Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
tabanca tutuşturulur Şahid'in eline: "Haydin kalkalım. Orospuluğun cezasını Şahid verecek" (s. 43). Genç kızlar, kapı önünde itişip kakışarak tiyatoracılan gözetlemeye çalışırken erkek kalabalığı, bahçe kapısından girer. "Ayşad avazı çıktığı kadar bağırı(r):/ Evi basmaya geliyorlar." Ötekilerin çoktan gözü dönmüştür oysa: " Bacısını istiyor. Bacısını tiyatoracılara peşkeş çektirmeyeccğiz." Mal müdürünün karısı, diklenir kalabalığın önüne çıkarak: " Tiyatoracılar benim davetlim, Hediye de. (...) Hediye'nin bir suçu yok. Suç varsa benim. Hediye'nin gönlü kırıktır. Anasından izinlidir. Bugün burada bir suç, bir günah işlenmedi." Şahid bir an donar. Öyle ya, "elinden ceviz, üzüm aldığı, evine su taşıdığı hanım teyze"dir bunu söyleyen (s. 43). Öte yandan ablasının bir suç işlemediğini biliyordur zaten. Bir anlık bir rahatlama. Ne ki "icerden hışımla çıkan Hediye kaderini yaz(ar). Yüzünde tİKsinti, horgörü ve alay.": " Seni fıştaklayan şu itlerin derdinin ne olduğunu anlamıyor musun? Onların senin namusuna aldırdıklan yok. Onlar..." (s. 45). Ama çok "zor'dur), genç güzel bir dul bacının olması. Kollamak, kızmak, göz açtırmamak, hemen ardından acımak, sonra da kendine acımak... Hediye artık baş belası"dır (s. 42). "Aynı anda tabanca pat(lar). Hediye durduğu yerde güneşin ınmesi gibi yavaş yavaş in(er)" (s. 45). "Ayşad bağırı(r)./ Öldürdün onu, öldürdün... Bacıkatili oldun." Kalabalığın yanıtı hazırdır: " O oroşpuydu. Kanı Şahid'e helal!/ Erkekler Şahid'in sırtını sıvaz(lar), alnından öpüp, kolunu sık(ar), sırtına yumruk at(ar), kut(larlar): Şahid, ne yiğitmişsin ama..." (s. 46). Erkekler çekilirken, acı haber Hediye'nin anasını, bostanda çalışırken bulur. Kızının ölümüyle yüreği yanmıştır ananın: "Vurdu mu seni oğul diye emzirdiğim zulüm?" Ama ölü yerde mi kalsınPBir ikinci bomba daha inecektir ananın yüreğine. Hoca Efendi'ye göre "mekruh gitmiştir Hediye. "Namazı kılınrnaz böylesinin ' (s. 47). Ananın haykırışları yeri göğü yıkar o zaman. Erkekler, bu "mekrun kadın"ın cenaze törenine engel olmak için, ikinci kez gelirler bahçeye. Bir yandan gözdağı verirler kadınlara, bir yandan müdürü, tiyatoracılan döverler. Bununla yetinmeyip tiyatoracıları kaçırırlar da.Ölüyü Ayşad yıkar. "Gül goncası memeleri üstüne sıcak yaşlar akıtı(r). Bu pembe goncalara böcekler nasıl saldırır, bu güzel beden nasıl olur da kurtlara solucanlara sunulur?" Ama namazını kim kıldıracaktır? Cevap: "Namazı kılınmaz. Mezarlığa o mekruh beden giremez" (s. 48). Ama, ana, "tiyatoracı genç kadının da oralarda bir yerue (cami yakınında) olduğunu anl(ar). (...) Dayanam(az) içeri girip, bacısının oğlunu, yanakları dişlenmekten morarmış, ağzı patlamış, gövdesi çizikler, ısırıklar içindeki yarı baygın kızın üstünden koparıp at(ar)... Ağlayarak kızı kucakl(ar)... Bir örtüye sar(ar) ve onun korkunç yüzüne baka baka, kızının ölümiinü kabulleni(r)" (s. 49). Erkekler mezarhğın önünü kesmiştir. Hoca, içindeki kini kusmayı sürdürür: "O mekruh karı buraya giremez" (s. 50). Kadınların artık umarı kalmamıştır. Yalnız selvinin oraya gömerler Hediye'yi. Ama erkekler dönüşte de yol keser: " Sizler de mekruhsunuz. Öldüğünüzde sizin de namazınız kılınmayacaktır. Mezarlıkta size yer yoktur." Hediye'nin anası, tokatlar gibi yanıtlar onları: " Zül sayarım sizlerle aynı yerde yatmayı. (...) Şahid'i evlatlıktan attım. Bugün iki evladımı kaybettim. Tanrım emanetini aldığında, ben de Mekruh Kadınlar Mezarlığı'nda yatmak isterim" (s. 54). Bu arada ananın bıraktığı, "bahçe girişinde nereye gideceği, ne yapacağı belirsiz" kalakalan tiyatoracı kız da ölmüş, o da yalnız selvinin altın gömülmüştür. Bız bütün bu olup bitenleri, "yetmiş yıldan uzun süren bir zaman sonra ölüm döşeğinde yatan "doksan yıl belki de daha fazla" yaşamış olan Ayşad Bahu'nun geriye dönüşlerle olayı anımsaması çerçevesinde öğreniriz. Torununa CUMHURİYET KİTAP SAYI 314 son arzusunu söyler ölüm döşeğindeki Ayşad: Hediye'nin yanına, yalnız selvinin altına gömün beni. Hediye'nin, anasının, zavallı tiyatoracı kızın yattığı mezarların yanına" (s. 52). "Mekruh Kadınlar Mezarlığı", iç içe kurulmuş, birden çok zaman tünelinde gelişen, Hediye, anası, Şahid, Ayşad. tiyatoracı kız vb. öy kü kişilerinin dra mıyla olayların iç içc örgülendirilip ilmeklendirildiği bir öykü. Işte ben, iç içe örgülenip ilmeklenmiş bu olaylar dizisi üzerinde durmak, bunlarla ilgili arkayan alanlar açmak istiyorum biraz da. Ozeti genişçe tutmamın nedeni bu! Önce "mekruh" kavramını ele alalım. Orhan Hançerlioğlu, "mekruh" kavramı için şu açılımı getiriyor: "Tanrıca yasaklanmamakla bera&er yapılmaması gereken... Arapça iğrenc anlamındadır (3). Peki, mekruh kadınların cenaze namazı kılınır mı kılınmaz mı? Hançerlioğlu, Mislim'in Umran'dan naklettiği şu hadisi aktarıyor: "Hz. Ömer, recmedılen bir kadının cenaze namazının kılınıp kılınmayacağını peygamberimizden sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: Ya Ömer, o öyle bir tövbe etti ki taksim olsa Mekke ve Medinelilere yeter" (4). Yani bırakın mekruh olanı, demek zina suçuyla reçmedilenlerin dahi cenaze namazı kılınıyor ve diğer bütün Müslümanlar gibi Müslüman mezarlığına gömülüyor onlar da. Ne var ki, öykünün, yaşanan, dış gerçekliği tam anlamıyla yansıtmayışında bir çelişki aranmamalı! Çünkü bağnazlığın, kör inanın nerede duracağını kim kestirebilir. 1930'da Menemen'de Kubilay'ın başını kesip kanını içen şeriatçı çapulcular, 63 yıl sonra bu kez Sıvas'ta aydınları yakmadılar mı diri diri? Demem şu: Şeriata kapı aralandı mı, bir koyu karanlık kuşatacaktır hemen çevrenizi. Böyle bir ortamda ise "Mekrun Kadınlar Mezarlığı"nda yer alan olaylar zinciri, yalnızca bir öykü gerçekliği olarak kalmaz, açıktan açığa toplumsaî bir gerçekliğe dönüşür kolayca. Üstelik bu, Müslüman toplumların eerçekliği değildir yalnız! Bu acımasızlığa, yobazlığın egemen olduğu tüm din ortamlarında rastlanabilir. Ortadoğu'daki Müsümanlar'dan başlayarak Museviler'e, Anadolu Müslümanları'na, Avrupa'daki Hıristiyanlar'a dek tüm toplumlarda pek çok örnek gsöterilebilir bu konuda. Kaldı ki Yunan, Italyan, tspanyol yazınlarında pek parlak örnekleri de vardır bunun. Zaten Ayla Kutlu'nun "Mekruh Kadınlar Mezarlığı"nda ele aldığı kadınların, Federico Garcia Lorca'nın kadınlarıyla şaşırtıcı benzerlikler göstermcsi bundan olmalı! Çünkü kadınların acıları ortak! Baönazlığın, kör inanın ilk saldırısı kadınlara, sonra da çocuklara yönelmiyor mu hep? Lorca'nın acılı, ağıtla kadınları nasıl da gerçektir oyunlarında! Işte Kutlu'nun öyküsünde, tiyatoracı kızın o içli sonu da bu yönde düşünmeye zorladı beni. Şu bizim tiyatro tarihimiz boyunca kimbilir ne hüzünler yaşanmış olmalı! Oyuncusuyla, seyircisiyle kadınlarımıza yönelik o yobaz baskısını yansıtan ipuçlarına değineyim istiyorum biraz da. Muhsin Ertuğrul, 9 Kasım 1918de şunlan yazmış: "Bir gün kalbinde temaşa aşkıyla sanat hevesinden başka bir sey bulunmayan hanımlarımızdan elbet bir cesuru çıkacak ve sahneye atılarak temsi le bilfiil iştirak ile senelerden beri kolumuzu, budumuzu kımıldatmayan taassubun nasıl sahte bir heyyula olduğunu ispat edecek." Bu yazısında şunu saptıyor Muhsin Ertuğrul: "Kadınsızlıktan tiyatromuz yok ve yine kadınsızlıktan tiyatro eserimiz yok" (5). Ama Muhsin Ertuğrul'un bu dileği kısa süre içinde gerçekleşecek, 1918 sonlarında Darülbedayi kadrosuna hanımlar da alınacak, bilindiği üzere 1920 yılınaa da ilk Müslüman Türk kadını Afife la!e, hem tiyatro, nem de tarih sahnesinde kadınımızın kimliğini vurgulayacaktır. Bir dayatmadır bu! Kurtuluş Savaşı sürecinin sonunaa Istanbul polisi, o eski tutuculuğunu yer yer sürdürürken ve "îstanbul'daki sanatçılar, bayan arkadaşlarının kavgasını verirken, Ankara'da, 'şanatkârlara, Gazi Paşa Hazretleri pek iltifatkâr davranmaktadır'" (6). Kaldı ki Atatürk'ün 29 Temmuz 1923'te Izmir'de 1. Kordon'da Sinema Palas Tiyatrosu'nda oyun izlediği.öte yandan Bedia Muvahhıt'ni kişiliğinde Türk kadınını tiyatro sanatına yönıendirici bir tutum sergilediği bilınen gerçekler. 1923'te turneye çıkan Darülbedayi Heyeti'nin, nerede olduğu da tartışılıyor o ara basında. Bana Şadi Bey'in, Vakit gazetesinde verdiği yanıt ilginç: "Ankara seyahati, sahnemizin en çok muhtaç olduğu Türk kadınına kavuşabilmesi imkânını da vermiştir ki bunu temâşâmızın terakkisi yolunda başlı basına bir hadise olarak kaydetmck icâb eder." Bu yanıtın altına Anadolu'da daha uzun süre kalacak olan topluluktaki oyunculann adları eklenir: "Heyet, Şâdi Bev'in idaresi altında, Vedia, Şenmın, Şehber, Aznif, Mina Hanımlarla, Nureddin Şefkati, Faik, Adil, Rıza, Kemal ve Yaşar Nezihe beğlerden tcrekküb etmektedir" (7). • Demek, kadınlarımız, bir yandan rahatça sahneye çıkabîliyor o tarihlerde, bir yandan Anadolu'yu dolaşabiliyor gönül rahatlığıyla. Anadolu Aydınlanması'nı bundan daha iyi gösteren kanıt olur mu hiç? Yeri gelmişken, sormadan geçmeyeyim. Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu'da dolaşan gezginci tiyatrolara yönelik araştırma yapıfmış mı acaba? Bunların başından geçen ilginç olaylar toplanabilmiş mi? Yalnızca oyunların yasaklanması değil sözünü ettiğim, örnekse rehin kalmalar, kadın sanatçılara yönelik saldırılar, sataşmalar, hatta açıktan açığa kadın sanatçı kaçırmalar... Anadolu lcökenli tiyatro öğrencileri, yörelerinde yayımlanmış olan 1928 sonrası gazeteleri tarayarak, ilginç tiyatro haberleri^ bilgiler derleyebilir diye düşünüyorum. Oğrencilerin katkısı, bu doğrultuda tezlere de yansıyabilir kuşkusuz. Yalnız kadın tiyatro sanatçıları mı sıkıntı çeken? Kadın seyirciler de pay alıyor yaşanan bu sıkıntıdan. Nitekim oyunculuk için yoğun kavga veren kadınlarımızın, tiyatrosinema seyircisi olarak da büyük savaşımlar verdiğini görüyoruz. Örnekse 14 Şubat 1908 tarihli Kadın Dergisi'ne mektup yazan Izmirli hanım okuyucu Ayşe tsmet, şunlan yazıyor m e k t u b u n d a : " G e ç e n hafta Izmir de hemşirelerimiz taarruza duçar olmuşlar ve Izmir'de binlerce kişi toplanarak Islâm kadınlarını cebren ve kahren tiyatroya gitmekten men eyledikleri haJde, zâbıta kuvvetleri ve hükümet memurları bu taassubkârâne harekete seyirci olmaktan başka bir şey yapmamıştır. Içtimai hayatımızın ıslahı, manevî terakkimizin temini için çalıştığımız bir zamanda böyle yürekler acısı bir vak'aya mı mâruz kalmahidik?" (8). Izmirli kadın seyirci, sonraki yıllarda da sürdürüyor bu kaygayı. Bu kez Ikiçeşmelik Caddesi'ndekı Ankara Sineması'nda yaşanıyor olay. Fuat Uzkınay'la birlikte "Binnaz" filminin görüntü yönetmenlerinden olan Cemil Filmer'in işlettiği sinemaya Atatürk geliyor. Yıl 1923 tür. "Atatürk'ün işleri yoğundur. Bir yandan Izmir'de ünlü 'Iktisat Kongresi'ni gerçekleştirme hazırlığı içindedır, öte yandan yoğun olan ülke/devlet, uluslararası sorunların çözümüyle uğraşmaktadır. Ama 'sanat' için yine de ayıracak zamanı vardır." Nitekim Cemil Filmer, Atatürk'ün, o günlerin en ünlü Şarlo fiJmi "Şarlo 1dama Mahkum"u izlediğini, çok da zevk aldığını aktarıyor. Filmer, o günü şöyle anlatıyor anılarında: "Doğru nazırlandığımız locaya gittik. Yakınlarımızın kızları, hanımlar falan vardı... (...) Daha sonra eğilerek alt salondaki seyircilere baktı, hepsi erkekti. Yine döndü ve: / Niçin aralarında kadın yok? dedi. / Ben: / Paşam, sadece salı günleri yalnız kadınlara bir matine yapıyoruz, dedim. Başka gün yasak. / Bunu duyunca yâverine: / Muzaffer, aşağıya in ve dışarıdaki kadınları içeri al, dedi. / Yaver gitti ve bir süre sonra sinemanın içi tıka basa kadın doldu. Türkiye'de ilk olarak orada, Ankara Sineması'nda kadınlarla erkekler ve Atatürk bir arada film seyrettüer" (9). Ne var ki son elli yıldır Anadolu Aydınlanması'na karşı yürütülen açıkkapalı saldırılar, Atatürk le başlayan o aydınlık günleri özlemle anmamıza yol açıyor bugün. Hele 12 Eylül sonrasında, üstelik Atatürk adı kullanılarak yürütülen sindirme, susturma, yıldırma politikası, aydınlanma düşmanlarının kımi köşe başlarını tutmalarına yol açtı göz göre göre. Nitekim on yıl önce artık gazetelerımiz, bu türde ilkellik örneklerine yer vermeye başlamıştı haberlerinde. Bunlardan birinde, hem de başlığın üzerinde şöyle yer almıştı haber: "Bu Çağda, Bu Kafa / HaremSelamlık / Yer: Kayseri'de bir tiyatro... Oyun: Abdülhamit... Düzenleyen: Hckimler Birliği... Ve erkekler salona, kadınlar balkona..." (10). Bütün bunlar dikkate alındığında, "Mekruh Kadtnlar Mezarlığı" daha da öne çıkıyor. Bu yanıyla tiyatro bölümü öğrencilerinin başucu kitabı olmalı derim "Mekruh Kadınlar mezarlığı". Ote yandan tiyatro bölümü öğrencileri, amatör tiyatro çevreleri, bir "okuma tiyatrosu" olarak da değerlendirebilirler öyküyü. Sonra Ayla Kutlu'nun hazır bulunacağı söyleşiler düzenleseler fena mı olur? Hele şeriatçıların tırmanışa geçişi, tiyatroya yönelik saldırıların yoğunlaştığı giinümüzde, özel bir önem vermek gerekmez mi buna? (Bu anlamda kadın derneklerine de görev düşüyor sanırım.) "Mekruh rCadınlar Mezarlığı", çok uzun yıllaretkisini sürdürecek bir öykü doğrusu. Öykü sanatımız adına büyük kazanım! Yalnız tiyatroya ilgi duyanların değil, öyküseverlerin de ellerinden bırakamayacağı bir yapıt. Bırakın öyküseverleri, öyküye burun kıvıranların bile ilgisiz kafamayacağı bir öykü demeti "Mekruh Kadınlar Mezarlığı"... • (1) Ayla Kutlu; " Mekruh Kadınlar Mezarlığı", Bilgi Yayınları, 1995, 268 s. (2) Bkz.: Cumhuriyet Dergi, s. 459, 8.1.1995 (3) Orhan Hançerlioğlu; "lslam Inançları Sözlüğü", Remzi Kitabcvi, 1984, s. 311 (4)Hancerlioglu, agy., s. 753 (5) Efdal Sevinçli: "Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Sinemadan Tiyatroya Muhsin Ertuğrul", Broy Yayınları, 1987, s. 81 (6) Sevinçli, agy., s. 67 (7) Sevinçli, agy., s. 7475 (8) ŞeBka Kurnaz; "Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (18391923)", MEB Yayınları, 1992, s. 125, dipnot 224 (9) Oğuz Makal; "Tarihin Penccrcsinden îzmir Sinemaları (19001930)", Ala Bilgi Kültür Yayını, s. 118 vd. (10) Milliyet, 10.12.1986 SAYFA 11 Seyirci olarak verilen savaşım