01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TÜYAP 17. İSTANBUL KİTAP FUARI Bunlan düşünerek Goethe'ye bir kere daha hak veriyorum: "Hayatın yeşil ağaçları karşısında hcr kuram kül rengi kafır." Bunun içindir ki ürhan Pamuk'un 275 sayfalık romanında, iki sayfada "Kürt" sözcüğünün geçmesi bende sadece bir "dekoratif öğe" etkisibıraktı, "kül rengi" kaldı: "îlan edilmemiş savaş yüzündeh boşaltılmış hayaletimsi Kürt köylerini vc ıızaldardakikayalık dağların karanlıklannı döven topçu birliklerini gördüm." (s. 256) vc "Kürtisyancıları yüzünden Viranbağşehrinetrenseferlerikaldırılmıştı." (s. 258) YaşadtSmtya dayaşananlartyazmamn romanda nastl bir yeri olmafıdır? Bir romancı, romanını yazarken, özyaşanıından da, başkalarının yaşamından da yararlanabilir; ofağandır bu; ama romanını özyaşam iizerine kurmayı kalkışırsa gündclik yasamın avrıntılarıyla kurmaca dünyanın (' rnman 'ın) kurallan çatışır, hem başardı bir kurgu sağlanamaz, hem dc roman yazarına ne kadar ilginç, ne kadar vazgeçilmez gelirse gelsin okuru ilgilcndirmcycn bir yığm ayrıntıyla dolar. Çünkü günlük yaşamın nyrıntılanyla kurmaca dünyanın ayrıntıları bcnzemez birbirinc; kurmaca dünyanın aynntılaruıın o dünya içinde bclirli işlevleri vardır, işlevscl olmayan ayrınrıya ycr yoktur bir romanda; oysa gündclik yaşam işlevsel olmayan avnntılarla dolııdur. Roland Barthes, Anlatılartn YapısalÇözümlcmesine Girış adlı incelemesinde, "Eğer Flaubert, Un coeur simple'de, belirli bir anda, görünüşte üZerinde durmadan, PontEvcquc Kaymakamınm kızlarının bir papağanlan olduğunu bize öğretiyorsa, bu dana sonra Felicite'nin yaşamında bu papağanın büyük bir önemi olacağı içindir." üiyor. Oysa Ayla Kutlu, Ho$ça Kal Umut adlı romanında, roman kahramanına (üruç), babası hakkında şunlan söylctiyor: "Babam, görevli olarak güneyde bir yere gitmişti. Görevi gizliydi. Gizlilige gcrçekten uyardı." Ve roman boyunca Oruç'un babasının "gizli görev"ine bir daha dönülmüyor! Rııs formalisti Tinyanov, "Yaşamın yazına girdiği yerdc yaşamın kcndisi yazın olur" diyor; cklemek gerek: işlevsel ayrıntı olarak girince. Yaşar Kernal, Orta Direk, Ycr Demir (jökliakır, Ölmez Otu üçlüsüiçin, "Bu üçlii benim yaşantım ve tanıklığımdır." demişti ama yaşantısından bu üç romaııa aktardıkları, o pek "müstamel' benzetişle, bıızdağının suyun üstünde görünen parçası kadardır; buzdağının görünmeycn o büyük ana gövdesini görüp incelemeseydi görünen o küçük parçayı yazamazdı; ama görüp tanıdığı o ana gövdeyi olduğu gibi yazmaya kalksaydı yazdığı "roman" olmazdı. Romancı nice emekler sonucu elde ettiği bilgilcrin nc kadar çoğunu yazmazsa o kadar iyi romancıdır. Yaşar Kemal'in bu "üçlü'Yle gösterdiği romancıdavranışını Kcmal Tahir I958'dc yayımlanan Yedıçınar Yaylau adlı romanında göstcrcmcmişti. İ959'da, Ankara'da yayımlanan Dost dergisinde yazdı . ıtn 958'in Romanlan" başlıklı yazımda (Öncc Gerçek Saygısı [I959] adiı kitabımda yer alan bu yazı, Gerçek Saygıst'nı eklcycrck yayımladığım \n\an Tükenmez\\e var), Yedıçınar Yaylau için şöyle diyordum: "KemalTahir'in Yediçınar)ay/<7«'nda yazann üç ayrı yanını bir arada, ama bir Kemal Tahir olarak değil de yan yana üç Kemal Tahir olarak görüyoruz. Başlangıçta araştırıcı Kemal Taııir var; romanını belirli bir tarihsel, ekonomik, toplumsal temclc oturtmak için gerekli bilgi leri, roman haline gctirmcdcn, bir masal dilinc, bir masal havasına yaslanarak veri yor. Sonra romancı Kemal Tahir, daha doğrusu araştırıcı Kemal Tahir'le birleşmiş romancı K. Tahir geliyor. Son bölümde de düşünürpolitikacı Kemal Tahir'i buluyoruz. (...) Ne var ki romanda bir değer bütünlüğü yok; başlangıç, roman degil; son CF[ bölüm, çok açık bir vama." () zamanlar Kenıal Tahir'le pek dosttuk. "Başlangıç, roman degil." yargısı üzerinde Kemal Tahir'le epey tartışmıştık, sonunda bana hak vermiş. "Çıkaracağım." demişti. Bu satırlan yazmadan romanın Adam Yayınlan'ndan çıkan yeni baskısına baktım: F.vet, Kemal Tahir ç ıkarmış o "Başlangıç"ı. Ozyaşamın romana nsikolojik açıdan da zenginlik kattığını belirtmek gerek. lnsanlar bazı psikolojik gerçekleri ancak yaşayarak öğrenebilirler. Romanlarda böyle yaşanmış gerçeklerle karşılaşmak iç dünyamızı zenginlestirir. Dostoyevski'yi düşünüyorum: Babasından o kadar ncfret etmeseydi tvan Karamazov'a, "îçimizden hangimiz babamızınölümünü dilemcmiştir? dcdirtcbilir mivdiiJ Psikolojik gerçekler toplumsal gerçeklerden de önemfidir romanda. Ve "yasananları yazmak" konusunda romana değerini asıl kazandıran da onlardır. Bir de \h san Oktay Anar'ın ıkı romanı var Puslu Kıtalar Atlası ilc Kitabül Hiycl. Bu ikı romanın roman sanatımız içindekiycri, gelecege dönük olarak bıraktıgı ipuçlart için neler denıniz? Pu<:lu Kıtalar Atlmı'nı okudum. Kitabül Hiyçt\ yarısında bıraktım. Bana, büyükler için "hafif", çocuklar için "ağır" geldi. ü yoldan bir yere varılabileceğini sanmıyorum. Romanda da"kendieelenegimizin özgiin \esi"nden söz edebtlir mıyiz^ Değilse, niçin?. Şiirde "kendi geleneğimizin özgün sesi"nden söz edebiüyoruz, çünkü bir şiir geleneğimiz var. Nitekim Yahya Kemal, Edcbiyatı Odidc dilinin, Tanzimat dilinin üzerinden atlayarak, eski şiirinıizin ya da şiir gelcneöimizin birkaç yüz dizelik şiir birikiminden yararlanmasını bilmiş, böylece, hem bir yeni şiir dili kurmuş, hem de "geleneksel şiirimizin şesi"ni bıumııştur. Tanpınar, lidcbiyat Üzerinc Makalcler'dc, şöyle diyor: "Yahya Kemal'i başka bir milletten bir şaire benzetmek lazımsa Puşkin'e benzetebiliriz. Onun gibi gclcnek nesillerin hesabına kapılar açmış, bize, dilimizle milletimizin şuurunu gctirmiştir." Bu düşünceye katılmamak olanakbiz; hatta bu düşünceye şunu da ekleycbiliriz: Üstelik uluslaşma sürecinden önce getirmiştir bu ulusal dili. Oysa bir "roman gelene2i"miz yok. Anayasadan demokrasiye kadar, teknolojiden romana kadar birçpk şeyi Batı'dan aldık. Batı'da Stendhal, Goethe, Dickens, Dostoyevski o unutulmaz romanlannı yazarlarken bizim atalarımızın seçkinleri, Leylâ ile Mecnun'u, Yusuf ile Züleyha'yı vb. okuyorlardı; halkımız da Battal Ga zı yi, Hazreti Alı Cenklcnm vb. DİNLİYORDU. Gerçek roman, yani on sekizinci, on dokuzuncıı yüzyılın romanı, Batı'da, burjuva yaşama biçiminin belirnıesiyle birlikte ortaya çıkan bir edebiyat türü. Oysa 1872'de ilk Türk romanı, Şemsettin Sami'nin Taaşşukı Talât vc Fıtnat'ı yayımlandığı zaman ülkemizde burjuvazi yoktu; yani naşka bir coğraryanın, başka bir tarihin üriinünii ithal etmişrik. Batıhlaşma çabalarıyla girişilen romanlar, edebiyatın da Batı'ya açılması sonucunu doğurmuştu. İlk romancılar, bu ithal malı edebiyat türünü eski Türk hikâycciliginin dcncyimleriylekaynaştırmışlar, romanlannda çağlarının önemli sorunlarıyla iigilenmişler (Kölelik, esir ticareti, kadın haKİan...) daha da önemlisi, ithal malı edebiyat türünü kullanarak ithal malı yaşama biçimine karŞi cıkmışlardır. Bu roman anlayışı, Serveti Fünun dönemine kadar sürmüştür; Serveti Fünun dönemiyle birlikte, bu edebiyatın içinde oluştuğu siyasal, toplumsal koşullann etkisiyle, o ilk dönemin savaşçı edebiyatı gitmiş, yerine, karamsar, umutsuz, hayallerle avunan bir edebiyat gelmiştir. 19601980 arasında uygulanan sanayi politikasına "ithal ikamesi politikası" dendiği bilinir: Yabancı sanayi mallarının ithalini bırakarak bunların benzerlerini ülkemizde üretmek. Bugün edebiyatımızda da böyle bir "ithal ikamesi" sorıınu var: ÇoSu edebiyatçı, eserinin özünü de Batı'aan ithal ediyor. Yıllar önce Sartre'ın, Camus'nün erkileriyle ortaya çıkan bıınalım edebiyatı nasıl bir ithal ikamesi idiyse bugün de "postmodern" romanlar ithal İkamesi ürünlerdir. Kendi geleheğimizin özgün sesini, bulsanız bulsanız, Yaşar Kemal'in incc Memed'\mndQ bulabılirsiniz. Burada Yaşar Kemal'den söz açabiltriz santrtm. Sizce ncdir Yaşar Kemal'i "büyük romancı" yapan '•> Fransız, lngiliz, Alman ya da Rus dc S Adam Yayınlarının bir kokteyllnde soldati: Tuurhan Cünay, Fethi Nacl, Hüseyln Haydar, Memet Fuat. Ferldun Andaç ve Aygören Dirim. 1994. Altta ise Dogan Hızlanla birlikte. 1981. nince hemen belirli kişiselözellikler gclir aklımıza. Peki, "Türk" denince ne geliyor aklımıza? "Türkiye" denince "îjiş kebabı çok güzel, Boğaz harikulâde!" dıycn yabancılar gibi, biz de, en çok, "Konukse verlik, tevekkül" gibi sözcükleri tekrarlamaktan başka bir şey diyebiliyor muyuz? Gerçekte, artık, "Türk insanı" denince aklımıza belirli niteliklerin gelmemesini olağan karşılamakgerek; çünkü,yüzyılımızda, Türkiye vc Türk insanı çok ruzlı bir değişim içinde: Kapitaüzm, değeryargılannı, beğcnileri, kirni insanîduygufarı alt üst ediyor. Bu, bir Türkiye'de böyle değil, bütün dünyada böyle. Çağımızın Fransız'ı, tngiliz'i, Alman'ı, Rus'u bizim bildiğimizi sandığımız Fransız, tngiüz, Alman, Rus değil. Bizim bildiğimizi sandtklarımız, on dokuzuncu yüzyıl romanının bize öğrettikleri. Bir Dostoyevski çıkıp da "Rus halkı Hamlet'ler çıkaramaz, bizden Karamazov'lar çıkar ancak!" dediği içindir ki "Rus" denince aklımıza belirli özellikleri olan kişi geliyor. Ama bunlar geçen yüzyıla kaldı. Geçen yüzyılda güçlü bir Türk romanı olsaydı, "Türk" denince herkesin aklına belirli özellikleri olan bir kişi gelebilirdi. Ama geçti artık. Gene de edebiyarımızda, "Türk insanı "nı demeyeyim, kapitalizm öncesi dönemin belirli birbölgedeyaşayan "Türk köylüsii"nü belli başlı nitelikferiyle betimleyen bir romancımız var: Yaşar Kemal. Romancılanmız, Türk köylüsünü ya idealize etmişlerdir, ya köylülerin kimi davranışlannı, düşünüşlerini saklamışlar, kentlilere karşı "kol kırılır yen içinde" havasına girmişferdir, ya da köylülere "bü'ik maı" diye, "kavat" diyebakmışlardır. ir Yaşar Kemal vardır romanımızda köylüleri olduğu gibi gösteren; Yaşar Kemal, yaşanüsına ve tanıklığına bağlı kalmış, gerçekçilikten sapmamıştır. Bunun içindir ki Türk köylüsünü "olduğu gibi" tanımak için elimizdeki tek kaynak, Yaşar Kemal'in romanlandır. Orladirek'i düşünüyorum: Değişik olaylar ve kişiler karşısındaki tepkileriyle tanı dığımız Meryem'in, Ali'nin, Elif'in ilişkileri, bu üç kişinin aralarındaki anaoğul, gelinkaynana, karıkoca ilişkileri, ancak o Ukel tarımsal üretim düzcyindc yaşayan Türk köylüsünün ilişkileritlir; başka ülkelerde o ilişkilere rastlanabileceğini sanmıyorum. Yaşar Kemal'in büyük başarısı burada, bence: Hem roman okurlarını, hem de toplum vc insan gerçekliğimizi araştırmak isteyen toplumbilimcileri doyurabilmesinde. Yaşar Kemal, yazdtğının roman oldu ğunu hiçbir zaman unutmaz; anlattığı çevrenin ekonomiktoplumsal yapısını bütün ayrıntılarıyla biür, ama bu geniş bilginin romana gırmemesi gerckcn büyük kısmını yazmamak ustalığını gösterir. Yaşar Ke mal, romancı olduğunu hiçbir zaman unutmaz; bunun için uzaktan bakılınca hep birbirlerine benzer görünen köylülerin hiçdc birbirlerine benzemedıkferini, akla kara gibi şematik tasniflerle köylülerin anlatılamayacağını, hepsinin ayrı bir iç dünyası olduğunu, bireysiz olduğu söylenen köy toplulukJarında unutulmaz bireysel dramların yaşanabileceğini gösterir. Bunun içindir kı bir görev, giderek bir tutku haline gclen öldürme saplantısı, bocalamalar, korkular, kaygılar, düşle gerçek arası bocalamalar, kurtulmak için çabalamalar içindeki Memidik'i anlattığı Ölmez ü/«'nda bir köylü Hamlct yaratabiliyor, bir Türk köylüsünde de bir Shakcspeare kişisinin yaşayabileceğini göstcriyor. Köyü, köylüyü anlatan Yaşar Kemal, köy toplumunun durağan bir toplum olmadığını, köyde de "bir şeylerin dcğişmekte oldugunu gören ve gösteren bir ro mancı. Değışen ekonomiktoplumsal koşullar, köy insanını, bu insanın inanışını, töresini değiştimıektedir. Bunu en iyi Yusufçuk YttÇM/adh romanında görürüz. Yaşar Kemal, bu romanında, astığı astık, Kestiği kestik" derebey artığı ağa tipinin ' SAYFA 10 CUMHURİYET KİTAP SAYI 455
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle