Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Zamanı narcalara avıran bir roman Erendiz Atasü, kitabın başına koyduğu yoğun anlamlı sunuşunaa, örseleyici bir hikâye anlatacağını belli ediyor. Artık sevmiyor olmaktan, sevgiliyi natırlatan mevsimi ve kokuları unuttuğundan söz ediyor. Şöyle cfiyor: "Eskiden bahar geldiğinde onu anımsardım... Taze oksijen kokusunu içime her çekişimde onun kokusu tüterdi burun deliklerimde. Ilık havanm titreşimi onun dokunuşunu uyandırırdı tenimde... Sonra... Bahar geldi ve ben bir zamanlar onu anımsadığımı anımsadım. Anladım, gençliğim bitmişti..." AYLA KUTLU küler susmuş, dizeler kırılmıştı... Sabahattin Ali'yi sınırda vurmuşlar; Nâzım kaçmak zorunda kalmışa, tam da moskof düşmanlığı şahlanmışken... Söz kırıklan çatırtılarla çarpıyor birbirine... 'Vatan', Kahraman', 'savaş'... Heceleri, harfleri Kurtuluş Savaşı çocuklannın bilincine bağlayan anlam akıp gitti... Kınklan eklemüyorlar. Ithal maü yapay yapıştıncılarla... Eskisinden iyi oldu diyorkimileri..."(s.l66167) Gençliğin O Yakıcı Mevsimi'ni ilk bakışta, ilk romanla bütünleşmiyor diye değerlendirenler olabilir. Bütünleşmesi şartı da yok, gerçekte. Ancak bende uyandırdığı izlenim, ikisi arasında kişiler, üslup, cul ve olay bağlanUsı olmasa bile, yine de ülke gerçeklerine yaklaşım yönünden, ikincinin birinciyi izlediğidir. Hatta yazann bütünlüğe yaklaşımı, seçtiği zaman parcalanylabu savımı güçlendiriyor. îlk kusakta var olmayan, Tbirey olmayı reddedisleri yüzünden var olamayacak olan bedeni kesfetme, cinsel kimliğıni tanıma aşaması, bu romana haklı bir gerçeklik ve zamanlama olarak giriyor. 2000 yılına girildiğinde biten roman, bu yanıyla belfci de yüzyüımızm son romanı sanını taşıyacak. Yirminci yüzyılın sonuna gelindiğınde, insanın süruklendiği yer sert ve kına: Hayaller yıkılmıştır, insanlar izledikleri ve uğrunda acı çektikleri yollardan aynlmışlardır, devrimciler ölmüş yahut dönmüşlerdir, aşklar sonsuzluktan çok uzaktır, mutluluk diye öğretilen şeyler, özlemi çekilen ama ulaşılamayan ütopik duygufardır. Yazar, kitabın başına lcoyduğu voğun anlamlı sunuşunda, örseleyici bir nikâye anlatacağını belli ediyor. Artık sevmiyor olmaktan, sevgiliyi hatırlatan mevsimi ve kokulan unuttuğundan söz ediyor. Şöyle diyor: "Eskiden bahar geldiğinde onu anımsardım... Taze oksijen kokusunu içime her çekişimde onun kokusu tüterdi burun deliklerimde. Ilık havanın titreşimi onun dokunuşunu uyandırırdı tenimde... Sonra... Bahar geldi ve ben bir zamanlar onu anımsadığımı anımsadım. Anladım, gençliğim bitmişti..." Bu hüznü paylastığını fark ediveriyor okur. Herkesyaşadı bunu. Paylaşılan nüzün kırgınhklann anımsandığı yerlerde bir ışıklanma, insan olmanm bilincine varma, hele yaşınız da geçmişse neredeyse derin bir iç çekişle o günlere özlem bile getiriverdi, unutulan dokunuşlara. Yazar insanın içsel bölünmelerini yukardan aşağıya bölünmüş sayfalarda, kararsızlıklannı numaralı diyaloglarda replikler biçiminde anlatacaktır ve bu tarz baştan biraz kapab görünse bile, okur daha sonra gelen farklı metinleri okurken, duygusal bölünmeyi yaşayacaktır. Atasü iki izlek çevresinde kurguluyor Gençliğin O Yakıcı Mevsimi'ni. Bunlardan birincisi toplumsal: Çalkantdı günlerde (ne zaman değildi ki?) ülkesine, halkına sorumluluk taşıyan ve bu sorumluluğu eyleme dönüştürmek için çaba harcayan aydınlann eylemleri ve tavırlan... Düşünce üretme, içtenlikli çabalar ve politik umutlanma... Gelişen olaylarla bu çabalann durdurulması, yenilgi ve değerleriyle birlikte bireylerin çöküşü... kırgınlar ve yol değiştirerek çevreye yani bizleredaha da büyük üzüntü veren bitmiş insanlar. Hele bunlardan bazısı, bir zamanlar gözümüzde en yüce yerlere oturmuşlarsa. Bu izleğin iç çemberinde, bir genç kadının birey olma çabası sırasında yaşadıklan var: Toplumsal kargaşanın ortasında verilen özgürlük ve hak savaşımı, kendini geliştirme, sorumlu birey olmak için direniş, faşist yönetimin gelmesiyle darmadağın olan demokratik örgütler ve değişen insanın yaşam Dİcimiyle değişen toplumsal değer yargılan. AyşeAysu kaosu, yüreğinin ve aklının tam ortasında duyduğu bilinçli aydın acılannı, ürküntüyü, baskı dönemindeki insanın sürekli duyduğu iş kaybetme endişesini, subaşlannı tutmus kışilerin yerlerinden olmamak için baskalannı kolayca harcıyor olmalannın tedırginliğini yaşar. Diğer izlek AyşeAysu'nun bireysel serüvenidır. Bu da birinci izlek kadar çarpıa ve duygulandıncı. Meslek sahibi, kültürlü, ekonomik özgürlüğe sahip bir genç kadının cinselliği, onun incelıklerini yahut kabalıklannı yaşarken bedenini keşfedişini, algılamaıann değerlere dönüşmesini, acemilikleri, alınganlıklan, duyarlıklan, özveriyi, aldıtmazlığı, ödün vermeyi, duygu bağlannın hızlanışını ve gücünü öğrenmesini, cinselliğin sonu çoğu kez mutsuzlukla süren çözümlemelerini bu izlekte görüyoruz. AyşeAysu karakter olarak yürekli, içten ve şarklı kurnazlıklanndan habersiz, iyi yetistirilmis tek kızıdır bir ailenin. Aile eksik bir aile. Baba yok. Anne, çocuğuna saygısından, onun girdiği meyilı farketse de, tedirginliklerini tek başına yasıyor ve kendini uzaktan acı çekerek olaylann dışında tutuyor. AyşeAysu işyerindeki, karsı cinsten oluşundan gelen çekiciliğine kapıldığı çocuklu ve Doşanmış bir doktor arkadaşına ilgi duyuyor. Sevinin bütün geçitlerinden geçmeye ve sonuçlannı kabul etrneye hazır. Bilınçsiz de değil. Ama bu bilinç bedenin arzusunun yönlendirdiği, biraz da bedensel haz ve isteklerin ardından giden bir bilinç. Zaten yakıcılığı da burdan geliyor. Çekim, itilme, tedirginlik, kımliğinde bölünmelere, hesaplaşmalara getiriyor kendisini. Yazar bunu, Ayşe ve Aysu arasındaki çekişmeler olarak veriyor. Yaşam acemisi, değerleri dağınık ve kuşkucu Ayşe karşısında birey oluşunun ayırdındaki Aysu galip gelecek ve doğal olanı, gerçekçiliği ve beden isteklerinin gücünü Ayşe'ye kabul ettirecektir. Ayşe kımliği zaman zaman tedirgin çikışlar yapsa da, cinseliği keşfedış ve bedenin isteklerine izin veriş onun sağlıklı yapısını da ortaya koyacaktır. Ama aşk, tek kişinin savaşımları, özverisi ve duygulanyla başlayıp bitmiyor ki. Karşı cins tedirgindir, AyşeAysu'nun çekiciliğine kapılmış olmakla birlikte, çocuğundan, bozulmuş ailenin bütünleşmesi için yapılan baskılardan, hatta AyşeAysu'nun yürekliliğinden tedirgindir. Çünkü o, geleneksel bir aileden gelen, geleneksel değer yargılan ve korkulan olan bir erkektir. Bir yandan devrimci, sosyalist kimliği, öte yandan tutucu şarklı erkekliği... Cinselliğin ömrü, dokunmalar, sanlmalar öpüşlerle sürüp giden beş günden ibarettir ama, kadın için, bu beş gün, durgun suyuna, durgun cinsel isteklerine atılmış bir taşür. Önce ilk dalga, sonra diğerleri... Dalgalar oluşacak ve çaplannı büyütecektir. AyşeAysu ilişkisini kıran erkeğin ardını bırakamayacaktır... Yine de biter. Cinsellik arkadaşlığa dönüşsün istemiştir erkek. Üstündeki baskılara direnemeyerek ve kolayı yeğleyerek, kızının annesi olan eski kansıyla evlenecektir. AyşeAysu'nun cinselliğinin yaktığı bedeni bırakılmışlığın acısını da taşıyabilecektir. Carson Mc Cullers, Küskün Kahvenin Türküsü (***) adlı uzun hikâyesinde, şöyle der: "Sevgi iki kişi arasında ortak bir yaşanadır. Seven ve sevilen vardır ama ikisi başka ülkelerden gelirler. Sevilen çoğu zaman sevenin içinde o zamana kadar yığılmış duran sevgi için yalnızca bir uyandır. Nedense her seven de bilir bunu. Ruhunda sevgisinin essiz bir şey olduğunu duyar. Yeni, garip bir yalnızlık tanır. Ona acı veren bu tanıyıştır işte Sevilen her türlü rüteliğe sanip olabilir. En alelade birisi güzel bir sevginin nesnesi olabilir. Herhangi bir sevginin değerini, özünü yalnızca seven verir." (s.3537) Uzun süreden beri onayladığım bir değerlendirme bu. Gençliğin O Yakıcı Mevsimi'nin hikâyesindekı bir bakış, beş günlük bir eksik cinsellik deneyimi için razla sayılacak öyküleme, sevginin değerini roman karakteri yönünden aldığımızda çok doğal... Yazar, AyşeAysu'nun tutkunluğunda bize bunu veriyor, verebiliyor. Giderek sevginin nesnesi olan erkeğin ister haklı ola Erendiz Atasü'nün yeni romanı: Gençliğin O Yakıcı Mevsimi D işil renklerin hâkim olduğu bir kapak: Pembe zemin üstüne ChacaU'ın "nü"sü. Romanın adı mor. Kadın bakış açısıyla, değer yargılan ve duygululuğuyla oluşturulmuş, toplumun son zamanlara kadar şablonlarla sunduğu "kadın'ın nesnel gerçeğine ilişkin çarpıcı bir eser. însanların tümü o yakıcı mevsimden geçmiştir. Bu romanda hayat ve ülke gerçeklerini, toplumsallaşmayı, politik ortamı ve cinselliği aynı zamanda yaşamaya ve değerlendirmeye başlamış, pediatri uzmanlığı öğrenimini sürdüren genç bir doktor kızın, AyşeAysu'nun (tek lcişi ama tek ad ve tek karakter olarak düşünmeyellm diye, adın ikili lumliği vurgulanıyor, sözcüğün ortasında A da büyük harfle yazılarak) bedeni keşfedişinin, direnmeyi, kabullenmeyi, unutmayı öğrenişinin hikâyesini paylaşıyoruz. Romanın bazı yerlerinde okur, kendisini aktif bir katdımcı olarak buluyor, çünkü romanın tekniğinde pek çok yenilik var. Yazar, Orhan Kemal Ödülü'nü de lcazanan, okurun ve eleştirrnenlerin büyük ilgisini toplayan Dağüı Öteki Yüzü (**) adlı ilk romanında Cumhuriyetin kuruluşuna ilk gençlik yülarında tanıklık etmiş, onu yürekten ve sonuna kadar desteklemiş kuşağın öyküsünü anlatmıştı. O kusağın efliIİ yıllardaki değer yargılarını şöyfe saptamıştı: "Uyumsuz sesler kalabalığını Raik kocaman bir suskunluk gibi algılıyor, yüzyılın ikinci yansında. Sessizlik hep vardı... Sakınım... Raik kendini bildi bileli... Harbi Umumi'den önce ve Cumhuriyet'ten sonra... Gazi ölmeden ve sonra... İkinci Cihan Harbi sırasında ve sonra... Raik'in gençlik yıllaruıda, anlamlı sözleri yavaş yayaş yaratan bereketli bir mayanın kabı gibiydi sessizlik. Savaş, acımasız bir mengene gibi sıkıştırıyordu kabı. Sonra, yüzyılın ikinci yansı başladığında, kap kınldı, tam da maya tutmuşken... îçinclekiler ziyan oldu, sözler tümlüğe ulaşamadan saçılıp döküldü. Vatan bunca aldatabilir miydi insanı, sadakatsiz bir güzel gibi... Aldatıyordu işte... Beklenen gün doğmayacaktı... Öy Hüznü paytanrak DağnOtridYüıü l SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 51 8