06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9. İSTANBUL KİTAP FUARI K O N U K Y A Z A R N A D O L N Y Öğretmenlikten ayrılıp sıncmaya geçtim. Büyüklük tutkularımın son durağına. Çok büyük bir rejisör olmak ıstıyordum. Filrn ışine şoförlükle başladım. Bir Volksvvagenminibüs sürüyordum. Oyuncuları evlerinden alıp sete getiriyordum. Prodüksiyon şoförü olarak ancak set amirlığıne kadar yükseleceğımi anladım. Set amirliği de yaptım. Sct amirleri bizde, oradan oraya koşuşturan ve her aksayan ışte suçlu bulunan budalalardır. Sonra Stuttgart'a gidip reklam filmciliği yapmaya kalktım. Ama reklam filmciliği işi o derece berbattı, o kadar antıpatik insanlarla bir araya geliniyordu kı anlatamam. Senaryo yazdım onlara. Aslında filmcilikle oynadım hep. İyi bir oyuncu ya da kameraman olmak i.sterdim. 35 mm Ariflcx kamerayı clime alıp film de çektim. Bu olağanüstü bir duygu. Ben hep 'namuslu fılmlcr çekılmelı' deyıp duruyordum. Namuslu filmlerı duyan gülmektcn kırılıyordu karşımda. Namuslu fılm olma/mış film piyasasında. 'Biz namuslu olmayan fılmlerle p.ıra kazanıyoruz' dedıler. Namustan kastettiğin ne? Yazında namuslu yazından söz edilebilir mi? tçinde biraz yalan olmaz mı? Namuslu bir öykü nedir gerçekten? Biraz yalan her zaman gerekli. Gerçek de bir buluştur. Gerçek bulunmasaydı ne yapardık acaba? Neyse, oradan ayrıldım. Televızyona çalıştım. Sonra, trenle Almanya'yı dolaşan ve kızlarla tanışan bir gencin öyküsünü anlatan bir senaryo yazdım. Çok neşeli bir öyküydü. Kimse filme çekmek istemedi. 'Bunun romanı olsa, iyi olurdu', dediler. Bunun üzerıne oturup roman yazmaya başladım. Ama hiçbir yayınevi basmak istemedi. 1980'de Irankfurt'a gıttim. ükumalı yarışma olan Ingeborg Bachmann yarışmasında yazdığım romanın bir bölümünü okudum, ödülü bana verdıler. Oysa romanı daha bitırmemıştim, sadece 10 sayfa yazmıştım. Kırk yıl boyunca bir şey olamayan ben, şimdi birden Ingeborg Bachmann ödülü sahibi olmuştum. Bunun üzerine oturup romanı yazmak zorunda kaldım. Işte bu roman "Yavaşlığın Keşfi" adlı roman oldu sonra. Piper Yayıncvi'ne katıldım. 3 yılda yazdım romanı, yayınevi bekledi. Senin için yazma süreci zor bir süreç mi? Evet. Şöyle söyleyebılırım, dağcılık gıbi. Dağcılık da çok güç, ama bu sporu severek yapan birçok insan var. Yazmayı sevıyor, onunla mutlu oluyorum. Tabii ki zor bir iş. Yazarken çok mutlu oluyorum. Kitabın macerası sonsuz değil mi, bitmeyen bir süreç sanki. Düşüniilmesi, yazılması, başkaları tarafından çeşit çeşit algılanması. Kitabı yazıp bitırdım. Değıştırmeyı dc düşünmüyorum. Bir neden yok buna. Ama tartışmalarda okuyucudan gelen tepki benim kendi yazdıklarımı bir aynada görmemı sağlıyor. Kitabın ana tcması konuşma, ama kitap gevezeliğe karşı. Başkalarını etkisiz hale getirmeye, aptallaştırmaya yönelik gevezeliklere karşı. Kitap hikâye anlatmaya bir övgü. Başkalarına emir vermeden, kafalarına bir şey sokmaya yönelmeden, onlara bir şeyler anlatabilen kişilere övgü. Anlattıklarında kendileri de başkaları olabilen, insanın o anlatılan şeyde kendini de bulabileceği öykülere övgü. İyi konuşmaların asıl özünün de bu olduğunu gittıkçe daha iyi anlıyorum. Örneğin soru sormayı gerektirmeyecek derecede iyi bir konuşma. Kitapların yayımlanır yayımlanmaz en çok satan kitaplar listelerine giriyor. Bu son kitap 9. sıradaydı geçen hafta. Daha da yükseleceğe benziyor. Kitaplarımın satışı ile yaşıyor olabilmem çok büyük bir mutluluk tabıi. Dünyada birçok yazar başka işler yapmak zorunda kalıyor. Tabii zengin ülke sanatçılarının durumunun daha elverişli olduğunu biliyorum. Yoksul ülkelerin kültürlerine, sanatlarına; seçkinei sanatlarına karşı bir küçümseme seziyorum zengin ülkelerde, özellikle de kültür politikasını yürüten bürokrat kesiminde. Bu konuda, çok derinden gelmekte olan bir kolonyalist tavrın henüz yok olmadığına inanıyorum. Kolonyalizm, ırkçılık, emperyalizm, bunlar çekici yanları olan tavırlar; sözüm ona yaşamı kolaylaştırıyorlar birçok kişi için. Örneğin kendini 'seçilmiş bir ülkenin vatandaşı' olarak görmek kimbılır kaç kışıyi mutlu ediyordur. Akıl, mantık denen şeyden yoksunsa bu insanlar, akılları bunların yanlışını gösteremiyorsa onlara... Kitabın hakkında ne düşünüyorlar? İlk kitabımı göklere çıkarttılar. 30 yıl boyunca çöllerden geçtim, az bir katıkla, şimdi birden çok fazla bir ilgi ıle karşı karşıya kaldım. Bana fazla geldi bu ılgi, can sıkıcı oldu. Şimdi ise son kitabımla ilgili olarak 'böyle de yazılmaz ki' diycnler var. Bu kıtapta yakın zaman Almanyası'nda olup bıtenler, olaylar, ayrıca yabancıhk kavramları, yani Türkler ve Almanlar ışlenıyor. Terorizm, eroin kaçakçılığı, öğrenci olayları, ış ve çalışma alanları; 5 ana kişi var, onların başına gelenler; gerçeği bulmayı amaç edinen kişi, sonunda milyoner oluyor, mılyoner olmayı amaçlayan hapse gırıyor, çok ahlakçı olan ve ıleride politikaya atılmayı düşünen kişi eroın kaçakçısı oluyor, çok dındar olan ve manastıra kapanmayı amaçlayan bir kız Türkıyelı bir güreşçının metresi oluyor. Sclim'ın, anlatma yeteneğıne sahıp olan Selım'ın başına birçok olay gelıyor. Bcccriksızlıkleri oluyor. İnsanlar kötü olanın cezalandırılmasına, iyi olanın odüllcndirılmesine öylesıne alışmışlar ki kitapta ıyılerın başına da kötülükler gelmesını, yanlış yapmalarını yadırgıyorlar. Çok çeşıtli değişimlere uğruyor kahramanlarım kıtabımda. Daha önce de gıtmiştim Türkiye'ye. 5 kez gittim. 1961'de ilk kez. Sonra, 1983, 84, 85, 86 ve 1988'de. İstanbul'a ikı ay kalmaya geldiğımde romanımın hangi yönde gelişeceği belli olmuştu. Alexander'ın arkadaşı olan Selim ölmüştü. Alexander ise daha önce darılttığı arkadaşı ile yeniden ilişki kurmak için Türkiye'ye gelıyordu. Kavganın nedenı güreşçi Selim'in ülkcsıni, Türkiye'yi savunması idi. Batı'da yapılan yanlış propagandalara karşı çıkmıştı Selim. Almanları her şeyin doğrusunu bildiklerini sanmakla, herkese ders vermeye kalkmakla suçlamıştı. Alexander ise okuduğu gazetelerın asla yanlış ya da yönlendirılmış haber vermeyeceğine inanmış biriydi. Yıllar sonra Alexander, Selim'ı özler, onu bulmak ister, yaptıkları tartışmanın anlamsızlığını kavrar. Türkiye'ye gelir ve İstanbul'a geldiği gün, Selim'in öldüğünü öğrenir, hem de yıllar önce kavga ettiklerı gün, Selım onun arkasından bir arabaya atlayıp uçağına yetişmek istemiş ve o sırada kaza geçırıp ölmüştür. Alexander bunları duyunca çok büyük bir vicdan azabı çeker. Aslında romanı yazmak isteyen odur. Romana devam etmek için Selim ölmemiş gıbı davranır ve bütün Türkiye'yi dolaşır. İstanbul, Muğla, Ankara, kıyı balıkçı köyleri, çok yer görür Türkiye'de. Kendısı Türkiye'yi çok seven bırı değildir, romanına bir son aramaktadır, Selim ise ölmüştür. Alexander Almanları genel olarak temsil eden bir tip galiba? Evet. O "yabancı bir budaladır", tıpkı kitabın başında Almanya'ya çalışmaya gelen Türkler gibi. Oniar da Almanya hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve komik şeyler düşünüyorlardı. Kitabın bu bölümlerini okuduğum zaman dinleyiciler gülmekten kırılıyor. Örneğin Selim'in gelişi, trenin camından bakıyor, karlar altında Almanya, 'burası sert bir ülke, ömürleri boyunca kar küreliyor, kalorifer yakıyor, zaman buldukça da kitap okuyorlar' diye düşünür Selim... Bu yıl tabii pek kar yağmadı biliyorsun. Aynı biçimde Türkler de Alexander'a gülüyor, hiçbir şey anlamamasına, kendileri gibı olmayışına şaşıyorlar... Almanya'daki Türkler nasıl bir tepki gösterdi kitaba? Frankfurter Allgemeine Zeitung, kitabı tefrika etmişti. Daha tefrika bitmeden büyükelçilik beni Cumhuriyet Bayramı davetıne çağırdı. Ne yazık ki gidemedim. Gitseydim İstiklal Marşı'nı ezbere söyleyebilirdim. Çünkü Türkiye'de televızyonda marşı nefis görüntüler eşliğinde o kadar çok izledim ki. Hem benim marşı bildiğımi görenler, kitapta anlattıklarıma kızsa bile hemen kızmaktan vazgeçerdi, ne dersin? Türkiye'de dedenin izlerini de aradın mı? Bunu daha önce yapmıştım. Dedem, Osmanlı İmparatorluğu'nun son, Cumhuriyet Türkiyesı'nin ilk Alman Büyükelçisiydi. 19241933 yılları arasında oradaydı. Atatürk'ü yakından tanıdı. Tevfik Rüştü yakın arkadaşıydı. Dedem Ankara'da ilk elçılık bınasını yaptıran kişi. Ötekılerın hepsı önce birer baraka kurmuşlar, bakalım işler nasıl gelişecek diye geçirmışler akıllarından, Ankara'mn başkent olarak kalacağına pek inanamamışlar önceleri. Ben yıllar sonra dedemin yaptırdığı büyükelçilik bınasını gezmeğc gittiğimde içeriye gırinceye kadar akıl alma/ bir bürokrası ile karşılaştım. Çok tehlikelı biriymışım gibi baktılar bana. Çevrede makineli tütekli görevlılcr vardı. Ne yazık ki dünyadaki terorizm büyükelçilik binalarını da birer tutukevi görünümüne soktu. İnsanların hepsi birer terörist galiba? Tanrı yeryüzunde düzen olmasını isteseydı yalnız karıncaları yaratmakla yetinir, insanları yaratmaktan vazgeçerdi... D SAYFA f 5 Sten Nadblny "Tanrı yeryüzunde düzen olmasını isteseydı yalnız karıncaları yaratmakla yetınır. ınsanları yaratmaktan vazgeçerdı" tstanbul'da iki ay kaldın. Orada kitap için araştırmalar mı yaptın? C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI I 37
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle