Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Engin Geçtan'la yazı, kitaplar, okurlar ve varoluşçuluğa dair 'Varoluşçu takılınmaz' Engin Geçtan, varoluşçuluğu varoluşçu psikiyatri ile karıştırmamak gerektiğini söylüyor. o AKOI t s V 1 YANKI VAZ8AN Varoluş ve Psikiyatri piyasaya çıktığında, Engin Geçtan'ı artık hakkında bir şeyler söylemesi için © ikna etmeye karar verdim. Varoluş ve Psikiyatri yazarın eiderek daha özgünleşen çizgisinin dördüncü kitabıydı ve doğrudan yaratıcılığa iliş« kin bölümler içeriyordu. Engin Geçtan'la yazı, kitaplar, okurlar ve varoluşçuluğa ilişkin söyleşimiz bittiğinde; yazma eylemi hakkındaki görüşlerine ek bir sürü beklemediğim ayrıntıyı sunmuştu. Engin bey, pek çok mcslektaşınızın yapmadığı bir şeyi gerçekleştiriyorsunuz: Kitap yazmak. "Çağdaş Yaşam" ile başlayan bu süreç, nasıl ve neden başlamıştı, merak ediyorum doğrusu. Kitaplarımın hiçbirini, bir ürün ortaya çıkarmam "gerektiğini" düşünürek yazmadım. Önce iyi belirlenmemiş bir yazma isteği ya da dürtüsü, daha sonra, ne yazmak istediğimin giderek biçimlenmesi ve sonunda yazma eylemi. Yani önceden kendime ısmarlamadan yazdım. Ama sonradan, neden yazmış olduğuma ilişkin bazı gerekçeler ürettim tabii. Çünkü herkes gibi ben de buna koşullanmışım. Her davranışın bir amacı olduğunu kabul ediyorum, ama amaçlarımızı tanımlayabilmek her zaman mümkün olmuyor. Kendimizi zorladığımızda bulduğumuz nedenler ise bir tahmin olmaktan Öte anlam taşımayabiliyor. Bu dört kitabın yazılışı da öyle. Bu soruyu ben de kendime sordum zaman zaman. Ama neden yazdığımı bildiğimi sanmıyorum! "Çağdaş Yaşam" ve "Psikanaliz ve Sonrası" didaktik yönleri daha ağırlıklı ve birikiminizi nesnel bir biçimde dile getiren kitaplar olduğu halde, üçüncü kitabınız "İnsan Olmak" insan davranışlanna ilişkin kişisel sentezinizi yansıtıyor. Bu farklılık sizce de var mı? Nedenleri ne olabilir? İlk iki kitabımı yazarken akademik ortamın tutucu sayılabilecek kalıplarının dışına çıkmaktan kaçınmış olduğumun ben de farkındayım. Kısmen, kitap yazmayı daha önce hiç denememiş olmamdan ötürü yaşadığım çekingenliğe karşı koruyucu bir yapıya sığınmak istemekten, kısmen de kişisel sentezimin henüz gereğince oluşmamıs olduğuna inanmış olmamdan kaynaklandı bu. Bugün de dönüp geriye baktığımda, temkinli davranmış olmamı o zamanki gerçeğımin doğal bir gereği olarak görüyorum. Yine de özellikle "Çağdaş Yasam"da, akademik kalıpların dışına biraz olsun çıkabilmiş olduğumu sanıyorum. Yoksa meslek dışı okuyucu tarâfından böylesi bir kabul göremezdi diye düşünüyorum. "İnsan Olmak" kitabının ise farklı bir öyküsü var. Kalıpların dışına çıkmaya çalışarak yazmayı deneme isteği ni belli belirsiz fark etmeye başladığım birdönem yaşamaktayken 198182 kışında bir gün Ankara'da çalıştığım üniversite biriminin kapısından girerken birinin benimle görüşmek için beklediğini söylediler. İddiasız tavırları bir çift zeki gözle kontrast oluşturan orta yaşlı bir adamla karşılaştım. İstanbul'dan geldiğini, iki kitabımı da okumuş olduğunu ve benimle kısa bir süCUMHURİYET KİTAP: SAYI 23 re için de olsa konuşmak istediğini söyledi. Böylesi talepleri genellikle karşılayamıyorum, ama o onda vaktim vardı. Kısa ziyareti sırasında bana özetle şu mesajı verdi: "Önceki kitaplarınızı daha çok meslek çevreleri için yazdığınız anlaşılıyor, ama bizim için de yazmalısınız!" Ve bu isteğini yürekten ve ikna edici bir biçimde dile getirdi. İstanbul'un eski semtlerinden birinde yaşayan, sanırım emekli bir memurdu. Yazarhk "stiliniz"i tarif etmeniz mümkün mü? Daha başka bir deyişle, yazma eylcminizin ayırdedici özelliklerinden söz etseniz? Şu ana kadar konuştuklarımız içinde yazma eylemimi biraz olsun anlatmış olduğumu sanıyorum. Ama "yazar" sıfatına, doiayısıyla "stil" sözcüğüne itirazım olabilir. Çünkü kendimi yazar addedmiyorum. Üç yıl önce IstanbuPda tcnha bir otobüse binmiştim. Otobüsün arka tarafında üniversite öğrencisi görünümlü bir grup genç vaftlı. İçlerinden birı beni görünce "A!.. İnsan Olmak'ın yazan bindi" diye haykırdı birden. Utandığımı hatırlıyorum, yazar sözcüğünden ötürü. O sıfatı oana ait değilmişçesine yaşadım. Bana göre yazar, yaratıcı yazardır. Jung'un deyimiyle "arketipsel imajların kişisel yoldan anlatımı"nı gerçekleştirebilen kiji. Ya da psikanalitik terminolojiyle, zihindeki "Birincil süreçleri ikincil sürcçlere dönüş "Varoluf ve Psikiyatri" birbirinden farklı, ama bana göre birbirini tamamlayıcı iki ayn bölümden oluşuyor. İlkinde psikiyatriye bakış açımı ve uygulamadaki yaklaşımımı olabildiğince öznel bir dille anlatmaya ve bu arada varoluşçu psikiyatriyi tanıtmaya çalıştım. İkinci bölümde, "Anlamsızlık", "Kollektif Narsisizm", "Yaşam ve ö l ü m " gibi başlıklar var. Örnek olay tabii Türk toplumu. Bu kitabın diğerlerinden farklılığı, yazjlırkenki tutumumdan kaynaklandı bence. Önceki kitaplarımı, önce ana çizgilerıni belirleyerek yazmıştım. Tabii yazılma süreci içinde bu çerçeve bazı değişikliklere uğradı, ama esasta aynı kaldı. "Varoluş ve Psikiyatri"yi yazarken böyle bir şey söz konusu olmadı ve bir paragraf sonra neler yazacağımı bilmeksizin öylece özgür bırakabildim kendimi. Bunu tekstin içeriğindeki zigzaglardan da fark etmek mümkün. Buna racmen içeriğin, en azından bana göre tutarsız olmamasıbenim için biraz şaşırtıcı oldu. Yani kitap, içeriğinin bir uygulaması oldu sanki. O zaman son kitaba biraz daha yaklaşalım. "Varoluşçuluk" sizin açısından ne gibi anlamlar ifade ediyor? Birkaç yıl öncesine kadar, mesleki yaklaşımımı "varoluşçu psikiyatri" olarak nitelendirmemekte direndim. Çünkü emin değildim. Üstelik böylesi etiketlemeler yanlış yorumlamalara neden olabiliyor. Geçen yıl bir grup çalışmasında felsefi görünümlü bir kavram ortaya atılarak bunun çevresinde çağrışımlar yapıldığını ve bu çalışmanın varoluşçu psikiyatri kapsamında değerlendirildiğini duydum, tabii bana iletilen bilgi gerçeği yansıtıyorsa. İnsanın var oluşu ya da yaşamın anlamı üzeri türmeksizin, ama ikincil süreçler tarâfından anlaşılabilecek bir biçimde" dile getirebilen kişi. (Bunlardan son kitabımda biraz söz ettim zaten.) Ben ise klinik deneyimlerinden edindiğim kişisel izlenimleri ve oluşturduğum sentezleri, bilimsel sayılabilecek bir temel üzerinde sunmaya çalışıyorum okuyucuma. Yazdıklarım arketipsel imajlardan ya da birincil süreçlerden kaynaklanmıyor; doğrudan ikincil süreç ürünleri olarak ortaya çıkıyor. Zaten mesleki kimliğimi bir "klinisyen" olarak algıladım başından beri. Üniversitede ders vermek ve alanımla ilgili yazılar yazmak ise onun türevleri. Şu anda benimle bir yazar olarak konuşmakta olmanız da yadırgatıcı bir yaşantı benim için. Ama hoşuma da gidiyor. Bugünlerde yayımlanan son kitabınız "Varoluş ve Psikiyatri" içerik ve tarzınız açısından, diğer kitaplarınıza göre "sizce" farklılıklar taşıyor mu? Taşıyorsa bu farklılıklar neler? Farklılığı yayıncım da fark etmiş olacak ki benim de onayımi alarak, bu kitabın kapağına adımı akademik titrim olmadan koymayı daha uygun buldu. Daha doğrusu, yapabilmeyi isteyip de yapamadığımı benim adıma yapmış oldu. Böylece, akademik kalıpların koruyucu şemsiyesinden yoksun ve çıplak, ama özgür kılındım bu kez. Umarım bunu hak etmişimdir. ne düşünce üretmekle varoluşçu psikiyatri arasında ilişki göremiyorum. Son yıllarda bir sözcük türetildi, özellikle genç kesim arasında oldukça yaygın kullanılan: "takılmak." Bu sözcüğü kullanarak ifade edersem, insan şu ya da bu takılabilir, ama varoluşçu takılınamaz. Üstelik, bir düşünce biçimi olarak varoluşçuluğu, varoluşçu psikiyatri ile karıştırmamak gerekir. Örneğin, varoluşçuluk denilince ülkemizde çoğu insanın aklına Sartre geliyor. Ama ben, varoluşçu psikiyatri ile Sartrc arasında doğrudan bir bağ kuramıyorum. Varoluşçu psikiyatri, Heidegger'in ontolojisi ve Husserl'in fenomenolojisinin psikanalitik tedavi süreçlerine uyarlanmasını tanımlar. Psikanalitik ya da benzeri bir temel üzerinde hareket etmeksizin sürdürülen bazı uygulamaların varolujçu psikiyatri kapsamında değerlenairilmesine de karşıyım. Bunu yapan zaten birkaç Amerikalı, ama bazı insanları ucuzluğa yöneltmeyi başarabiliyorlar. Öte yandan, düşünerek bilim üretme günleri artık giderek geride kaldığı için, varoluşçu psikiyatri gelecekte psikanalitik kuram yerine nörobıyoloji temelı üzerinde fenomenleri anlamaya çalışacak diye düşünüyorum. Galiba ben o yöne doğru "kıpırdamaya" başladım. Kendi konum değil ama bana öyle geliyor ki varoluşçu düşünce de kendisini nörofilozofiye uyarlama durumunda kalacak zamanla. D S A Y F A 11