28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sosvalizmin Yeni Zamanları "îktidarKişiye"ya da "Farklılıkta Birliğin Imkânlan'nı Düşünmek MUSTAFA CEMAL arx'ın Manifestosu üzerinden 150 yıl geçti. O ydlarda Avrupa üzerinde bir komünizm hayaleti dolaşıyordu. Hayalet serpildi, gelişti, dünyayı kasıp kavurarak yaşamlarımızı derinuen etkileyip ardında toz duman içinde bir yıkıntı bıraktı. Devrimlere, savaşlara ve kitlesel göçlere, toplumsal sistemlerin çöküşüne, ulus devletlerin yerlerini global örgütlenmelere bıraktığı küresel bir sürece tanık olduk, oluyoruz. Bugün bir yanda iç ve dış savaşların ve komünizm iddiasındaki dikta düzenlerinin çöküşü sonucunda kutuplar ve açık denizler dışında irili ufaklı devletlere bölünmüş bir dünya, öte yanda kapitalist iiretim yordamının devletlerin, yalıtılmış coğrafya parçalarının sınırlarını yarıp dünya ölçeğinde kendini yeniden üretebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Buna koşut olarak ulusçu, etnik, dinci hareketlerin biri görünüp diğeri kaybolurken kimileri ete kcmiğe bürünüp etkinlilderini koruyacaklarını gösteriyorlar. Öte yandan, iletişim, medya, cinsel hareketler, ekoloiist hareketler ön planda yerlerini alıyorlar. Akla, proletaryaya, düzene elvada diyerek el sallayan düşünce akımlan alabildifiine hızla yayılıyor. Bunca belirsizlikler yumağı içerisinde belirliliği yakalayabilmek, dağılıp gidiveren ve ortaya birden çıkıveren oluşumlar kargaşası içerisinde sürekliliği çıkarabilmek, çeşitlilik içerisinde birliği saptayabilmek zor ama kayıtsız kalamayan eylemci bir zihin için kaçınılamaz bir görev olarak duruyor. Dikkatinize sunduğum kitap bu göreve gönüllü bir grup Britanyalı düşünürün "Yeni Zamanlar" adını verdikleri bir manifesto yayımlamalarının ardından Marxism Today dergisinde sürdürülen tartışmalann ürünü. Stuart Hall ve Martin Jacaues 19881989 yıllarında dergide yayımlanan makaleleri Yeni Zamanlar: 1990'larda Politikanın Değişen Çehresi başlığı altında derlediler. M Elimizdeki kitap, gönüllü bir grup Britanyalı düşünürün "Yeni Zamanlar" adını verdikleri bir manifesto yayımlamalarının ardından Marxism Today dergisinde sürdürülen tartışmalann ürünü. Stuart Hall ve Martin Jacques 19881989 yıllarında dergide yayınlanan makaleleri "Yeni Zamanlar: 1990'larda Politikanın Değişen Çehresi" başlığı altında derlemişler. Bu kitap şimdi Abdullah Yılmaz'ın duru Türkçesiyle çevirilip Ayrıntı Yayınları'nca yayımlandı. Bildik politikanın tüm kavram ve kurumlarının sorgulandığı, inandırıcılıklarını yitirdiği bir dönemden geçiyoruz. Yeni Zamanlar kitabı içinde karşırmza cıkan başlıklar değişimin boyutları ve yönü hakkında bir fikir vermektedir. "Kitlelerin Ardından", "Örgütlü Kapitalizmin Sonu", "îktidar Kişiye", "Kimlik Politikası", "Tüketim Politikası", "Yurttaşlar ve Yurttaşlık", "Ulus Devletin Çöküşü", "Kentin Değişen Yüzü" ve "Partinin Çöküşü" bu başlıklardan bazılan. Elbette her konu ıızun tartışmalar gerektiriyor. Elinizdeki kitabın önemi ise tüm bu tartışılan alanları bir politik proje etrafında toparlayıp pratik çözüm önerileri getirmesinde yatıyor. "Yeni Zamanlar" terimi, en genel anlarruyla, emek sürecini vurgulayan postFordizm ve kültür sürecini öne çıkaran postmodernizm terimlerine alternatif olarak öneriliyor. Böylelikle zihnin, yaşamakta olduğumuz sürecin şu ya da bu yanına hapsedilmesine karşı çıkılıyor, emek ve kültür kutuplarının birlik içerisinde kavranılabilmesinin gerekliliği vurgulanıyor. Çağımızın karakteristik özelliği, kapitalizmin ulusal kimlikten sıyrılıp, Marx'ın öngördüğü gibi, 'dünya sistemi' olarak kendıni açığa vurmasıdır. Artık finans yönetimi, yani mali sermayc dünya ölçeğinde kredi kurumlarının elindedir, üretim süreci, üretken sermaye tek bir ülkenin ötesine yayılmıştır, firmalar artık doğrudan dünya pazarmı hedefliyorlar ya da yapılarına ona göre biçim veriyorlar, sermaye metaformunda belirli pazar alanlarına sıkışmaktan çolctan kurtulmuş durumda. J. Urry, Örgütlü Kapitalizmin Sonu adlı makalesinde, üretim sürecinin dünya düzleminde yayılmasını şöyle örneklemiş: "Her bir Apple mikrobilgisayarında bir araya toplanan 42 çip birleştirilmeden önce en azından toplam bir milyon milyolkatetmektedir." (s. 100) Dünya çapında gündeme gelen özelleştirme de bu sürecin ürünüdür. Özelleştirme kısaca, devletin elindeki üretim araçlarının ve doğal zenginliklerin özel kişi ve kurumlara devridir. Bu yolla hükümetlerin hükmettikleri ülkelerin ekonomik ve politik süreçleri kendi öz kaynaklarına dayanarak belirleyebilme yetenekleri ellerinden alınmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerin politik sözcülerinin demokrasi şampiyonluğunu haklı çıkaracak şekilde, gücünü kamuya ait toplumsal zenginliği denetleyip bölüştürmekten alan diictatörlüklerin ortaya çıkma olasılığı azalmaktadır. Bu çerçevede uluslarüstü askeri ve politik güç örgütlenmeleri hem niteliksel dönüşüme uğruyor, hem çeşitleniyor, hem de etkinleşiyor. Ulus devletlerin ulusal alandaki iktidarı kısıtlanıp sınırlanırken uluslararası hukukun önemi artıyor. Ulus Devletin Çöküşü'nde D. Held'in verdiği örnek gelişmenin dü Yeni Zamanlar zeyını ıyı yansıtıyor: "Uluslararası Nürnberg Duruşmaları tarihte ilk defa, insani değerleri koruyan uluslararast kurallar devletlerin temel hukuku ile çatışmaya girdiğinde, her bireyin devletlerin hukukunu çiğnemesi gerektiğini ("ahlaki tercih" için fırsat bulunmayan yerler dışında) karara bağladı." (s. 197) Sürecin sorgulamaya yönelttiği kavramlardan biri de vurttaşfıktır. "Yeni Zamanlar"da yurttaslık kavramı nasıl yeniden tanımlanabilir. "New York'ta kayıtlı ve dünya çapında faaliyet yürüten bir çokuluslu şirketin neden olduğu kimyasal kirlenme karştsında Bhopalli yurttaşların 'hakları' nasıl işlerlik kazanacak?" Aynı şekılde, uluslarüstü bir şirkette çalışan işçilerin 'haklarının' yasal çerçevesi nasıl bir yurttaslık esasına dayanacak diye de sorulabilir. Irak, Iran gibi egemenlifiin dolaysızca doğal zenginliğe dayalı olduğu ülkelerin miyadını doldurmuş ulus devletçilikleri bir yana, gelişmenin yaygınlığı küreseldir ve bu doğruîtuda önü alınmaz bir momentle ilerlemektedir. Gelişmenin hızına ayak uydurma telaşıyla yalpalayıp duran, zıtlaşan iç ve dış toplumsal kuvvetlerin basıncı altında politik ve ekonomik reformlara gitmekte korkak ve beceriksiz kalan Türkiyeli burjuvazi de boylamasına bu anaforun içerisindedir. Ulus devletlerin etkisizleşme süreci kendisini iktidarın merkezi ve yerel karakterlerinin belirsizleşmesinde açıkça gösteriyor. Hükümetlerin kuruluş ve işleyişlerinde farklılaşmalara yol açıyor, yanı sıra hükümetleri oluşturan partilerin yapısal özellikleri dönüşüme uğruyor. îktidar artık her yerdedir. D. Held'in Ulus Devletin Çöküşü ve S. Benton'ın Partinin Çöküşü makaleleri bu zeminde yürütülen tartışmalara ayrılmış. Diğer kutupta, sermaye sahibi olmayan üretici sınıfın gerek yapısında gerekse örgütlenme biçimlerinde önemli farklılaşmalar ortaya çıkıyor. Işçi sınıfı kendi içinde nitelik, cinsiyet, ücret ve refah koşulları bakımından homojenliğini yitiriyor. Kendini cinsiyet, ırk, etnik eşitsizliklere karşı verdikleri mücadeleyle tanımlayan gruplar doğup hızla gelişme ortamı buluyorlar. Buna karşılık işçi sınıfı içerisinde genel bir politik ilgisizlik hüküm sürmekte. Kentin Değişen Yüzü'nde G. Mulgan bunu başarıyla dile getiriyor: "Marx'ın yorumu tersine dönüyor gibi: Yirmibirinci yüzyılda işçi sınıfı, kenti çelikten kapılar ardında bir hapishane... ayakta kalanın yaşadığı bir orman.... ya da gönüllü kanun lcoyucuJarın bir arenası... olarak gösteren sayısız filmi birbiri ardına tekrar tekrar izleverek evlerinde otururken, City'nin barlarında işbirliği ve örgütlenme deneyimlerini öğrenenler egemen sınıflar olacaktır." (s. 221) Son yıllarda Türkiye'de de belirginleşen bir eğilimdir bu; emekçi kesimler dana fazla şans oyunları pesinde uzun kuyruklar oluşturuyor, stadyumları hınca hınç dolduruyorıar, evlerine kapanıp televizyon karşısında pinekliyorlar. Sermaye sahipleri ve sözcüleri geleneksel ürkekliklerine rağmen atılımcı bir rol üstlenmeye istekli görünüyorlar. Tüketimin canlılığı, değişim için üretimin temelidir. Kâr için üretim içinse canlılık yetmez; daha fazla tüketim daha fazla satış, daha fazla satış daha fazla kâr demektir. Tam istihdamın sosyal harcamaların artmasına bağlı olduğunu söylerken Fordizmin ve devletçi uygulamaların iktisatçısı Keynes'in önerdiği, tüketimi körüklemekten başka bir şey değildi. Dönemin seri üretime dayalı yapısı geniş kitle Tüketim süreci, üretim süreci ve yeni zamanlar seJ tüketimi gereküriyorüu. Fordizm ve sonrasının emek sürecinde yol açtığı değişimler ve bu değişimlerin toplumsal etkilerini ustaca çözümleyen R. Murray'ın, kitlesel tüketimin standart üretimi öngerektirdiğini vurgularken verdiği örnek şöyle: "Karayollarının demiryollan üzerindeki egemenliğini sağlamak için General Motors, Standard üil ve Firestone Tyres 44 kentte elektrikli tramvay ve deCUMHURİYET KİTAP SAYI 314 SAYFA 12
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle