Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
erirlec. Buzdolabında muhafaza etmek gerekir. Çıkardığınızda normal sıcaklıkta erimeleri mümkün. öykü: küçıik Iskender adı nereden geliyor?'küçük'ünözelbiranlamıvarmı? küçük İskendcr: Tarihi bir isim Onu senelerdir sorup dururlar. Biiyük Iskender'in oğlunun adı. Altı yaşındayken öldüriilmüş. Birçok anlama geldiği için çok seviyorum. Erotik çağrışımlan var, hüzün var, çocuksuluğu var. Bunların hepsi hoş şeyler. Ironik yanları var. Kalsın dedik öyle kaldı ve öyle de kalacak sanıyorum. Aysim: Şiirinizdeki sesten söz açsak... küçük Iskender: Neden ses? Özellikle Türk şiir geleneğine baktığımız zaman göçebe toplum olduğumuz için şiir yazılı değil. Sözlü edebiyat ağırlığı var. Ama ben buna dayanaraktan sesi önemsiyor değilim. Sesin demin sözünü ettiğim mcsajın ulaşması için çok güçlü bir yöntem olduğuna ve şiirin her şeyden önce müzik içermesi gerektiğine inancım olduğu için şiirin içinc sesi çok önemseyerek yerleştiriyorum. Sözcükleri çoğu kere bozuyorum, ona güre değiştirerek seçiyorum. Mesela şchir ve kent sözcükleri. tstanbul bana göre kent değildir, şehirdir. Kent olan lzmit'tir. Kent ses olarak soğuktur. Şehir daha sıcak bir sözcük. Seslerin içerikteki anlamı yönlendirmesi de var. Vıırgu anlamlannı bir yana bıraktığımız zaman, tamamen semantik yaklaşırsak sesin dışında sesin içerdiği bir anlamın daha olduğunu görürüz. Ç, Ş gibi vurgu gerektiren yerler var. Oyle süzcülder buimanız gerekir ki çoğu kere kJasik müzik parçası besteliyormuşcasına, gerekli sesleri vermek için, gerekli kreşandoları, yükseliş ve alçalışları yakalamak için sese yüklenmek gerekiyor. Bir şiirde D ve T sesi arasındaki uyumu sağlayamadığım için şiirin anlamını, içeriğini bir yana bırakıp sadece D ve T sesleri arasında sabahladığımı batırlıyorum. Ama sonuçta o şiir biter ve ben o şiiri okuduğum zamanhah olmuş derim. Bir heykcltıraşın heykeline baktığı zaman küçük çatlakları görmesi gibidir. Ses önemli. Neden önemli bizde hece ölçüsünün, aruz vezninin, doğu'nun getirdiği, yerleşmiş olan bir ahenk vardır. O ahengi ben de seviyorum şiirin içinde. Çokça o hırçın, kaba şeylerden sözetsem de bunları o müzikle yapmak oldukça key ifli geliyor bana. Öykü: Ya sözcük oyunları? küçük tskender: Onları neden yapıyorum? Birkaç nedeni var. Birincisi çocuksuluğumdan kaynaklanıyor. Tekerlemeyi çok seviyorum. Aynı zamanda argoyu çok sevdiğim için. Argonun içinde korkunç dil oyunları vardır. Tamamen sokak dili de değildir, sokaktaki insan o argoyu kullanmaz. O bir azınlık dilidir. Bügün belirli semtlerde belirli ınsanlar dışında kullanılmıyor neredeyse. Kakafoni denilen o kötü ses uyumu da sözcük oyunlarının içerdiği bir kavram. Ama dikkat ederseniz son zamanlarda sözcük oyunlarından uzaklaştım, çünkü sıkıldım ve arayışları sevdiğim için. O benim için arayıştı. Bir dönem çok yoğun bir şekilde sözcük oyunları, laf cambazlığı yaptım. Ama bugün laf cambazlığı yapamayacak ya da komik olamayacak kadar yorgun olduğumu hissediyorum. Artık daha hüzünlü, daha ürkütücü ve daha C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 0 organik kavramlarla uğraştığım için, sözcük oyunları değil de daha çok doku ya da ses benzerliği ta şıyan, birbiri içine geçmiş sayılan sö^ cükleri seviyorum. Şu an sözcük oyunları benim için bitmiş durumda. Aysim: Yorgunluktan söz et mek için daha çok genç değil misiniz? küçük Iskender: Bir demokrat yorgunluğu değil tabiikibu. Sonuçta çok şey bilmenin sıkıntısını yaşarsınızya. Çok şey bilmek, hiçbır şey bilmemekle bilmek arasındaki bocalavıştır. Gerçi ben hiçbir şeybilmemekisterdim. Hiçbir şey bilmeden sadece kendi kendime nesnelere koyduğum adlarla şiir yazmak isterdim. Yani tabak, kalem, aşk yerine başka sözcükler oluştur malıyım. Bir de gramer ekleyip kendi şiirimi yazabilmeliyim. Başkalannın ürettiği sözcüklerle, gramerle, başkalannın yaşadığı tarihle şiir yazmak özgünlük sayılabilir mi acaba? Bu tanışmaya açık bir şey. Bana ait olan su beden bile, benden önceki ataların taşıdığı genlerleoluşmuş bir şeydir. Bana ait olan pek bir şey yok. Sadece ruh var ki, o da bir mentalitedir. Mantaliteye genetiğin etki edip etmediğini bilemiyorum. Ama büyük bir olasılıkla ediyor. Yani özgünlüğe bakmak gerekiyor. Huzursuz edici bir şey. Saf şiirin olmadığı çoğu kere söylenir. Olumlu değildir yeryüzü. Yani, gökyüzü de olumlu değildir belki ama, işte o olumsuzu ne kadar olumlayabiliyoruz ürettiklerimizle ya da edamızla bunun üstünde durmak gerekiyor. öykü: özgünlüğü biraz daha açabilir misiniz? küçük tskender: KişinLn kendi dışında üretebildiği şeydir. Nedir? Mesela şiir o saflığı taşıyamıyor. Ama belki heykel yapmak bir özgünlük olabilir. Yani el sanatlarıyla uğraşmak özgünlüktür. Yoksa oluşturulmus olan bir kültürü sözcükleri, insanlan, tarihi, coğrafyayı alıp bundan bir şeyler çıkartmaya çalışmak pek özgünlükmüş gibigelmiyorbana. Aysim: Bir bakıma soyutlama mı? küçük tskender: Evet, soyutlama olarak alabiliriz. Yani kişinin kendi dışında oluşturduğu bir şey. Kendini katamadığı bir şey. Kendisi o olayın içine girdiği zaman o özgünlük ortadan kalkacak gibidir. Belki benim açıklamaktan kaçınacağım konuya geleceğiz, postmodernizm. Belki de özgünlük, demin açıkladığtm anlamda özgün olmayan, özgün olmak için mücadele etse bile özgünlüğü yapısı gereği reddeden bireylerin kolajı olabilir. Postmodernizm zaten bu sıkıntıyla ortaya çıkmış bir kavram. Bulamadılar çıkartacak akım, hadi son bir kez de postmodernizmi çıkartalım, dediler. Bir zorlamaymış, gibi geliyor. öykü: Anarşizm ılediğimizde aklınıza ne geliyor? Siz anarşist misiniz? küçük tskender: Anarşizm. bana göre başına buyrukluk. Ama ben anarşist değilim. tnsan, Türk, erkek de dcğUim. Bir hayvan gibi yaşamak ve yazmak istiyorum. "Bedenime verilmiş rüşvettir ruhum." Bedenimi ruhumla kuşatmışlar. Oysa ben ruhu da reddediyorum. Ama ben bir bedenim ve buna da kimse karışamaz.Bubirbaşkasının canını gereksiz yere yakmak değil. Ama gcrektiğinde rabii kiyakılır. Aysim: Olaylara reaksiyon gösteren, dünyayı olduğu gibi kabul etmeyen, hırçın diyebileceğimiz şiirin içinde aynı zamanda okuru birdenbire çarpan, beklenmedik bir romantizmdevar. küçük tskender: Romantik anarşist demelerinin nedenio. Şiiriniçindekiyıkıcthk noktasında duyguyu kullanıyorum, mantaliteye pek sık başvurmuyorum. Kişinin duygulanyla hareket etmesi gerektiğine inaruyorum. Bilimsel düşünmüyorum o konuda. Şiirin de bir biliın dalı olmadığı kesin. Kişi hissettiğiyle, algılanyla yazar. Algıların içine de duyular ve duygular karışacaktır. O noktada romantik olmak benim için kaçınılmaz. Çünkü sürekli aşk hali içindeyim. Bir bireye karşı değil sadece, bir doğa parçasına, bir nesneye, bir düşe, bir fanteziye, ürkütücü kavrama bile olabiliyor. Tutkun yaşamak bence hayatta kalabilmenin tek yolu. Vurgun yedikten sonra deniz yüzeyine çıkarken, her santimetrede denizden sağ mı ölü mü çıktığınızı kontrol etmek şiir yazmaktırbiryerde. öykü: Ya homoseksüelliğiniz? küçük Iskender: Benimki bir tercihti. Bir genetik bozukluktan gelmiyor. Estetik kaygılardan vola çıktım. Gençlik yıllarında okuduğum Antik Yunan diyalogları, arkasından okuduğum mitoloji, bunu takiben tıp, bende erkek kavramını yüceleştirdi. Bunu yaparken de kadın cinselliğini aşağılama yoluna gkmedim. Yüceleştirme nasıl oldu? Ben de bir erkeğim ve erkekleri seviyorum. Erkek kavramını daha da çözeceğim dedim. Gerek kendi cinseiliğimı, gerek toplum içinde özellikle Osmanlıkökenli Türk erkeklerinin ne noktaya geldiğini çözmeye uğraştım. Bu konuda gerçekten çalıştım. Gerekyabancıliteratürden, gerek Türkiye'de yayımlanmış yayınlardan, hem de pratik noktasında, kişileri heteroseksüel ilişkiden biseksüel noktaya kadar nusıl getirebiliriz, sorusunu araştırdım Ilişkilerimi böyle yaşamayı tercih ettim ve bundan hiç sıkıntı duymadım. Karşı cinsle de beraber oldum. Sonuçta eşcinsel olarak kalmayı tercih ettim. Aysim: Yeniden şiirinize dönersck, şiirin içinde sesten bahsederken klasik mıizik bestelemek gibi demiştiniz. Bir de resim var. Şiirlerde resim çiziliyor, boyanıyor, film haline dönüşüyor, yaşanmaya başlıyor... küçük Iskender: Ona resim demeyelim de şöyle girelim. Demin film dedin. Bir sinemakaresi.sinemafotoğrafıdiyelim.Bir birini takip eden karelerde, yani sözcüklerde küçük kıpırtılar oluşuveriyor. Siz sözcükleri okuduğunuz zaman tıpkı görüntünün harekete geçmesi gibi şiirin içinde sözcükler de farklı bir tanım kazanıyor. Bir anda bütünlük oluşuyor. Sözcük, gerçek sözcük anlamını yitiriyor. Kural tanımamazlık burda giriyor. Sözcüğü ben tanımlamış oluyorum. Sincma benim hayatımdakienönemli öğeleıden biri. Çok seviyorum. Yarın bir gün intihar etmezsem ya da kafama bir şey düşüp de ölmezsem film çekmek isterim. Bu düşlerim, fantezilerim ister istemez şiirde ön plana çıkıyor.Bunun altında yatan, görselliği ön plana çıkaran şey şiirlerde dramatik bir yapının olması. Benim gibi imgesel şiir yazan birşairseniz, şiir, kısa metrajlı filmmişcesine gözünüzde canlanıyor. Ve resimdeki renkleri belki bu noktada birebir örtüşen, psikolojik tanımlamalarıyla şiirin içine giren kavramlar olarak alabiliısiniz. Bizim filmlerimiz daima siyah beyaz olur. Renkler kendi içlerinde sadece o sahnelere taşıdıkları psikolojik anlamlarla yansıyabiliyorlar. Bu noktada görsellikten söz etmek mümkün. Bunu bilerek yaptığımı söyleyebilirim. öykü: Şiirinizeyerlf şmiş müzik, ağırlıklıolarakcazveblues, değil mi? küçük tskender: Biraz popcaz, çokça blues. Neden? Azınlık müziği olmasının yani sıra benim gözümün önünde Boris Vian'ı canlandırır. Çanım isterdi ki, çok hüzünlendiğim zaman evimin terasuıa çıkayım, gece olsun, şehir şıkır şıkır ayaklarımın altında olsun ve ben saksofonumu çıkartıp gece boyunca, o terasta saksofon çalabileyim. Belki o zaman biraz rahatlardım. Hep gözümün önüne bu görüntüler geliyor. Zaten yaşadığım her an bey nimde olan görüntüler, yaşamabiçimlcri. Heryazdığımla bu saksofon sesi, gerek coşkusuyla, gerek hüznüyle, gerek hüznün getirdiği coşkuyla bir döngü içinde. O döngü gitgide bir girdaba dönüşebiliyor ve içine birçok kavramı alıp sürükleyebiliyor. O yüzden caz ve blues. I Iayat zaten doğaçlama değil mi? Keşke tamamını doğaçlama şeklinde yasayabilsek. Öykü: Son olarak, neden bazı insanlara karşıçok hırçınsınız şiirlerinizde? küçük tskender: Insanlar güzel laftan anlamıyorlarsa, ben kabalıktan yanayun. Tam sözlük anlamında olmasa da, insanları artık sevmiyorum biraz da bu yüzden. Bunakendimdedahilim. • S AY F A 9