Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Zeyyat Selimoğlu'nun "Aramızdaydı O Gün" adlı kitabı yayımlandı Ölüm için bir gülümseyiş Aramızdaydı O Gün / Zeyyat Selimoğlu / Can Yayınları / 156 s. 7.000 TL. / Kod No: 021.370 Ölümden alayla hiç değilse bıyıkaltından gülerek söz etmek zordur. Hele bir öyküde. Zeyyat Selimoğlu, Aramızdaydı O Gün adlı öyküsünde bunu yapıyor: Doktorların iyileşmesine olanak bulunmadığını söyledikleri delikanh ve tedavi için gerekli şoku sağlayan azrailı karşı karşıya getiriyor. Once ölümün soğuğunu duyuruyor okura: "Artık aramızdaydı, hiç kuşku yoktu. Yoksa gün ortasında birden üstümüze çöken, hepimizi içine alan bu garip, tekinsiz karanlığın anlamı neydi? Alçalan bulutların? Sise pusa gömülen denizin? Karşı kıyılar neden ölgünleşip göze görünmez olmuştu, neden dünyadan uzaklaşmış? Çepeçevre dört bir yanımız yapış yapıştı. Neden? Sis perdesi altındaki denizin üzerine inmiş martıların kanatları buz tutmuştu, uçamıyorlardı. İlerlemekte olan tek bir tekne bile yoktu". Sonra kalabalık içinde ölümcül hasta olanı gösteriyor: "İnce uzun ve şimdiden hafiften yana kaykılmış Sotiri'yi! Kamburu çıkmıştı. Dere kenarında duran halsiz eğri bir kamış! Rüzgâr yoktu vc Sotiri bu yüzden ayaktaydı, bu yüzden ayakta kalabiliyordu." Sonra mı? Sonra azrail, ölümcül hastaya iyileşmenin yolunu gösteriyor. Sırtından denize itiyor. Sotiri iyileşecek, anık yaz kış denize girecektir. İnce bir alay ve ölüm. Bence Zeyyat Selimoğlu'nun yeni öykü kitabını oluşturan tüm öykülerde bu ikili, kol geziyor. Selimoğlu'nun anlattıklarında hep "bıyıkaltından gülme" havası var: Marmara'nın balıksız kalışı, çocuksuz bir orta yaşlı erkeğin kargayla dostluğu, müşterisiz kalmış bir terzinin arada uğrayanların hırsızlıklarına göz yumuşu, çok sevilmiş bir güzelin yaşlanıp karikatürleşmesi.. İnce bir alay ya da hesaplı bir alaycılık (şu houmor sözcüğüne alışamadım) Selimoğlu'nun öyküsünde hep vardı bence. Altı çizilmemişti. Bir adım ötesinin "melodram" bir adım gerisininse kahkaha olduğu durumları seçerek bu kez alaycılığının altını çiziyor Selimoğlu. Hem de bu çizgi için ölümü kullanıyor. Bir lodos fırtınasıyla yerle bir olmuş bir küçük manastır, bahçesinde yaşanmış şenlikler, çoktan yaşlanmış ya da ölmüş bir sevgilinin anısı, günümüzün moda duygusu "nostalji"ye düşülmeden anlatılıyorsa içerdiği alaycılıktan. Ama gülünç bir durum kahkahaya bir adım kala donup kalıyorsa o da öykülerdeki ölüm duygusundan. Ölüm, geçici bir figür olarak değil, görünümün bir parçası olarak yer alıyor. Bazan da kemiği yaratan öğe olarak. Yoksa yakın tarihimızın "deniz faciası", Ketah gemisinin batırılışı bu kadar yansız ve yalın nasıl anlatılabilir? (s.6670). Selimoğlu, hep deniz ve denizci öyküleri anlatıcısı olarak tanınır. Öykücülüğümüzde az işlenen bir konuya eğilmesi, onun üslubundaki gizli mizahı gözden kaçırmıştır bence. Anlattığı kişilerin, Karadenizlilerin alaycılığından doğduğu sanılmıştır belki dc. Bu kez bir cinayeti, yarı polisiye bir açıyla anlatırken, değişen Beyoğlunu çizerken, Heybeliada'nın tarihsel ve güncel portresini yansıtırken görüyorsunuz onu. İster istemez anlattığı kadar anlatışının da biçimini fark ediyorsunuz. Aramızdaydı O Gun'deki öykülerden biri, Selimoğlu'nun o durgun alaycılığının ve neşeli ölüm duygusunun doruğa çıkışına tanıklık edıyor: Kişnemeler. İki başıboş tayin, bahçıvanın olgun kısrağı karşısında heyecanlanmalan, bu heyecanı kişnemelerle dile jetirmeİeri. Bahçıvanın ve bekçinin aşk ve gençlik üstüne konuşmaları. Aşksız, serüvensiz geçmiş bir gençlik için iç çekişler. Kişnemeler böyle özetlenebilir. Her iyi öykücü bu konuyu yazabilir. Ya gülümsersiniz ya hüzünlenirsiniz. Selimoğlu bu kısacık öyküye başka bir açı getiriyor, ünlü filmlerden sahneler. Ve bir anda "Robert Redford ile Paul Newman, yaşlılığa bir adım kalmış Mae West'e ıslık çalıyorlar, pardon kişniyorlar. Selimoğlu'nun durgun bir mizahı var. Günümüzde gereken belki de budur. D K İ T A P T A N B İ R B Ö L Ü M BirAdaSoyunuyor "Ne yapacaksın? Eski müşteriler hep, hatır var, gideceksin. Ben de gidıyorum. Ama mezarlıkta mıyım, o zaman bulamıyorlar beni. Ee, mezarlık başka bir dünyadır beyim, ne kanalı var ne de tıkanması. Bir şey öğrendim beyim: Ölüler gözü tok, karnı tok ınsanJardır. Ne bir şey ıster, ne de bir şey yerler. Canlı insandaki bozukluklar hep aynı şeyden çıkıyor: Bir şeyler istemekten ve bir şeyler yemekten. Herkes kapısının önüne çıkardığı çöpü bir göz önüne getirsin yeter. İnsan yarım kalmış bir yaratıktır. Tamamlanamamış. Yediğinı bile tam yiyemiyor. Hayvan öyle mi beyim? Hayvan çöp çıkarır mı? Mezarlıkta çalışırken bunları düşündüm. İnsan ölünce tamamlanıyor. Ama tam tamamlanmış, o zaman da ölü diyorlar adama. İnsan yaşarken yarım kalmıştır beyim, bilmem yanlış mı düşünüyorum? Mezarlıkta çalıştım mı beyim, hani nasıl diyorsun, mutluluk duyuyorum. Patırtısız, kavgasız, gürültüsüz bir dünya ölüm dediğin, insanların aklını başına getiriyor, yani, ölmüş insanların! Mezarlıktaki barış havasını başka hiçbir yerde bulamazsın. Barış gücü diyorlar ya, işte asıl barış gücü orada. Yalnız biri var ki mezarhktan çalışmadan hiç hoşnut değil. Bizim madam... Evdt n içcri girdim girmedim, doğru banyoya, neymiş, yıkanacakmışım. Diyor ki: "Vre Yorgo, mezarlık kokuyorsun, senı böyle yatağıma almam, ama yıkanırsan o başka!" Tuhaf bir şey var beyim, neyin nesi(' anlayamadım. Nedendir diye sorma, belki cevap veremem, belkı doğrusunu ben de bılemem. Ama ben mezarlıktan döndüm mü, vücudumun her bir iştahı ayaklanıyor beyim, bütün duygularımın canlandığını duyuyorum. Bütün vücudumun, bütün organlanm dört elle yaşamaya sarılıyor. Doymak bilmez bir canavar uyanıyor içimde beyim. İnce bir alay ve ölüm. Zeyyat Selımotyu'nun yeni kitabını oluşturan öykülerde bu ıkı öğe egemen. (Fotoğraf. Cengız Cıva) CUMHURİYET KİTAP SAYI 17 S A Y F A 2 } v