07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

yuz. Bunları kendi dillerinden okumadık ki. Dcmek ki dil her zaman da bir şey değil. Evet, iyi çevrilmiş olması şart elbette. Nahit Sırrı ile daha sonra karşılaştığımda bu yargılara varmıştım. Kemal Bekir'in, oykü yazarlıg'ı ve romaticılığının yanında, tıyatro yazarlıg'ı, yönetmenlig'ı ve oyunculufcu da var. Hatta Kemal Bekir tıyatroyla bağını sahnenin tozunu yuttugu andan bugüne kesıntıstz sürdürmüş, romanlanna ve öykülerıne verdiği emeğt ttyatroya da vermış çok yönlü btr sanatçı Nabtt Sırrı Orık'ın Sultan Hamıt Düşerken adlı romamnt oyunlaştıran, bu oyunlaştırma sorasında yaptta büyük katkılarda bulundug'u, dönemin eleşttrmenlerince de kabul edılmis olan ve Düşüş adlı bu oyunla Ankara SanatseverlerDerneğı nin " 197576 En lyı Oyun Yazarı" üdülünü kazanan Kemal Bekir'in ayrıca Kemal Tahır'in Esır Şehrın İnsanlart, EsırŞebrin Mabpu.su, Yol Ayrımı üçlemesınden oyunlaştırdıgı KamilBey, llüseyin Rahmı'mn aynı adlı romamndan oyunla$tırdığt Utanmaz Adam var. 'llücre 1952'de ise bastan \ona, bır tiyatro oyuncusunun, bir tıyatro yönetmeninin., bir tiyatro yazannın wluk alışverışleri. Pekı oyunlaştırmak ıstemez misıniz 'llücre 1952'yi? Hayır, hayır. Bir başkası yapabilir... Çiinkü oyıınlaştırma, 2000 sayfayı 75 sayfaya indirmek demektir. Kıyamam. Kendisine kıyamaz insan. Özellikle kıyamayacağınız yerler ne ler? Kıyamayacağım yerler... Hani küçük Mustafa'nın anasıyla babasıyla inatlaşması... U bölüın başlı başına bir öykü. Bu hem girmeli derim, hem de bencc bir öykü... Bir oyun için de fazla gelebilir. Ama ona kıyamam. Onuan sonra tavandaki çiziklerdegördüğü o bilge devrimciyle konuşmaları sırasında tasarladığım, Nâzım 1 likmet'in çilesi hakkında kafamda ürettiklerime kıyamam. Çünkü 70'de yazılmış bu romandaki bu bölüm, 10 yıl sonra dünyadaki bıiyük değişimin habercisi oldu gibi geliyor bana... Gerçi daha pek çok bölüm sayabilirim, kıyamayacağım... kıyamam... Yazmaktan en fazla haz duyduğunuz yazınsal tür hangtsi?. Öykü roman... Öykü... Oykü anlayışınızdan söz eder misiniz? Size göre öykü nedir, yetkin btr öyküde olC U M H U R İ Y E T K İ T A P mazsa olmaz incelikler, kurallar nelerdir? îki önemli yazarım var: Çehov, Gogol. Gogol benim için absürd, uyumsuz sanatın öncülerinden. Kendisinden sonra gelecek olan sürrealizmin öncülerinden. Çehov öykücülüğünü tanımadan önce Maupassant övkücülüğüne ilgi duyuyoraum. Bizim pek çok öykücümüzde olan birşey...Birortam, bir kişi gcni^ zaman edimi içersinde, 'giderdi, yapardı, ederdi ve yürürdü' gibi geniş zaman diliminde tanıtılır, sonra da 'bir gün' diye söze başlanır ve anlatılacak olaya, amaca yönelinirdi. Çehov oütün bunları kırıp atmış bir kenara ve bütün bunlanı süratle, eylem içindeki insanla başlayarak bütün bunları diyaloglar içerisinde küçük cümleciklerleanlatmışbiryazardır..Onuçok benimsedim. Gogol'sc çok vurucu saptamaları olan, bir başka yazarın on saytada anlattığını 3 cümlede anlatan çok çarpıcı bır yazar. Tabn sürdürücüleri çok olmu^. Ben bu ikisinden çok etkilendim. llücre 52 'de sazü geçen n ıçten, tıcak polis tiplemesı yanı polis Nevzat gerçek miydi? Olmaz olur mu! Nitekim onun için ben diyorum ki, "O olsaydı, mutlaka işkenceyi yapmazdı!" Çünkü 8 aylık evli Mustafa'yı evinden alıp götürürken polislerin arasından en sıcak bakan da oydu. Mustafa'nın eşi de zaten tanımıştı onu. C) kadar asap bozucu bir ev arama ortamında olmasına karşın. Ama bir şey söyleyeyim: ü bakıştaki sıcaklığı mutlaka Mustafa yakalıyor. Nitekim giivercin düşmanı bir de nöbetçi vardı. Mustafa güvercini uçurmak istiyordu da anlayamıvordu. Mustata onun da gözlcrinuen anlıyordu insan olmadığını. •ilk romammzın yayımlanmasıntn üzerınden tam 40 ytl geçttkten sonra mtelık Orhan Kemal Roman Ödülü gibi çok onur verict btr ödül kazanmak nasıl bır duygu? Pekt ya yenı çalı^malarımz? Gerçekten de Orhan Kemal ödülünü almak bana onur verdi. Oğrenciligim sırasında tanıdım Orhan Kemal'i ve dostluğumuz sonuna kadar sürdü. Her yazarın kişilıği yazınına yansır ama onda biraz dana fazla yansır gibi gclir bana. Onda ezilen insana bir acıma vardır. Onları hem iğneler, küçük hesaplar, çıkarlar peşinde koştukları için... Orhan Kemal'i okuyup bitirdiğimiz zaman olay kalamızda da sürer gider. Incelemelere de konıı olacaktır mutlaka. Yeni çalı^malarıma gelince, Diriler Mezarlığı diye bir romana başlamıştım. Ûmarım onu sürdürürüm. Ülümün eşiğinde bir yaşlı karı kocanın, bu toplumsal çalkantılı yaşam içinde kendilerinden uzaklaşmış, çocuklanna karşı tavırları ve ölüm korkuları, kendilerine sıgınak arayışları. Ama topluma onları çocukları vasıtasıyla yerleştirmek durumundavım. • "Söyıeşı için teşekkür ediyorum Yenı yapıtlarımzı .sabıntzlıkla bekliyoruz!" derken <;epettekt yumaklara ılıştı gö'züm. Bır kısmı bâlâ uçlarının bulunup çüzülmelennı beklıyorlardt ama onları Kemal Bekir olmadan da çözebilirdim artık. 445 Hücre 1952, yalnız gizli bir örgüt üyesinin kendi geçmişi ve örgütüyle belleksel bir hesaplaşması değil. Beklediği dayaklar, işkenceler, zor kullanmalar gerçekleşmeden, neredeyse kendiliğinden, güvendiği kişilerin "çözüldüğünü" öğrendiğinde konuşan bir örgüt üyesinin iç hesaplaşması. SENNUR SEZER Hiicre 1952 Kemal Bekir'in OrhanKemal Ödüllü romanı Hapisane, işkence, sorgu bizim edebiyatımız için pek olaganüstü öğeler değil. Siyasal yaşamımızın dalgalanmalan.eskilerin "tevkifat" diye andıkları toplu ve ueniş, ölçekli tutuklamalar anımbanırsa, yasananların edebiyata yansıması da doğal. Hele bu tür tevkifatların büyük bölümünün üniversiteli, sanatçı, yazar vb. gibi entelektüel kesime odaKİandığı da düşünülürse durumu "yaşananların sanatla yorumu" diye tanımlamak kolaylaşır. Edebiyatımızdaki "hapishane, sorgu, iskence" görüntülerinde akla ilk gelenler, Ömer Faruk Toprak'ın Tuz ve Ekmek'i ile Rıfat Ileaz'ın Karartma Geceleri. Şiirde de Ahmet Arif'in birçok dizesi. Ömer Faruk Toprak, Rıfat Ilgaz ve Ahmet Arif'in sanatsal tanıklıkları aynı dönemle ilgilidir: 19461952. Bugün, sanat dünyamızın edebiyat, müzik, tiyatro gibi pek çok ana dalında etkin kişilerinin adlarını bulabileceğimiz "tutuklananlar, hüküm givenler, salınanlar" listelcrinin saptanabileceği bu dönemle ilgili yazılanlara bir kitap daha katıldı: Hücre 1952. Kemal Bekir'in romanı da o dönemi bir başka açıdan yansıtıyor, gizli bir siyasal örgüte katılan ve tutuklanan sanatçının bakış açısından. lıücre 1962 HücreldanlanıfeMrsözciih Kemal Bekir'in, Hücre 1952'sinde, bence hücre sözcüğünün iki anlamı var. Birincisi, tutukevi ya da cezaevinde, tek kişilik oda. Bu odaya konularak, insanlarla ve dış dünya ile ilişkisi kesilen kişi, bir psikolojik cezayı da yasıyor. Ceza ve tutukevlerindeki bu tür mekânlar ve etkileri konusu gündemden hiç düşmediği için, daha geniş açıklamalara girmek istemiyorum. Hücrenin ikinci anlamıysa, gizli örgütlerde varolan, üçbeş kişiden oluşan, örgüt Dİrimi. Bu örgütlenme biçiminin de amacı, örgüt üylerinin, örgütün bütününü tanımamasını, dolayısıyla herhangi bir tutuklamada çok kişiyi ele vermesini engellemck. Kemal Bekir, sorgu lanmak için gözaltına alınmış genç bir aktö rün, polis müdürlüğünün hücresindeki günlerini anlatırken, sözcüğün her iki anlamında da irdelemcl'.r ve tanımlamalar yapıyor. Hücre I952'de, "Tuz veEkmek", "Kararrma Geceleri" romanlarındaki anlatımdan farklı olan da bu ikili anlam. Kemal Bekir'in kahramanı "bilinçli bir sos yalist" değil. Inanmış bir militan da değil. Daha güzel bir dunyayı özleyen bir sanatçı yalnızca. Shalcespeare'i ezbere biliyor, Marks ve Lenin'den bir cümle yazamıyor. Örgütlenme, örgüt, devrim konusunda bütün bildiklcriyse, onu örgütleyen bir sanatçı arkadaşının söyledikleri. Hücredeki günlerinde kendi durumunu gözden geçirirken, hem kendini hem örgütlü olduğunu bildiği arkadaşlarım kolayca ir deleyip yargıuyor. Bu yargılamalar içsel konuşmalarla, geçmişini anımsamalarla, sannlarla oluyor. Roman kahramanının sanrılarında tartıştığı kişi, "bilgebir devrimci". Bu sanrı Kİşiyi, hücredeki duvar yazılarından, resimlerinden yaratıyor. Kendinde olmayan ne varsa, hepsi, "bilge devrimci"de ar: Uzun boy, inanç, bilgi... Veonunla tartıştığı zaman, kendi yetersizliğinin farkına varsa da, örgüte girmesine yol açan düşüncelerinde haklı oldıığuna bir kez dana inanıyor. Onu bu hücreye getiren düşünce, "dünyada varolan eşitsizlikle savasmak gereği"dir. Bu savaşım da kolay olmayacaktır elbet: "Demek çalkalanan toplumlarda oraya buraya savrulan bireyin bilinci iğne ucuyla açılacaktı. İğne ucuyla kazılacaktı düşünceler, duygular, iğne ucuyla kazanılacaktı zafer, iğne ucuyla oyula oyula aydınlığa çıkılacaktı bu karanlık tüneluen. Güneş orda görülecekti. Insanları eşitçe ısıtan, meyveleri olgunlaştıran, yeşili çiçeklerle bezeyen, çağlayanlann köpüklerini parlatan güneş. Insanlar, tankları, topları, tüfekleri denizlerin kör karanlığına fırlatıp atacaklardı o zaman. Birşenlik düzeni kurulacaktı dünyada..." Hücre 1952'nin kahramanı Mustafa Taşkesen, bu iğne ucuyla vartlacak zafer yargısına vardığında rahatlıyor. Yaşadığı Koşulları unutuyor, yaptıklarının haklılığına inanıyor: "Yalnızböylesine düşünebildiği zamanlar yaptığının bilincine va rabiliyordu. Sözgelimi, usulca açıyordu yorganı, kendini iyi anlayan belirsiz birinin, diyelim bilge devrimcinin usulca SAYI SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle