23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

0 K U R L A RA Scmih Balaoğlu bir yıl aradan sonra dergimize yeniden kapak oluyor. Neden mi? Nedeni basit; olağanüstü çizgileri ile bu kez dc Kapadokya'yı gctirip koydu önümüze. Olağanüstü "Güle Güle htanhul" albümünden sonra yine bir kentimizi geçtnişi, simdisi ve geleceği ile bizlere ak, tanyor Semih Balaoğlu. Balaoğlu'nun "Kapadokya" albümünden geçen yıl kendisi ile "Palyaçolar" albümü için yaptığımız ve kapaktan girdiğimiz söyleşi sırastnda haberimiz oltnus ve çok hcyecanlanmıştık. 1998 yılının son günlerinde ulaştı albürn elimize. Hernen çevirmeye basladık albümün sayfalannı. lleyecanlanmamak elde değildi. üsta • yine olağanüstü bir albüm çıkarmiştı ortaya. Balaoğlu'nun dinamizminin ve çahşkanlığının bu alanın diğer çizerlerine de bulaşmasını ve bu türdeki albümlerin çoğalmasını dileyerek "hlirıc sağlık Semih Balaoğlu" diyelim. Ayla Kutlu, yazdığı her kitabıyla edebiyat gündemimize gelip oturuyor. Bu kez "Emir Beyin Kızları" ile gündemdc. Kutlu 'nun "Bir Göçmen Kuştu O" romanının devamı niteliğindeki •'Emir Beyin Kızları" üzerine bir başka romanamız Erendız Atasü ve Aydın Özakın'ın birer yazıları var sayfalanmızda. Ali Akay ve Emre Zeytinoğlu'mm "Kavramın Stntrlartnda"adlt kitabım ise Aysegül Güchan değerlendirdi. Botkitaph günler!... FETHINACI Tek hikâye için elestipi T l ek hikâye için eleştiriyi ilkin 1953'te yazmıştım;' Fethi Naci" imzasıylayazdığım ilk yazı "Yazarın gerçeğe balcj ;ı"ydı, Orhan Kemal'in "Kurtuluş Yolu" ad.ı hikâyesi için eleştiriye şöylc başlıyordum: " Yaşadığı çevre içindeki insanlar şöyle yahut böyle davranıyor diye, yazar, alışılagelmiş bir deyimle, 'gerçeği olduğu gibi göstermek' kaygısı ile onların şöylc yahut böyle düşünüyor, olaylar karşısında şöyle yahut böyle düşünmelerini, olaylar karşısında şöyle yahut böyle davranmalarını 'bir ayna gibi' aksettirmeyc kalkınca, gcrçckçilik adına olsa olsa bir 'beş duyu gerçekçiliği' yapıyor. Gerçeğin ölü bir görünüşünü veriyor. Böyle bir yazar, gerçekçiliği, sanatın görevini, bııgün anlaşılması gereken anlamda anlayabilmiş midir? Bu mudur gerçekçilik? ' Sonra şöyle diyordum: "Orhan Kemal'in hikâyesindeki işsiz marangozu alalını. Önünde büyük bir mesele var: "lşsizlikten kurtulmak, insan gibi yaşamak için bir 'kurtuluş yolu' bulmak.' Marangoz ne yapıyor.* tş arıyor, bulamıyor. Adam öldürmeyi tasarlıyor, öldüremiyor. Sonunda eskiden tütıin işçiliği yapan karısı, 'Sırt sırta versek. Ben de çalışsam, sen de..." diyor. 'Bizim için tek kurtuluş yolu bu!' diyor. tşçi de, 'Evet, ciiye mırıldanıyor, kurtuluş yolu bu. Aıılıyorum...' " / Ne yapmış yazar? Olaylara işçinin gözüyle bakmıs, olaylar karşısıııda onun düşündü^ü gibi duşünmüb. tşçinin hayatı, düşünceleri, Orhan Kemal'in kafasından geçmeıniş gibi veıiliTiiş. Yazarın kafası bıırada biiründen kopmuşgerçekleri tespil etmekten ötegeçeıniyor. Sismografların depremi tespit etmclcri gibi bir sey. Mekanik yani, yaratıcı degil." (Insau Tükcnmcz, Adam Yayınları, 3. baskı, ss. 2728) KurtuhışYolu" KasımpattaHM TURHAN GÜNAY Imtiyaz Sahlöi: Berin Nadt o Basan ve Yayan: Yeni cün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. • Genel Yayın Yönetmenl: Orhan Erinç Genel Yayın Koordinatftru Hikmet Çetinkaya Yazıişlerl Müdürü: Ibrahim Yıldız Sorumlu Müdür Fikret llkiz : Yayın Yönetmeııı: Turhan Cünay o Grâf ik Yönetmen: Dllek llkorıır Reklam: Medya C KİTAP Ikincı lıikâye, Steınbeck'in "Kasımpatlan" adlı hikâycsi, kitaba adını veren hikâye. Çeviri Memet lîıat'ın; "Ne çeviri! Tek sözcükle, neti.s." demişim. 1 iikâye kişileri kadın, kocaM, bir de "tamırci" Ohikâyeyi şöyle değerlendirmişim:" 'Ka.smıpatlan',birhikâyebaşyapıtı bente. Kuhsalduıumların sadeccdiyaloglarla ve harekctlerle verildiöi, işlev.sel olnıayan tek konuşmanın, tek hareketın bulunmadığı, böylesinc ustaca kurulmuş çok az lıikâye aıunısıyorunı... Steinbeck düz, sadebiranlatımla 'yazınsal dil'c örnekler gösterilebilecek bir hikâye yazmış: Söylemek istediklerı ni açıkça söylemiyor, söylenenlerden siz çıkarıyorsunuz bunları. / 'Kasımpatlan', edebiyat derslerinde iizerinde çalışılacak örnek bir hikâye." (Roman vc Ya^am. Hleştiri Cîünlüğü: 3, Can Yayınları, 1992, s. 212) Kan" Llçüncii hikâye, adını anımsayacag'ınızı sanmadıgım bir hikâyecideıı: !/.zet 1 lamn Ak çav'ın 1992'deyayımlanan MavıŞchırAiNı kilabırıdaki "Kan". Akçay'ııı hikâvesi, "Artık ne sövgü, ne övgü; sadecc gerçek ınsanljr." diyeıizrtletliğimgöriisüıı urünii. Kabııletme li: Çarpki l>ir ıııün. Akc.ıv, \.ılnı/ "si\.ısılerın kaldığı" bir h.ıpısh.ınedı, biı "devıiııu i"nin rıasıl işkciKeüyedönüştügıınıı anlatnor 1 lıkâyenin sonunda < eskı so.svolo|i asistanının > tlejierlendiımcsinı okuyoıu/.: "lloca, Mak S A Y I 4 6 7 yavel'in felsefesini; ilk kez bu cezaevinde işkence yapan devrimciler gördüğünü, hayretler içinde kaldığını, bunun insanlık suçu olduğunu uzun uzun anlatıyor. Hoca gibi düşünen çok az bu tartışmalarda; üstelik etkin dedeğiller." (Ekytiride Kırk Yıl, Hleştiri Günlüğü 4, Adam Yayınları 1994, s. 111) Pck usta işi bir hikâye değil ama anlattıkları çok önemli. Ülkemizde yayımlanan dergiler içinde en çok Adam Öykü'yü sevdiğimi daha önce de yazmıştım; her sayısında keyiflc okunacak birkaç hikâye var, hikâye üzerine ilginç incelemeler (Eklemek gerek: Çeviri) var. Derginin OcakSjubat 1999 sayısında Cemil Kavukçu'nun nefis bir hikâvesini okııdum: "Şarkilar onu söylemiyor". Bu hikâye de başlı başına bir eleştiriyi hak ediyor. Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"mın Cemil Kavukçu'daki karşılığı "kaybedcnlcr"dir: Aydın kişi dcğildir bunlar, Ağır Abi'nin tanı mıyla "burada içenlerin kuzeyi güneyi kalmamış artık, pusulalar harap"tır. Cemil Kavukçu, çizgi dışı ınsanları anlatmayı seviyor; bunlar, aydın takımından değil, "alt taba ka'Vlan insanlar. Meyhancycbiri "Tabut" demiş, "KırıkBar dak" olmuş "Tabut". (1970'lerin başlarında da Bodrum'da bir Kırık Çatal vardı; I lan Restaurant'ın hemcn bitişiğinde. Lokantayı işleten (lav'n, Mehmet Ulusoy'un arkadaşıydı; Mehmet, (>avit'i kollamak için bizi hep oraya sürüklerdi. Ama yürümedi Kırık Çatal, Cavit lokantayı kapattı, asıl işine, soförlüğe döndü.) "Tabut, eskiden zanire toptancı dukkânıvmış; babasınm sağlığında. Bir ara depo olarak kullanılmış; babası öldükten sonra ve Tahsin içerde 'öyle icap ettığı için' yatarkcn... Şimdi ise kaybedenle rin dergâhı." Tahsin'in Ağır Abi ile biılik temahpusluklarıvar. Nıçınyattıklarını Tahsin'e soraııııyorlar ama Ağır Abi'ye sorabiliyorlar: "Oyle icabetti, girdik." diyor Ağır Abi, o kadar! Ama herkes bilir Tahsin'in "karasevda"dan bu hallere geldiğini: "Tahsin bu, bir kez seviyor ve çakıyor kibriti; değeıdi, değmezdi hesabı yapmatlan ateşliyor fitili." Ağır Abi lal söyletmez Tahsin'e: "O, sapına kadar delikanlıdır. Onun çektiklcrinin yüzde birine dayanabilenın alnını karışlarım." Çok kahırlandığı zaman Ağır Abi, Tahsin'in dürüstlüğündcn, saflığından söz cder: "Hartandı. Ama helai olstın, delikanlılığı bcn onclan öğrendim. Biı pıre için degıl yorgan, k/ birhayatın nasıl yakılabileceğini ondagördüm. 13ı/. vakmadık ıla neoldıı, hepimiz bııradavı/ işte'" 'Bildiğimi/ bir şev vaıdı kı, • cemil Tahsin acı tekmıyordıı artık, | Kavukçu ıı/ııImuyordu, sevinmıyordu, düş kurmuyordu, rüyagörmüyordu, üşümü yordıı, tcrlcmiyordu, radyodinlemiyordu, televizyon izlemiyordu, ga/ete okumuyordu. Tahsin, duvarın ötcsine geçmişti, içiyordu, aklına csincc uyuyordu, arada da Ağır Abi'nin 'roman gibi' dedıği güİüşüyle gülüyordıı." Ağır Abi, "ilginin kendine yöneldiğinden cmin olunca" Korsan'ın (Tahsin'in köpeği) hikâvesini anlatıyor, hikâye bitince dinleyenler " Vay be!" diyerek Korsan'a bakıyorlar ve Cemil Kavukçu'nıın ıısta anlatıcılığı da bana "Vay be!" deuirtiyor: "Herolasılığa karşı (öy le ya, ne öküzler var) kiiçiik bir açıklama yapıyor Ağır Abi: 'Hani bir zamanlar onun kuyruğunu kestiydi ya, şimdi o da ayağını ısırarak hem onu kurtarıyor, hcm de kuyruğunun öcünü dolaylı yoldan alıyor.' " Bir dc "şair ruhlu biri' var, o da rarkındadır: "Para, Tahsin için (...) kıç silmeye bile değmeyecek boktan kâğıt parçalarıdır. Içtiğinin parasını ödeyecek durumda olan öder, ödeyemcyenin de canı sağ olsun." Bu "şair ruhlu", bir gün şöyle der: " Bu öyle büyük bir tabut ki..." Sonra susar. Kimse uc bir şey sormaz. "Şair ruhlu", hikâyenin sonlarında, bir defa daha ayağa kalkar, sessizliği sağlar, gözleri kapalı, başı yukarı doğru, Tabut'un üst ka tına bakar gibidir; konuşmaya başlar: "Bu, öyle büyük bir tabut ki...' Gene sözünün arkasını getiremez: "Gerisi olmadığını biliyorduk. Alkışladık." Ccmil'in birkaç cümleyle çizdiği kişiler, roman kişileri kadar canlı. O sırada, yeni kalkan Tahsin, merdivenin basamağındadır: "Artık hiçbirşarkı beni söy lemiyor." der. Ağır Abi, "Tahsin'i söyleyecek şarkılara içclim." der. Ve hikâye "Hepimiz biliyordıık ki, öyle şarkılar mutlaka vardır." cümlesiyle biter. üoğrıısu ben bundan pek emin değilim: Öyle şarkıların olabilmesi için "Bir pire için değil yorgan, bir hayatı yakabilecek" insanlar olması gerek; oysa "bir hayatı yakabilecek insanlar", "o güzel atlara bindiler, gittiler." "Tabut", Cemü için yeni bir "mckân"; yarattığı böyle bir mekânı, yarattığı böyle ınsanları Cemil tck hikâye ile tüketmez, arkası gelccektir. • C U M H U R İ Y F T K İ T A P SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle