23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

şan burjuvanız, yarım yamalak iktidarınız mı vapacak bu resimleri?" Ycni düzenın hukuk yapısını, ekonomik iliskilerini, törelcri, toprak alışverişlerini, kiliseyle devletin bağıntılarını, tcfccilcri, ayaktakımının yaşadığı yerleri, kırsal Fransa'yı ayrıntdarıyla yansıttı. (10) Diyordu ki, "Yazar, yapıtını yazmadan önce ya karakterleri çözümlemeli, bütün törelerin içine girmeli, dünyayı gezip tüm tutkuları vaşamına katmalı ya da tutkuların, ülkelerin, törelerin, karakterlerin, doğal görüngülerle ahlak görüngülerinin nepsini anlığından (zihninden) geçirmelıdir." (11) Balzac, bu dediklerine ııyarak bircyin yaşantısıyla topİLunun yaşantısını, tarinsel bileşim içinde çizmişrir. Bu yüzdcn, onun kişileri, iç dünyalaruıda, her şeyi tüketen "tek bir tutku yla doludurlar, yani "bircidirler". Goriot Baba'nın tüm duyguları, babalık duygusunun yörüngesinde devinirler. Gobsek'in bütün duygulan, "servet tutkusu"nun, Grandet'nin tüm duyguları da "parasını korumak" tutkusunun yörüngesinde deviniyor. Kuşkusuz, bu turumu, gelişen burjuva toplumunun nesnel bir yönünü, "toplumsal atomlaşma"nın büyümesini sergilerken, bize büyük bir katkıda bulunuyor. Bu gözle incclcnirsc, soylu değerlerin tümüniin tükendiği burjuva toplumunun gelişme sürecinde, Goriot Baba, çok güçlü bir karaktcri feda eder. Tutku, karaktere yol gösteren itici güçtür Balzac'ta. "Tükenen ana, baba, evtat bağlan" karşısında, Goriot Baba'nın "tutku"su, doğrudan kcndisinin anlıksal yapısıyla da çelişiyor. Goriot Baba'nın anlıksal yapısı, çok para kazanmayı istiyor, ama anlaksal yapısı, "kızlarını mutlu kılmasını" ateşliyor. Eksiksiz, güçlü bir karakterdir Goriot Baba. Kral Lear'in cvlat sevgisiylehiçilişkisi yok. Turgeniev'in Babalar ve Oğullar'ınuaki sorun isc, kuşaklar çatışması sorunııdur. Tutkusuna tutsak olması bakımından, belki Puşkin'in Hermann'ı benzer Goriot Baba'ya. Ancak şunu söyleyebiliriz: Bir karakter, bir çevrede oluşur. Çevrenin ayırıcı çizgilerini bclirttiği gibi, ona bağımlıdırlar da. Goriot Baba, toplumsal tipleşmeye karşın, bir bircydir. Nc toplumsal özünc, ne de tikel tutkusuna indirgenmiştir. Belli, evrensel bir karakterin çizgisini taşıyor. Vautrin, Rastignac gibi kişiler, toplumsal yaşamın enine boyuna algılanışuıı sağlamak için konmuşlardır romana. Bir hapis kaçağı olan Vautrin, aynı topluma yeniden döndüğündc, yasalannı ciğnediği o toplumun tcmel dircklerindcn niri olmuştur. Bir anlatı yazarı, her durumda, okurunun tepkisini denetlcmck istcr. Bu tutumu, ona, okuruyla örgensel bir bağ kurmasına yardım cdcr. Oldukça güç bir iştir bu. Anlamı denetleme tekniklcri, bu tekniklerin yapısı, ciddi olarak tartışılmalıdır. En köklü sorun da, yazarla okurun edimli (fiili) yaşantılarının, hatta yaşamı algılamalarının çok farklı olabilmesidir. Bu ilişkiyi saptamak, eleştirmenlerin baş işidir. Muzafrer Buyrukçu, günlüklcrinde özellikle bu ilişkilerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Birçok şairin, öykücünün, yazarın cdimli yaşamlarını scrgilcycrck, okurun sanatçıyla ilişki kurmasını kolaylaştırıyor. Türk yazınında, bu tür yapıtlar yok gibidir. Yusuf Ziya Ortaç'ın Bızim Yokuş'u, Mehmet Kemal'in Şairler de Dövüşür'ü gibi yapıdarı, çok özel ilişkileri sergilerler. Memet Fuat'ın Gölgede Kalan Yıllar'da anlatükları, sanatçıyla okurun edimli dünyası arasındaki ilişkiyi çok derinden ele almasına karşın, daha çok, bir ailenin çevresinde gelişen olaylarla donatılmış. Bu eşsiz yapıt, Nâzım Hıkmet'in dünyasına eğilmek istcyenleraçısından çok önemli. Buyrukçu, ortalama olarak, son otuz yılda, yazınımızı ctkilcyen şairlerin ve yazarların edimli dünyalarını, doğıudan tanıklığıyla anlatıyor. 16.12.1970 günlü tarihli, çok önemli bir sorunun tartışılmasını yansıtıyor. Halillbrahim Bahar, Günel Altıntaş vc Buyrukçu, Buluş lokantasında Hilmi Yavuz'u bekliyorlar. Tartışma, yaşantının içinden çıkıCUMHURİYET KİTAP SAYI 485 yor, köldü sorunlara yöncliyor. Günel Altıntaş, aşk yaşamında üzülmüş olmalı ki, mızmızlanıyor biraz. Buyrukçu, "Bir kadın hikâyesi mi yoksa?" diye soruyor. Günel, "Kadının ne yapacağı hiç belli değildir." diye yanıtlıyor. Haliltbrahim Bahar, bu durumun tüm insanlar için geçcrli olduğunu söylcyerek giriyor tartışmaya. Günel'e göre I lalil tbranim'in diişüncesi, "genel durum" ile ilgilidir. "Kadın ise özel bir durumdur. Kadın, mantıksız, dengesiz bir yaratıktır." (12) Doktor Bahar, bütün insanların gcnel durumlarla kuşatıldığını, özel durumların genelden ayn olmadıklarını ileri sürüyor. "Hayatın tcmelinde, az sonra olacak her şey vardır, hayatın özü böyledir. Sözgelimi rastlantı, öze bağlı bir faktördür, ama biz, rastlantıyı bağımsız, hatta yönetici, yön verici bir giiç görme yanlışlığını yapıyoruz." diycrek, tartışmayı yüzeysellikten kurtarıyor. Günel, düşünccsindc direniyor. Buyrukçu, "Genelle özelin yasalannın birbirine bağlı olduklannı" ileri sürüyor. Tartışma, çok ciddi sürüyor. Kaynağında, "rastlantı" kavramı üzerindeönemledurulmalıdır. Halil îbrahim, rasdantının özel bir durumu anlatmadığını vurguluyor, ama kavramın üzerine varmıyor. Rastlantı, felsefenin en köklü kavramlarından biridir. Rastlantı (Fr. hasard, Ing. chance, hazard, Osm. tesadüf), açıklanamayan, beklenilrneyen, önceden kestirilemeyen birolayın ortaya çıkışıdır. Halkın yazgı (kader) dediği budur. Halk, "Kaderde olan kağışında çıkar." derken, genel bir durumun özel biçimde vansıdığını bclirtir. "Alnımıza yazılandan kurtulamayız." inancı da, ınsanın yaşamındaki gencl çizgiyi yansıtır. Kaynağında, taıtıştıkları, "zorunluk" ile "rastlantı" kavramlarıdır. "Zorunluk ve rastlantı", özdeksel (maddi) dünyadaki iki türlü nesnel bağlantıyı yansıtan felsefi ulamlardır (kategori). Zorunluk, görüngülerin derin özünden gelir, onlann düzcnlcriylc yapılarını ilade eder. Zorunluğa karşıt olan "rastlantı"nın kaynagı, görüngülerin özünde değll, bir görüngünün üzerındc ötcki görüngülerin yaptıfiı etkidir. Rastlantı olabilir ya da olmayaDİlir, görülebilir ya da görülemez. Zorunluk ile rastlantının ilişkisine özgü özdekçi diyalektik anlayış, "zorunluk"u yadsıyarak ner şeyi rastlantıya, rastlantılarzincirine indirgeleyen anlayışa karşı çıkar. Ne ki, "rastlantı yoktur" anlayışını da, çok idealist bir düşünce sayar. Belirlenimci (determinist) birgörüştürbu. Narodnizrn (köylü demokrasisi) de, rastlantıyı tanımaz, ancak idealist felsefedirbu. Laplace (17491827) bclirlenimciliğiyledinsel yazgıcdık, her şeyi zorunluğa indirgeyen anlayışa karşıdırlar. Ancak, yazgıcılık, rastlantıyı doğanın köklü yasası sayar. Ama, sonlu ve zorunlu diye düşünülen düzgc den (norm) bir sapmadır bu. Böyle düşünerek, rastlantıyı zorunluk" düzeyine çı karamayız. Böyle düşünmek, bir bakıma zorunluyu rastlantıya indirgemektir. Bilimin gelişmesi, görüngcler arasındaki evrensel karşılıklı bağıntıyı vc gcçişmeyi or "Rastiantı" kavranu Okurun sanatçıyla ilişkisi taya koymuştur. Bu da, bize her görüngünün başka bir görüngüylc öze ilişkin ya da özle ilişkisi olmayan oir ilişki içinde olduğunu gösteriyor. "Zorunluk" ile "rastlantı", karşılıklı bağlılık içinde olan, biri var olmadan öbürü var oıamayan diyalektik karsıtlardır. Dünyanın özdeksel birliği açısınuan, her olayın bir nedeni vardır, her olay, evrcnse! nedcnselÜk bafilılıgının bir parçasıdır. Bu yüzden, zorunluk, "evrensel' dcn ayrılmaz. Varlığı dolayısıyla ev renseldir ve saltık (mutlak) evrensel bir bağlılık ifade eder. Her görüngü, iç zorunlııktan doğar, ama bu doğuş onun özgün olmasından, görüngülerin sonsuz çeşitliliğinden dolayı, "rastlantı"nın bir göriingünün geçici özelüklerine, görünüslerine kaynakîık eden dış koşulların çokluğuna gereksinim gösterir. "İç zorunluk" ile birlıkte "rastlantı" koşullan olmaksızın, herhangi bir görüngüyü kavramak olanaksızdır. Her zaman, iç zorunluk, kaçınılmaz biçimde, dış rasdantı ile bütünlenir. Bu "dış rastlantı"nın kökeni, "zorunluk"tur. Rastlantının arkasında, doğanın ve toplumun gelişme akışını belirleyen "zorunluk" bulunur. Marks, "Yüzeyde görüntünün egemen olduğu her ycrde, bu görünene egemen olan iç ya da gizli yasalar vardır. Sorun, bu yasaları bulup çıkarmaktır" der. (13) Zorunlu bagUıklann gücünün tükendiği yerde, bilim başlar. Doğal ya da toplumsal bir gelişme, görüntüsel rastlantılar ne defiin çok olursa olsun, bu görüngülcr eninde sonunda, "nesnel zorunluk" tarafından yönetilirler. Danvin'in canlı yasamın evrimi kuramı, böyle bir kökene dayanır. Işte, Buyrukçu'nun günlüğündeki sanatcılanlnızın tartıştıkları "genel" ve "özel kavramlarından erekledıkleri, "zorunluk" ile "rastlantısal" kavramlarıdır. Bu günlük, matcmatik düşüncenin tartışılmasını da içeriyor. Buyrulcçu, günlüktc, arkadaşlarıyla birlikte karakola düşüşlerini, öykücü ustalığıyla anlatırkcn, nesneler arasında bağ kurma yetisini yitirmiş bir sarhoş tipini de çiziyor. Bu günlüğün en ilginç tartışması da, Günel in "Ben Ruhi Su'yıı dinlemeye gidiyorum." demesiylc yapılıyor. Zeki Müren'in kötü ve uvdurma şarkılarından bıkmıştır. Günel, Ruhi Su'nun türkülerinin devrimci oldufiunu savlıyor. Ona göre "Türkü, bir miUetin kültürünün ana kaynağıdır, halkın bütün isteklerini yansıtan bir güçtür. Türküleri seven, halkını da sever." Dogrusu, her aydın kişi, yabancı bir düşünüs ve ekin (kültür) ortamından dogan çağdaş her yapıta, gerçekten anlamak istiyorsa, özel bir çabayla yaklaşır. G ünel'in böyle bir çabası olduğunubiliyorum. Amaogün,aksiliği iistündc. Batı müzigine de saldırıyor. Bu tartışmada, Halil îbrahim Bahar'ın daha tutarlı olduğu görülüyor. Devrimcih'ğin bir bilinç sorunu olduğunu belirtiyor. Tartışma, bu iki dost arasında sivrileşiyor. Buyrukçu, tartışmada, tarih bilgisinin yaratıcı bir biçimde kuUandmadığını görüncc, yaratma gücünü kovuyor ortaya. 1 lalil îbrahim, "Maskaralık savunulamaz, ilkellik savunulamaz." diye sertleşince, "Pencerenin yanındaki masalardan birinde şişeler devrildi ve kırıldı, başlarımızı o yana çevirdik." diyerekgünlüğü bitiriyor. Bu, gerçekten, yaratıcı bir sondur. Böyle bir öykü yöntemini kullanmak, yaşantıdan çıkan sanatı tanımakla olanaklıdır. Salt, olanı anlatmak değil amacı, bir anlamı taşımak için yaratmaktır. Hdinıli olanm tek yönlü öykünülmesine önem vermeden, o toplantilarda yaşanmış gerçeğin bir cşini yaratıyor. Gerçeğin bir yanına yaslanmayı sevmiyor Buyrukçu. Yaşadığı sanat oıtamında, yaşanmısa yeniden biçim vermek gibi bir ereği yok. Belki, o günkü sanatsal ve düşünsel ortama yaşam vermek istiyor. Kendi deyimiyle, "anında görüntü" alıyor. Engin sanat yaşarnını, yaşantının süzgecinden geçirip sıradan tartışmaları, her zaman geçerli olabilecek biçimde yansıtıyor. Gcrçekçilik, bir bakıma, toplumcu yazının başlangicıdır, kökenidir. Denebilir ki, gerçekçilfli, etkisi küçümsenemcyccck bir araçtır. Dayandığı felsefe okulu, materyalizm olsaydı, pozitivizmden kurtulabilseydi, toplumcu gerçekçi olacaktı. Bir de, anlatıcılar (romancı, öykücü vb.), roman öncesi anlatılann anlığını yakalayamıyorlar. Buyrukçu da, o masumluğu yakalayamıyor, ama en ürkütücü olaylan bile, yasanmışın deneyiminden uzaklaştırmıyor. Bu tutumuyla, sanatçıların ıralarını (karakter) , iç dünyalarını, sanatsal ve toplum sal iliskilerini, sis perdesiyle örtmüyor. Yazdığı günler, belirli ve sınırlı anlamları içeriyor. Bu da, gerçekçi tutumunu güçlenuiriyor. 'INstfl ve gençHk" 3.3.1970 günlü tarihli, Fapıriis'teyaşanmışbir ilişkiyi anlaüyor. (14) Bu günlükte, Behçet Necatigil'in bilge, duyarlı, saygın, kırügan kişiliğini görüyoruz. Bu günlükte de, cfsane kahramanlarının nitcliklerine değinirler. Cemal, efsane kahramanlarını ölümsüzleştiren öğelerin "trajedi ve gençlik" olduğunu söylüyor. Bu tanımlama, Cemal'in özgün öğelere eğilimini gösteriyor. Dede Korkut Hikâyeıeri'nde, Salur Kazan ve daha birçokları, öyle genç kişiler değillerdir. "Kazılık Koca" yaşlı bir vezir olarak en trajik olaylardan birini yaşar. Hacı Bektaş Veli'nin Vilayetnamesi'nde de, Kazan Han, yaşlı bir koca olarak gösterilir. (15) Homeros'un Agamemnon u ve Priamos'u da yaşlıdırlar. Buyrukçu, yaşantıdan yola çıkarak yazarlarımızın evrensel ve toplumsal konulardaki düşüncelerini önemsiyor. Bu da, onun bulunduğu masalarda, neleri tartıştığını gösteriyor. Anlatı ile gerçek arasında üç iîişkiden söz edcrlcr. Bir anlatı, bclirli ve sınırlı bir yaşamı saptar ya da belirli ve sınırlı bir yaşama benzeycn bir yaşamı yaratır. Üçüncii tür anlatı, gerçek hakkında gencllemelere yönelir. Buyrukçu, sanatçı cıostlarının belirli vc sınırlı bir anını ele alıyor, o anın görüntüsünde, yaztnımı zın sorunlarına yöneliyor. Günlüklerin önemi gittikçe anlaşılacak sanıyorum. • 1. Muzaffer Buyrukçu, Sıcak llişkiler, j . 137, KültürBakanlığı Yayınlan, 1WXAnk. 2. Gürültülü Birkaç Saat, Muzaffer Buyrukçu'nun ilk roman:. 1969'da yaytmlanmtştı. 3. Muzaffer Buyrukçu, agy, s. 137. 4 Muzaffer Buyrukçu, agy, ss. 13713S. 5. Muzaffer Buyrukçu, agy, s. 138. 6. Muzaffer Buyrukçu, agy, s. 140. 7. Muzaffer Buyrukçu, agy, s.141. 8. Honorede Balzac, Ouevres Completes, c. XIV, s. 308, 1925 Paris. 9. Honore de Balzac, agy, s.309. 10 Honore de Balzac, 1^ Peau de chagrin, c. 1, y 19, 1831, BruxelUs. 11. Honore de Balzac, avy, s. 15. 12 Muzaffer Buyrukçu, Dillerinde Diinya, ss.92106, Küîtür Bakanlıg't Yayınlan, 199»Ankara. 13. K. MarxE Engeh, Selected Works, v.U,p.39lMoscowl976. 14. Muzaffer Buyrukçu, Anında Görüntü, ss.3035, Kültür Bakanltğt Yayınlan, V)98Ankara 15. Abdülbaki Gölpınarlı, Vilayetname, s.73, înkılâp Kitabevt, 1958 htanbul. SAYFA 15 Yıliar önceslnden bir göruntu sermet Saml uysal (soldaı ve Muzaffer Buyrukcu (sağdan iklncl) okurtanna kltap Imzahyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle