05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

küleri bitirecek gücü bulamadım kendimde. Nedenini şimdi anlıyorum: kısa bir öykü yazarken harcanan çaba, bir romana başlarkenki çabayla aynıderecede yoğun oluyor. Romanın ilk paragrafında her şeyi tanımlamak gerekiyor: yapıyı, tonu, üslubu, tempoyu, uzunluğu, hatta bazen herhangi bir kışinin karakterinı. Artık geri kalanı insanın akla gelebilecek en mahrem, en tek kişilik zevki olan yazı yazma zevkidir ve insan, ömrünün geri kalanını yazdığı kitabı düzeltmekle geçiriyorsa, yazmaya başlamak için şart olan aynı demir gibi irade, onu bitirmek için de gereldidir de ondan. Oysa öykünün ne başı vardır, ne de sonu: kıvamını bulur ya da bulmaz. Bulmazsa, insanın hem kendi deneyimi, hem de başkalarının deneyimleri, çoğu kez onu çöp sepetine atıp başka bir yoldan yeniden başlamasının en sağlıklı çare otduğunu öğretir ona. Kim olduğunu anımsayamadığım biri, bir teseUi cümlesiyle ne de güzel söylemişti: "1yi bir yazar, yayımladıldanndan çok, yırtıp attıklanyla değerlendirilir". Taslaklarla notları elbette yırtıp atmadım, anıa daha beterini yaptım; onları unuttum gitti. O defterin, 1978 yılına kadar, bir kâğıt fırtınası içinde boğulup gitmiş bir halde Meksika'daki yazı masamın üzerinde durduğunu hatırlıyorum. Günlerden bir gün, başka bir şey ararken, onu bir süredir gözden kaybettiğimin farkına vardım. Oralı olmadım. Ama gerçekten masanın üzerinde olmadığı kanısına varınca paniğe kapıldım. Evin içinde aranmadık yer kalmadı. Mobilyaları kaldırdık, kitapların arkasına düşmediğinden emin olmak için kitaplığı söktük ve hizmetkârlarla dostları bağışlanamaz sorgulamalardan geçirdik. Izibile yoktu. Bunun tek açıklaması yoksa akla en yatkın olanı mı?, sık sık yaptığım onca kâğıt imhası sırasında defterin çöp tenekesine atılmış olmasıydı. Ne olur ne olmaz diye.1979 yılında, Kırmızı Pazartesıyt başladığım sıralarda, iki kitap arasındaki duraklamalarda yazı yazma alışkanlığımı kaybettiğimi ve yeniden başlamamn her defasında bana daha zor geldiğini anladım. Bu yüzden de, hazır elim ısınmışken disiplinimi kaybetmeyeyim diye, 1980 Ekimiyle 1984 Martı arasında, çeşitli ülkelerin gazetelerine haftalık yazılar yazmaya koyuldum. İşte o zaman, defterdeki notlarla ilgili kavgamın bir edebî tür sorunu olduğu ve aslında öykü değil, gazete haberi olmaları gerektiği fikrine kapıldım. Defterden aldığım beş haberi yayımladıktan sonradır ki yeniden fikir değiştirdim: sinema için daha uygundular. Beş filmle bir televizyon serisi böyle yapıldı işte. Gösterdiğim tepkiye kendim de şaşOnceden hiç aklıma gelmemiş olan tım: neredeyse dört yıl boyunca unutmuş olduğum konular, benim için bir bir şey varsa o da, basın ve sinema çaonur sorununa döaüşmüştü. Onları lışmalarının, öyküler hakkındaki bazı ne pahasına olursa olsun geri kazan fikirlerimi değiştirecek olmasıydı, o mak için yeniden yazmak gibi zorlu bir derece ki, şimdi onları son biçimiyle çalışmaya girişerek, otuz tanesinin kaleme alırken, kendi fikirlerimi, senotlarını yeni baştan oluşturmayı ba naryoların yazılması sırasında yönetşardım. Konuları anımsama çabasının menlerin bana verdikleri fikirlerden başlı başına bir arındırma yerine geç cımbızla tek tek ayırmaya özen göstermesiyle, bana kurtarılamayacak gibi mek zorunda kaldım. Üstelik, beş ayrı görünenleri acımasızca safdışı bırak yaratıcıyla aynı anda çalışmak, öykülemıştım ve böylece on sekiz taneye in ri yazmak için bambaşka bir yöntem mişti. Bu kez onları hiç ara vermeden getirmişti aklıma: boş vaktim olduyazmayı sürdurme azmi bana güç veri ğunda bir tanesine başlıyor, kendimi yordu, ama çok geçmeden onlara olan yorgun hissettiğimde, ya da beklenmehevesimi kaybettiğimin farkına var dik herhangi bir proje çıktığında bir dım. Yine de, yeni yazarlara her za kenara bırakıyordum, sonra da bir man verdiğim öğüdün tersıne, onları başkasına başlıyordum. Bir yıldan biçöpe atmayıp yeniden rafa kaldırdım. raz uzun bir sürede, on sekiz konunun K l t A P SAYI 190 altısı kâğıt sepetine gitmişti, kendi cenazemle ilgili olanı da onların arasındaydı, çünkü rüyadaki gibi bir eğlence havasını vermeyi bir türlü becerememiştim. Buna karşın, geri kalan öyküler, uzun bir yaşam için soluk almaya baslargibiydiler. İşte onlar, bu kitaptaki on iki öykü. îki yıl daha kesintilerle süren bir çalışmadan sonra geçen eylülde baskıya hazır haldeydiler. Ve böylece, son dakikada son bir kuşku içimi kemirmiş olmasaydı, çöp kutusuna gide gele yılan hikâyesine dönen bu bitmek bilmez gezicilikleri sona ermiş olabilirdi. öykülerin geçtiği çeşitli Avrupa kentlerini aklımdan ve uzaktan betimlemiş olduğumdan, neredeyse yirmi yıl sonra anılarımın doğruluğunu kanıtlamak isteyerek, Barselona, Cenevre, Roma ve Paris'e kısa bir keşif gezisine çıktım. Bunların hiçbirinin artık anılarımla bir ilgisi kalmamıştı. Bugünkü Avrupa'nm her yerinde oldıığu gibi hepsi de, şaşırtıcı bir yatırımla bir garip olmuşlardı: gerçek anılar, belleğin hayaletleri gibi görünüyorlardı bana, sahte olanlar ise gerçekleri bozacak kadar inandırıcıydılar. O kadar ki, hayal kırıklığıyla nostalji arasındaki çizgiyi ayırt etmek olanaksızdı benim için. Bu da son çözüm biçimi oldu. Çünkü kitabı bitirmek için bana asıl neyin gerektiğini sonunda bulmuştum: zaman içinde oluşacak bir perspektifi, ancak yılların akışı verebilirdi bana. ü mutlu yolculuktan dönüşte, öykü lerin hepsini hummalı bir sekiz ay içinde yeni baştan yazdım ve bu süre içinde gerçek yaşamın nerede bitip hayal gücünün nerede başladığım kendi kendime sorma gereğinı duymadım, çünkü yirmi yıl önce Avrupa'da yaşananların hiçbirinin belki de doğru olmadığı kuşkusu yardımcı oluyordubana. O zaman yazı yazmam öylesine akıcı bir hal almıştı ki, sırf anlatma zevki için yazdığımı hissediyordum ara sıra, belki de insanda 1 'levitasyon'a en çok benzeyen ruhsal durum buydu. Dahası, öykülerin hepsinin bırden üzerinde çalışmak ve birinden öbürüne özgürce atlamak sayesinde, daha önceki başlayışların verdiği bıkkınlıktan beni kurtaran, yararsız fazlalıkları ve tehlikeli çelişkileri yok etmeme yardımcı olan panoramik bir görüş elde etmiştim. Böylece, hep yazmak istediğim öykü kitabına en yakın olanı yazmayı başardığımı sanıyorum. Belirsizliğin getirdiği aksilikleri aşabilmek için savaşun vererek oradan oraya onca gidip geldikten sonra sofraya konmaya hazır işte. Ük ikisi dışında, öykülerin hepsi aynı anda bitirildi ve hepsinin üzerinde başladığım tarih var. Bu kitapta yer aldıkları sıra, not defterindeki sıranın eşi. Bir öykünün her bir yazılışırun, bir öncekinden daha iyi olduğuna inanmışımdır hep. O halde hangisinin en sonuncusu olması gerektiğini nereden bileceğiz? Zekânm yasalarına değil, içgüdülerin büyüsüne kulak veren bir meslek sırrı bu; tıpkı çorbanın ne zaman hazır olduğunu bilen aşçı gibi. Yine de, ne olur ne olmaz diye, onları bir daha okumayacağım, kitaplarımın hiçbirini pişman olma korkusuyla asla bir daha okumadığım gibi. Onları okuyacak olanlar, onlarla ne yapılacağını bilirler. Neyse ki kâğıt sepetine atılmak, bu On İki Geziciöyku için yuvaşa dönüşün ferahlığı gibi olacaktır herhalde. • Cartagenadelndıas, Nısan 1992 Türkçesi dnciK. VT 1 Levttasyon (Çfv ) Iraüe gucuyie hsvadf vükadme yetencftı C U M H U R İ Y E T SAYFA 13
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle