zenginliği sözcük ve terim üretmedeki yapısal özelliği ile zenginleşir; dilimiz buna elverişlidir, ama, gümrükten geçerken bu işi yapmalıyız, geçtikten sonra yerleşiyor ve yaygınlaşıyor, Türkçesini bulsak aa rağbet görmüyor. Belirttiğigibi, "..kurumlaşmışuygarlaşmışsayılan hemen bütün dilfer, geçmişlerinae, Türkçenin çektiği sıkıntıları çekmiş, olumsuzluklan yaşamıştır." Kitapta şu konu da önemli bir yönelişe ışık tutuyor: "Dilciler, dilbilimciler, dilseverler; bir yandan güzel dilimizin içini karartmak için Doğu'dan ve Batı'dan Türkçenin icine işlemeye çalışan sözcük, kavram ve dil kurallarına karşı savaşım verirken bir yandan da, Türkçe sözcük ve kurallarını yanlış kullanmakta direnen ve kendilerini simgeci, imgeci, modernist, postmodernist vb. sanlarla sunan yeniyetme yazar çizerlerin yanlışeksik kullanımlarını düzeltmeye, onların düştükleri kavram kargaşasından kurtarmaya çahşıvorlar" (s. 19). Ali Dündar da bu işi severek yapanlardan biridir. Eğitim ve öğretim dizgesindeki yetersizlik ve basıboşluk ve dilbilim konusundaki ilgisizlik insanımızın dilini doğru dürüst kullanmasında önemli bir hata olmaktadır. Çocuklara anaokullannda Türkçe öğretimine başlanmalıdır; ama, bazı kişiler bunun yerine îngilizce öğretilmesini önermektedir, dilimizin Îngilizce sömürgesi olmasına yol açmaktadırlar. Başka dillerden alınan sözcükler de dilin varlığını değil, yoksulluğunu ortaya koyar. Ali Dündar'ın belirttiği gibi, "Sözcüklerin anlamlannı bilmeniz yetmeyecek; her bir sözcüğün geçmisini, köken ve zamansal salımmlannı, salkımlanmalarını, ileti taşıma gücünü iyi bileceksiniz." Türkçenin de birçok kuralı var elbette, bunları da iyi bilmek gerek. Dil devrimi yalnızca yabancı sözcüklere karsılık bulmak değüdir; devrim, dilin kurallannı ortaya koymak ve bu kurallara uygun davranışlarda bulunmaktır. Ali Dündar, dil devriminin dört altın kuralı içerdiğine açıklık getirmistir. Bu dört altın kural şöyledir: " 1 . Olabildiğince Türkçe konuşmak ve yazmak; 2. Türkçesi varken kesinlikle yabancı sözcüğü kullanmamak; 3. Her fırsatta ve her durumda yabancı sözcük, terim ve kavramlara karşılık bulma, karşılık türetme ve üretme çabası içinde olmak; 4. Bütün bunları yaparken Türkçenin yapısını gözardı etmemek, dilbilim ve dilbilgisi kurallarının dışına çıkmamak" (s. 8). Her yabancı dilden gelenlere direngenlik göstermek gerekiyor; ama, bu yapılamıyor. Bugün bile Arabın, Acemin sözcüklerini kullanmayı bilgiçlik sayanlar var. Bu arada, bazı sözcükler herkesçe kullanılıyor. Sözgelimi, "irtica" ve "mürteci" sözcükleri anılabilir. Oysa bunların yerine neden "gericilik" ve "gerici" kulfanılmasın? Belirttiği gibi "hassasiyet" yerine "duyarhk, duygunluk, duyarlılık, duygunluluk"; "kupür kesmek" yerine "kesik kesmek"; "mesire" yerine "gezek"; "chackachuka" yerine "menemen" ya da bazı yörelerde kullanılan "mıhla"; "entegrasyon" yerine "tümleşim" ve "globalizim" yerine "küreselleşme" neden kullanılmıyor, neden kullanılmasın? Dündar kitabında bu örneklere çok yer vermiştir. Sözgelimi "perakende" yerine "tekten", "söyleşi yapmak" yerine "söyleşmek", "teamül" CUMHURİYET KİTAP SAYI 5 5 8 A Î li Dündar, ALİDÜNDAR dilimiz ve Ttirkçesl dil devrimi Vark«n konularında çok yazan bir yazarımızdır. Öeğişik dergilerde yer almaktadır yazıları. 19981999 yıllarında yazdığı yazı JJ larından önemli bir bölümünü Türkçesi Varken adlı kitabında toplamış ve bize sunmuştur. Ali Dündar, dilimizin ok yönüne değinmiştir bu yazılannda. )il devrimi, yabancı sözcükler, Türkçesinin yanında yabancı sözcük kullanımı, tümcelerde hatalı kuruluşlar bu arada anılabilir. Dündar'ın belırttığı gibi, "Türkçe, kolay ve çetrefil olmayan bir dil. Ama çok ince, incelikleri olan bir dil aynı zamanda". Türkçeyi öğrenmek de kolay. Bunun yanında, bir kökten yüz kadar sözcük türetme olanağı da var. Ama, biz dilimize önem vermiyoruz, zenginliğini de gözardı ediyoruz. Son yıllarda türetilen "elektronik" ve başka yenilik terimlerine nedense hemen karşılık bulamıyoruz, hemen değil hiçbir zaman. Fakat, "bilgisayar" terimi ne güzel ve ne de tutuldu. Arapça ve Farsça o kadar zengin değil terimler bakımından. Memdun Şevket Esendal, Kabil'den gönderdiği bir mektubunda, yazdığı ekonomik yazıları Afgan diline aktarmada güçlük çektiğini, oizim dilimizin bu dilden çok zengin olduğunu belirtmişti. Ali Dündar'a göre, "Genel dilbilim göstergelerine göre, ulusal dilleri sakatlayan ve başka dillerin egemenliğine yönlendiren en sakıncalı durum, birta DöptaRmkural Turkçoyl oğramiMk SAYFA 16