03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tevfik Çavdar dan "Türkiye'nin Demokrasi Tarihi" Türkiye'nin İstenmeyen' demokrasisinin tarihi Tevfik Çavdar'ın hazırlamış olduğu ve henüz birinci cildi elimizde olan "Türkiye'nin Demokrasi Tarihi" Tarık Zafer Tunaya ve îdris Küçükömer 'ekol'lerinin tam bir sentezi olarak kurulmuş. Çavdar, demokrasi tarihini bir toplumu kuşatan tüm toplumsal, tarihsel, siyasal gelişmelerin bir bileşkesi olarak algılamakta. Ayrıca gene demokrasi tarinimizin çok ihmal ettiği sol oluşumlar ve onların ardındaki devingen öğeler de bu anlayışın bir zorunlu sonucu olarak, Çavdar'ın incelemesinde yer almakta. HASAN BULENT KAHRAMAN mokrasisinin en güçlü olduöıı döncm diyc biliniyorsa ya da o yönetimin getircıi^i kurıımlarla, toplunıuıı belli bir dogrultuda güdümlenmesi demokratik bir açılım ola^ rak algılanıyorsa veya bu temelin örnegin sosyal demokrasi ıçin yeterli olacağı kabul ediliyorsa ortada aşılması zamaııa baglı ve fakat yogun çahşmaları gercksinen bir durum var demektir. Türkiye demokrasi tarihinin en yetkin çözümlemeleri ise örnejiin Tunaya'nın T ürkiye'nin demokrasi tarihinin henüz tam anlamıyla yazılamadığı söylenebilir. Bunu gcrçekleştirmeyi engelleyen bir dizi öğenin neler oldugu ise, dogrudan doğruya Türkiye'deki demokrasi olgusuyla, onun yapısal, kuramsal, kılgısal neuenleriyle iç içedir. Çok uzun yıllar boyunca tck parti yönetimı altında kalmış, tarihin belli bir görüngüden bakılarak yazıldığı, daha sonra da de mokrasinin yalnızca seçilmek ve parlamentodaki salt oy çokluğu olarak anlaşıldığı bir ülkede böylesi bir tarihi tüm gerçekliğiyle temellendirmek neredeyse olanaksızdır. Kaldı ki tarihin kendisi siyasetin meşrulaştırılma zcmini olarak görülmelidir. Bu yanıyla ele alıntnca da tarafsız bir tarih yazımının olamayacağı besbellidir. Türkiye'de köklü bir demokrasi tarihinin yazılamamasıntn ikinci ve belki de en önemli nedeni demokrasi kavramını, onu meydana getiren tüm boyutlarıyla, tüm açılımlarıyla bilmememizdir. Kuramsal düzeyde bakılınca da Türkçe'de demokrasiyle, onun özellikle liberalizmle olan ilişkisini yeterince dizgcselliğ'inin ardında yer alan liberal felsefeyi, o bütünü oluşturan metinlerle bilmedig'imiz gibi, ondan daha sonra ortaya çıkan sosyal demokraşinin ardındaki özellikleri de bilmeyiz. Özellikle Marksizmi ve ondan bir kopuş olarak siyasal alana doğmuş sosyal demokrasiyi temel öncülleri ve önermeleriyle kesinkes tanımadıgımız rahatlıkla öne sürülebilir. Bütün bu gerçeklerden ötürii, denebilir ki Türkiye'nin demokrasi tarihini nereden baslayarak yazabileceğimiz, tartışmaları nclcrin üstünde oturtacağımız konusunda ciddi bir sorun vardır. Demok rasi tarihi denilen olguyu yalnızca seçimler ve o seçiınleri belirleyen süreç olarak cle aldığımız takdirde bu yalnızca bir 'va kanüvislik' olacakttr. Anuç bunun ötesıne geeilmısı ve koşulların ve doğurdıığu sonuçlarm irdelenmcsi. taıtışılması ise o takdirde de yukarda deüindiğim nedenlerden ötürü cıddi bir darbogazda kalacağız demektir. Bir ülkede eger tek parti yönetinıi de lardır. Şimdi Tevfik Çavdar'ın hazırlamış oldugu ve hcnüz birinci cildini elimizde tuttugumuz kitap ise öyle görünüyor ki, Tunaya ve Küçükömer 'ekol'lerinin tam bir bireşimi olarak kurulmuştur. Çavdar, demokrasi tarihini bir toplumu kuşatan tüm toplumsal, tarihsel, siyasal gelişmelerin bir oileşkesi olarak algılamaktadır. Ayrıca gene demokrasi tarihimizin çok ihmal ettiği sol oluşumlar ve onların ardındaki devingen öğeler de bu anlayışın bir zorunlu sonucu olarak, Çavdar'ın incelemesinde yer almaktadır. Çavdar'ın temei çözümlemelerindc ve önermelerinde, az önce değindiğim gibi, bir yandan partiler tarihine, hatta partilerle birlikte ortaya çıkmış belli başlı siya çabaları, daha çok bir partiler tarihi biçimindedir. Çözümlemeye, yeni sorguIamalara vc bircşimlcrc dönük olarak Tunçay'ın çabaları anımsanabilir. Aynı şekilde, Kücükömer'in ve ardından gelen kuşağın değerlendirmcleri de DU doğrultudaki önemli kazanımlar arasındadır. Son dönemde ise Parla'nın 'resmi söylevi' her yönden kuşatan, sorunu anayasalar açısından olduğu kadar onların arka planına yerleşmiş bihne biçimleri yönünden de irdefeyen çalışmaları mutlaka anımsanmalıdır. Gene toplumsalla demokrasinin kesişimini farklı bir yorumsamacılıkla gözden geçiren lnsel, Belge bu alandaki birikimi belli bir noktaya taşımış sal örgütlenmelere dönük dikkatli bir çözümlemc söz konusu. Çavdar, 'resnıi tarih'in temel yaklaşımlannı çözümlemesindeki etkenlerden birisi olarak alıyor, bunu nesnelliğin do^al bir uzantısı olarak temellendiriyor, takat çalışmasının asıl ağırlık noktasını kendi yorumlarıyla kuruyor. Bu çerçeve içinae getirdiği, ama yeterince açmadığı, tarihi tartışırken yaptığı değerlendirmclerin içine gizlediği ana önermesi ilginçtir: Çavdar, Türkiye demokrasisinin bir aydınaskerbürokrasi sacayagına oturduöunu, bunun her türden toplumsaltarinsel, o arada da do£al olarak sınıfsal gelişmevi dışlayan bir başlangıç olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Böylesi bir başlangıç noktasından kalktığı için dedcmokrasinin daha sonraki duraklarında belli çevrelerce kesintiye uğratılması adeta 'doğallaştınlmış' olınaktadır. Çavdar'a göre 1908 öncesindc başlayan bu süreç, tortularını günümüzün siyasal anlayışında da, siyasal yapılanmasında da göstermektedir ve bu nedenle de yazar, Türkiye'nin demokrasiyi 'istemedigini' öne sürmektedir. Demokrasiyi istemek, Çavdar'a göre bir istençsorunu değildir. Herhalde Türkiye'nin Demokrasi Tarihi yazarı bu yaklaşımıyla ülkede ceçmişi yaklaşık yüzelli yılı bulan bu tarihin somut, nesnel ve sınıfsal temellere oturmadı^ını vurgulamaktadır. Böylesi bir de^erlendirmeyi yanlış saymak olanaksızdır. Gcrçekten de yalnız genel 'demokrasi', dolayısıyla da si yaset tarihi için değil, bu oluşumun çok farklı bir kökten güç alması gerekcn sol tarih içinde dc benzeri kısttlamaların bıılunduğu açıktır. Çavdar'ın kitabında, henüz ilk cildi olduğu için öteki ciltte bu yorumu yapıp yapmayacağını bilmiyorum, ama simdilikdeöerlendirmediğ'i nokta tam üa budur: Neden Türkiye böylesi bir düzeyde tıkanıp kalmıştır? Aslında Çavdar bu çözümlemeyi sınıfsallık merceğinden bakarak yapmaktadır. Yukarıda da değindiğim üzere, Türkiye'nin sınıfsal örgütlenmesiylc siyasal örgütlcnmesi, sınıf bilinciyle siyasal bilinci arasında ya bir kopukluK ya da Kiicükömer'in çok bilinen temel önermesiylc bir çelişki olduğuna değinmektedir. Fakat örneğin özellikle son yıllarda ortaya çıkmış modernizmin çözümlemeleri henüz ele alınmamaktadır. Duha açık söylemek gerekirse, içinden gecmekte olduğumuz ama çok yogun bir biçimde tartışılan mevcut siyaset modelinin, parlamenter sistem özde ikiyüz yıllık tarihi olan ve Fransız Devrimi'yle bugünkü kurumsal gövdesine kavuşınuş bir modernist yaklaşımdır. Bu anlavışa göre belli bir dizeksel (hiyerarşik) kanulle örgütlenmiş elit yukardan inme bir yaklaşımla toplumu dönüştürmc, bunu bir 'modernleştirıci proje' çerçevesi içinde yapma meşruiyetini elinde bulundurmaktadır. Türkiye'nin, bana kalırsa dün de bugün de yaşadığı, tıpkı Sovyetler Birliğı'nın yaşadığı ^ıbı ram da budur. Bu değerlendirmenin önemini yalnızca şimdi 'sonuııa gelindiğini' söylcycn vcni çözüınlemelere olanak vermcsindcaramak veterli olmaz. Icrsıne asıl önemli olan böylesi bir modelin sınıfsal yapıyla kur duğıı iliskidir. Türkiye'de, gerek lıtihai ve Terakki döneminde gereksc (lumhurıCUMHURİYET KİTAP SAYI 291 SAYFA 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle