Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
dernleşme olduğu gösterilir. Basit modernleşme sanayi toplumunu tek olabilecek modernleşme olarak ileri sürerken bundan başka modernliklerin olabileceğini yadsımaktadır ve bu nedenden dolayı basit modernliğin evrenselliğine ulusdevlet veya batılı devletler sının içinde bakılır. Basit modernlik kendisini karşımodernlikle birlikte bir "sembiyoz" olarak ele almaktadır. Yanmodern toplum basit ve karşı mddern toplumu devralmaktadır. Beck, Kant'ın modernlik paradigmasını ortaya koyduğu "Aydınlanma nedir?" adlı metninden yola çıkarak, "insanın reşit olamamadan kurtulmasıdır" şeklindeki açıklamasına karşın, modernliğin gölgesinde olan kimsenin kuşku duyamayacağı, ama buna rağmen her türlü barbarlığı da içinde banndırabilen aydınlanmanın eleştirisinin de, Foucault'nun yazdığı gibi Aydınlanma kurumlarının bütün iyi niyederine rağmen özgürleşme ile birlikte yeni baskı odaklannı oluşturmuş olmasının kabul edilebilir bir şey olduğunu yazar. Bu tip bir "düşünümsel aydınlanma, klasik aydınlanmanın tersine kuşkuyu içinde barındırmaktadır" diye yazan Beck, aynı şekilde modernliğin içinde başka bir yazara göndermede bulunmaktadır. llk anda kuşku ile Descartes'ı buluşturacağı kanısına lcapılırken, hemen ileriki satırlarda söz açtığı düşünürün Michel de Montaigne'denbaşkası olmadığı fark edilebilir. "Kuşku duyuyorum, o nalde vanm" aynı zamanda herkesin herkesten kuşku duymasım da beraberinde getirmektedir. Bu tip bir kuşkuculuk Beck'in bahsettiği risk ile anlaşılır kılınmaktadır, çünkü kuşku sayesinde "güvensizliğin" ortamına girmek mümkün olur. Yaptığından veya eylediğinden emin olan bir özne yerine kendisinden ve etrafından kuşku duyarak, güvensizliğin emniyetinde düşünebilen düşünümsel modernlik yeni modernliğin radikal öğesi olarak karşımıza çıkartılır. Bu şekilde de, ashnca Beck şüpne ile risk arasında bir paralellik kurmaktadır. Kafka'dan alıntıladığı şekilde "Kendi kendisinden ithamların payını alan kişi, kendisini hafife aldığı ölçüde, güvensizliği sayesinde kuşkuculuğunu sürdürebilır. Kuşkucu, ironici ve kendisini saklayan çokbenlikli kişi, kabuğundan çıkabilir, lcelebekoluşa girebilir. Bu anlamda "kuşkular özgürleştirir" (s.224). Montaigne'in tutumu özellikle aydınlanmadan yana taraf olmak değildir; o kuşkuyla yaklaşmaktadır her şeye Beck, Monteigne'in muhafazakâr tutumunun "kırmızılığmın" sadece "turp gibi yüzeyinde kaldığuıı" ifade eder. Montaigne'in gözünde "Tann, doğa, ahlak, hukuk, töre, yeni dünyada düzenlilik ve bağlayıcılık arz eden ne varsa her şey" ulaşılmaz bir uzaklıktadır. Foucault'dan yola çıkarak Beck şöyle yazar: "Kim 'yaşama sanatını' öğrenmek istiyorsa kuşku sanatı alanında çalışmak zorundadır. Beck, burada yine aynı kavramsallaşmaya doğru yol alır. Çizgisel ve düşünümsel kuşkuculuk arasında var alan farkları açıklamaya çalışır. Birincisi "hakikat arayıcılannı ve hakıkati bilenler" tarafını ortaya dökerken ikincisi yani düşünümsel kuşkuculuk "kuşkunun zıddı olan bir imgeye" gönderme yapmaktadır (s.248). Burada kuşku üzerinde duran kuşku modern kuşkuya radikal bir şekilde dur demektedir. Düşünümsel modernleşme bu karşı modernleşmenin karşıtı olarak çıkmaktadır karşımıza. Bütün bu kavramsallaştırma denemesinde Beck modern, karşımodern, düşünümsel modern olarak yeniden bir okuma girişimindebulunmaktadır. Sanayi toplumunun sorunlannın bu kavramsallaştırma sayesinde baştan atılacağı, bu anlamda, düşünülebilir mi? Burası da müphemleşmektedir. Yeniden bir okumanın iddiacı yanı bir kenara bıCUMHURİYET KİTAP SAYI 518 Kuşku ve düşünümsel aydınJanma Bsckin çJoraztan rakıldığında, yine karşımıza aynı sorunların başka bir kavramsallaşmadan geçmeden öteye gidemediği çıkmayacak mıdır? Bu bir ara sorun olarak durmaktadır. Postmodern meselesinin sorunlan kavramsallaştırma sayesinde bertaraf edilebilecek midir? 21. yüzyılın eşiğinde güvensizliklerin olduğu daha önce birçok kişi tarafından ileri sürülmüştür. (Ewald; Luhmann; Giddens vb.) Beck burada modernliğe olan yaklaşımını ve yakınlığını yeniden bir kavramsallaştırma sayesinde okumaya ç alışmakta ve bir bakıma da çok etkileyici olmaktadır; ancak başka bir açıdan bakıldığında perspektiflerle okumanın ayrı ayrı meşruluklan ortaya çıkardığını ileri süren Nietzsche, Wittgenstein, Deleuze, Guattari, Veyne, Lyotard gibi düşünürlerden farklı nereye doğru gelebilmektedir ve neler üretebilmektedır, örnekleri dışında bu belli değildir. Bu tam olarak okunamaz gibi durmaktadır. "Düşünümsel modernliğin sebekelerle okunması" gerekliliği de, Deleuze ve Guattari'nin şebekesel göçebelik" veya "köksap" kavramlanna yeni ne getirmektedir? Bu da tam olarak, bizim açımızdan, belli gibi gözükmemektedir. Yukanda yazdığımız gibi Kandinsky'nin "ve"leri ve Deleuze'ün "ve"leri muğlaklıklan göstermekte ve de perspektivist bir okumayı mümkün kılmaktadır. Ancak yine bu muğlaldıkların ve müphemliklerin Bauman'ın kavramsallaştırmasından öteye gidip gidemeyeceği soru işareti gibi gözükmektedir her ne kadar Bauman'ın sorunsallaştırmalan daha sonraya rasdasa bile ve teknolojinin zararlanndan olduğu kadar çıkmazlanyla birlikte yararlarını konu etse bile (Bauman, Ellul'ün "teknolojinin meşrulaşmaya ihtiyacı olmadığını yazdığını ve bu dünyanın da Weber'in yazdığı gibi "büyüsü bozulmuş" bir dünya olduğunu hatırlaur. Mary Douglas ise risk sözcüğünün moda haline geldiğini ve kabul edilemez bir tehlike olarak tercüme edildiğini yazmıştır.)Aynca "belirsizlik" ilkesinin modern fizik biliminde quantum fiziğindeki yerini düşündüğümüzde bu yukarıdaki öncel sıralamaya Isabel Stenghers ve Prigogine'l de eklemek zorunda kalacağız. Küreselleşmenin sanki ilk habercilerinden biri olabilecek tarihçi Paul Kennedy'nin öngörüsü olan "iktisadın siyasi oianın kat kat önüne geçmiş olduğu; siyasetin ulusdevletlerce yapdmasına karşın iktisadın her şeyi ve dünyayı kapsayıcı bir şekilde ilerlemesi" (s. 100) gerçeğı, savaşlar sırasında kesintiye uğramasına rağmen kapitalizm içindeki sermaye füzyonlannın ana karakterini oluşturduğu zaten Marx tarafından da "tekelcileşme" olarak gösterilmemiş miydi? Burada zamanımızda küresel ekonominin tekelcilikten çok ulusaşın sermayeyi ilgilendirdiğini öne çıkararak belli bir farkı ortaya çıkartsak bile, yine de modernliğin içindeki sermaye akışkanlığından ve Manc'ın deyişiyle "kâr hadlerinin" azaldığı yerden "çoğaldığı" yere doğru yapüan göç hareketini göz ardı etmemiz mümkün gibi durmuyor. Beck'in burada, ilginç gibi duran yaklaşımı; "düşünümsel modernliğin içinde" artık "yan etkilerden bağımsız bir şekilde" korumacüığın imkânlannın azaldığını bize haürlatması olmaktadır. Diğer yandan hukukun ve yeni teknolojilerle birlikte gen mühendisliğinin ve sanayisonrası ekolojik dengedeki harap olan alanlann yeniden düzenlenmesinin imkânsız gibi durmaya başlamasıdır. Ancak, Beck'in "modernliğin devrimcileştirilmesinde" örnek olarak Klee ve Kandinsky gibi sanatçılardan örnekler vermesi sanat ve sosyoloji birlikteliğine yeni bir bakışı daha tazelemektedir. Belki de sevindirici olan da budur: Bu tip birlikteliklerin sanatçının öngörüsünde birincil olarak gösterilmesi. • Siyasallığın tcadı / Urtch Beck / Çeviren. Nihat Ülner / îletişim Yaytnalık / 272 s. "Türkçe'nin en güzel yazari'nm yapıtlan birarada 'Bütün Hikâveleri' Ayhan Bozfırat, duru, akıcı bir dil ve üslupla ördüğü, sürükleyici konuşmalarla oluşturduğu hikâyelerinde belki sizi, belki bir büyüğünüzü, belki bir sevdiğinizi ama mutlaka tanıdığınız birini anlatıyor; hemde bugüne değin hiç göremediğiniz, sezemediğiniz yönleriyle. FATMA ORAN 'lkü Tamer'le çalıştığım yetmiş dokuz yılının sonlarına doğru tanıma şansım olmuştu Ayhan Bozfırat'ı. Çok değerli yayıncımız rahmetli Ulvi ökar'ın odası da Sanat Olayı ve Milliyet Çocuk dergilerinin bulunduğu kattaydı. Ulvi Bey'i ziyarete gelmişti Ayhan Bozfırat. Okar Yayınları'ndan Sokak Lâmbaları adlı hikâye kitabı çıkmıştı. işte ilk o zaman görrnüştürn kendisini. Güzeldi, çok güzeldi. Öyle bir mavi yürütmüştü ki gözlerinin yeşiline. Çok derin, kadıfemsi bakışları vardı. Hüzünlü ve yalnız bakışlan vardı. Şimdi bu satırları yazarken de görüyorum bu baktşları. Kitaplarını okuduğumda da sevgiyi bir umutsuzluk gibi yaşadığını düşünmüştüm. Gitmek ile gelmek in bitiminde, geçmiş yolculuğun sonunda, gelecek yolculuğun başındaymış gibi başdöndürücü bir hali vardı işte... O'nu cok erken yaşında yitirdik. "Her ölütn erkendir" der ya sevgili Cansever; bu, akla ziyan bir erken ölümdü. Kimdi Ayhan Bozfırat? 1972 yılında Sinan Yayınları'ndan çıkan Fınldak adlı hikâye kitabının arka kapağında yazılan tanıtıma göre, 1932'de Istanbul'da doğdu. îstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Bir süre aynı fakültenin Ceza ve Ceza Usul Hukuku kürsüsünde bulundu. Daha sonra Paris'e gitti. Paris'teyken yazdığı hikâyelerini ilk kitabı tstasyon'da topladı. Yazar, Istasyon'da toplumu, insanları, olayları anlatırken biümsel yöntem ve çalışmalannın sağladığı bir yoğunluk içindedir. Sorunlara yaklaşımında olgulardan yola çıkan gerçekçi bir soyutlamaya varmış ve ç g;eniş bir açıya yönelmiş görünür. Fırıldlak'taki hikâyelerinde ise, Bozfırat, sorunların artık daha köklü bir yorumlanışını ve harekedi bir kurguda sunuluşunu gerçekleştiriyor. Fırıldak'taki kişiler, toplumdan, çevrelerinden ve ilişkilerinden ;elen baskı, tutum değişiklikleri ve kendierine bir yön çizememe gibi sıkıntılar içindedirler. Her fırsatta, size bunları neden anlattıklarını kendilerine de sorarak, durumlarını dile getirirler. Üzerinde durmadıkları önemlt sorunlara şöyle bir değinir geçerler. Bir gizemle büyülenmiş, şaşırmış gibidirler. Her şeyleri ile canlı ve aramızda olmaları, bu gizemin bizlerce de paylaşılabilen bir nitelflc taşımasından dolayıdır. Sanırım şimdi Ayhan Bozfırat'ın hikâyelerinden yola çıkarak, hikâyeyi hikâye yapanın ne olduğunu sormanın tam zamanı. Bu sorunun cevabı, Bozfırat'ın Bütün Hikâyeleri'nde var ama, olsun ... Evet, hikâyeyi hikâye yapan yalnızca kısalığı değil elbet. Roman çoğu zanan çok kalabaltk olur. Bunların hayatlarını geçmişleriyle birlikte, çevrelerinin ortasında, enine boyuna en ince ayrıntısı ile yansıtır. Görüş alanı geniştir. Bir oradan, bir buradan bakabilir. Hıkâyeye gelince, o, az kişi ile bir ya da biriki olayla yetinir. Bazen olaya bile gerek görmeyebilir. Bir hayat kesimi, bir kişiyi, insan gerçeğinin biriki yanını yakalamaktır amacı. Uzun zaman süresine değil, kısa bir zaman düimine yöneliktir. Yoğunluğu, vuruculuğu da buradan gelir. Ama Bakış çerçevesinin darlığı onun derinüğine zarar vetmez. Her yanı açık bir verandadan bakışla, bir pencereden ya da bir anahtar deliğinden bakış arasında bu bakımdan hiç fark yoktur. Yeter ki, bakarida. derinlık olsun. Hikâye, yazardan fedakârlık ister. iyi hikâyeci, doldurduğu sayfalardan değil, sustuğu, yazmadığı ya da kıyık çıkardığı sayfalardan sezilir. Azla özü vermek ekonomisi ise, kelimelerini iyi seçmekle elde edilir. gerek kişilerin belirtilmesine, gerek çevrenin betimlenmesinde, gerek konusmaların akışında en isabedi, en etkili kelimeyi yakalamak, zamanla iki hikâyecinin alışkanlığı halini alır. Ki, Ayhan Bozfırat bu alışkanlığı hiç yitirmemiştir. Hikâyeci, azla özü verme ekonomisini, gözlemlerinin eleğinde de gözetmelidir. Çizdiği insanı dalgın bir anında, küçük bir ayrıntısından yakalamak gerekir. Bu küçük yakalayışlardır onu bize tanıtan. Doğayı betimlerken de yakalayacağı aynntıdır önemli olan. Sizi saran her hikâyenin kökeninde bir acı ve içtenlik vardır. Hikâyenin sizi sanşı, onu yazana kırk yıllık dost gibi yakınlık duyuşunuz işte bu acı ve içtenlikızn gelir. Hİkâyeci, insan mayasını tıpkı Ayhan Bozfırat'ta olduğu gibi, her şeyden önce kendi bünyesinde bütün ayrıntuarı, bütün iniş çıkışları ile tanımış olursa her çeşit insanın dalga uzunluğuyla özdeşleşir. Evet, tıpkı Ayhan Bozfırat'ta olduğu gibi. Tıpkı... Pahan Bozfırat, duru, akıcı bir dil ve üslupla ördüğü, sürükleyici konuşmalarla oluşturduğu hikâyelerinde belki sizi, belki bir büyüğünüzü, belki bir sevdiğinizi ama mutlaka tanıdığınız birini anlatıyor; hemde bugüne değin hiç göremediğiniz, sezemediğiniz yönleriyle. Gerçeklikte ayrılmaz olanı düşüncede ayırma eğilimi ve düşünsel eleştirilerin sembolleriyle hikâyelerini zenginlestiren Ayhan Boznrat'ı, genç kuşak okurlarla buluşturan Oğlak Yayınian'na selam olsun !• Bütün Hikâyeleri/Ayhan Boıftrat/ OglakYaymlart/ 253 s. SAYFA 9 U Aztaözövtrme f