Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tartışma CBT 1488/25 Eylül 2015 19 HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com “Bilen” ve “Benbilirimci” Üzerine... Doğan Hasol S on zamanlarda özellikle siyaset sahnesindeki gelişmeler bazı tipleri yoğun bir şekilde günışığına çıkardı. Aslında bu tipler yalnızca bugüne özgü değildir; onlara tarihte de her zaman rastlanmıştır. “Benbilirimci” kişilerden söz ediyorum. İsterseniz konuyu büyüteç altına alıp biraz açmaya çalışalım. Bilen, bilir; en azından neleri bildiğini, neleri bilmediğini bilir. Benbilirimci çoğu kez bilmez, bildiğini sanır ya da iddia eder. Bilen en azından kendisini bilir. Benbilirimci kendini bilmez; yalnızca haklı görür. Sınır, akılla hırsın kesiştiği çizgidir. Hırs aklın önüne geçtiğinde bilinenler de bilinmeyenler de unutulur, benbilirimcilik başlar. Bilen görür; benbilirimci bakar, görmez. Bilen dinler; benbilirimci başkalarını dinlemez, yalnızca kendisi konuşur. Bilen düşünür; benbilirimci düşünmek gereğini duymaz; kendi hazır reçetelerini kullanmayı yeğler ve formüllerini dayatmaya çalışır. Bilen, danışır; öğrenmeye açıktır. Benbilirimcinin kepenkleri bilgiye kapalıdır. Benbilirimci danışmaktan korkar, bilgisizliğinin ortaya çıkacağından ürker, danışmaz. Bilen yapar; benbilirimci yapar gibi görünür, yapamayınca, başkalarınca engellendiğini ileri sürer, bahaneler üretir. Bilmez ki hiçbir bahane, başarının yerini tutmaz. Bilen genelde eleştiriye açıktır, hoşgörülüdür, hatta eleştiriden yararlanma yoluna gider. Ben bilirimci eleştiriye tahammül edemez; empatiden uzaktır; başkalarının duygularını anlayamaz, zaten başkalarını önemsemez de! Başkaları yalnızca kendisini onaylamak için vardır. Bilen, alçakgönüllü olur; benbilirimci çevresindekilere tepeden bakar, yüksekten atar. Çevresine alaycı bir küçümsemeyle bakar. Aklından, zekâsından, üstün yeteneklerinden, şıklığından, İnanç kurumlarının korumasında gelişen eğitim kurumu ve onun yönlendirdiği kültür tutucudur. Dolayısıyla, onların biçimlendirdiği toplumlar, kaçınılmaz olarak tutucu olmuştur. Mevcut düzeni bozacak her yeni düşünce çoğunluğun tepkisiyle karşılaşır. Başta kilise olmak üzere bütün inanç kurumları güçlü birer sektördür. Onların varlığının sürmesi, ancak kurdukları toplumsal düzenin varlığını sürdürmesiyle mümkündür. Tarih boyunca inanç kurumları, bir tür yaşam içgüdüsüyle, kurulu düzeni sarsma olasılığı olan her düşünceye şiddetle karşı durmuştur, durmaya devam etmektedir. Tarihe farklı bir açıdan baktığımızda din, siyaset ve sermaye üçlüsünün koalisyonunu hep görebiliriz. Bir yandan, dini ustaca kullanan siyaset, kurulu düzeni yönetme erkini kolayca elde edebilmektedir. Öte yandan, siyaset ile el ele veren sermaye, kurulu düzenden azami kazancı elde etmeyi her zaman başarmıştır. özellikle de kurnazlığından emindir ya da öyle görünmek ister. Başkalarının da bu özelliklere sahip olabileceğini hiç aklına getirmez. Benbilirimci için en geçerli sözcük “ben”dir. Ünlü Fransız düşünür ve bilim adamı Blaise Pascal daha 17. yüzyılda “Ben nefret vericidir” dese de benmerkezliler için “ben” sözcüğü kutsaldır. Bilen, genelde paylaşımcıdır; benbilirimci paylaşmaz; derdi de, başarıyı da, mutluluğu da… Bilen saygılıdır; bilgiye, bilene ve özellikle de bilgeye saygı duyar. Benbilirimci saygısızdır, hatta terbiye düzeyi elverdiği ölçüde küstahlaşır. “Bilen”lerin hepsi yazdığım gibi midir?.. Çoğunlukla öyledir. Doğal ki “bilen” olmak yetmez, ama “bilen”in bilgeliğe daha yakın ve yatkın olduğu açıktır. Benbilirimcide çoğu kez narsistik kişilik yani megalomani vardır. Dünyanın kendi çevresinde döndüğünü sanır ve başkalarını buna inandırmaya çalışır. Güçlü konuma geldiğinde kendisini menfaat karşılığı destekleyecek yalakalar bulmakta da sıkıntı çekmez. Bu saptamaları dilediğinizce çoğaltabilirsiniz. Bütün bunları niçin yazdım?.. Benbilirimcilerin sayısı özellikle siyasette öteden beri çoktur. Diyebilirsiniz ki, “benbilirimciler yalnızca siyaset alanında mı var? Doğal ki hayır... Günlük yaşamda da böyle tiplerle karşılaşmanız çok olağandır. Çevrenizde olup bitenlerin aktörlerine şöyle bir göz atmanız yeter de artar bile.. Bu yazıyı bir şablon gibi kullanabilirsiniz. Örneğin, “benbilirimci” sözcüklerinin yerine, tanıdığınız, uygun gördüğünüz kişilerin adlarını yerleştirerek yazıyı bir kez daha okuyabilirsiniz. Göreceksiniz ki, benbilirimcilerin sayısı hayli fazladır. Bilenlerin yerini benbilirimciler aldığı sürece toplum kendisini geliştiremez, yerinde sayar… Hattâ geri gider. Tanrı hepimizi benbilirimcilerden ve eylemlerinden korusun. Geçen yüzyılın ikinci yarısından sonra parasal gücü çok artan ticari kurumlar, küresel sermayeye dönüşmüştür. Küresel sermaye yalnız üretim araçlarını elinde tutmakla yetinemiyor; artık siyaset kurumunu da yönetiyor. Başka bir deyişle, şimdi dinsiyasetküresel sermaye koalisyonu bütün dünyayı yönetmektedir. Bu koalisyonun başı küresel sermayedir. O denli güçlüdür ki, çoğu ülkede ekonomik ve siyasi kriz yaratabilir. Bu üstün gücüne dayanarak, dünyanın yarısında siyaset kurumunu yönetebilmektedir. İnanç kurumları ise bazı ülkelerde doğrudan, bazı ülkelerde ise dolaylı olarak siyaset kurumunu etkileyebilmektedir. Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur. Söz konusu üçlü koalisyon, ülkelerde istemediği yönetimleri alaşağı edip istediği düzeni kurma hakkını kendinde görmektedir. Kurdukları dünya düzenini sarsabilecek eylemleri durdurmak, sanki o koalisyonun meşru hakkıdır. Bunun en yakın örneği Arap Baharı adını alan harekettir. • Çağrı: Ankara’nın en büyük konferans salonuna ülkenin her görüşten, her yandan, her yönden tüm aydınlarını çağırıyorum. Bir şeyler söylemek için değil, birlikte koşulsuz bir tek şey söylemek için... “Ne uğruna olursa olsun öldürmeyin”, demek için! Sonra dağılabilirler. • Devletin geriye evrimi: 1) İnsan Haklarına Dayalı, Atatürk İlke ve Devrimlerine Bağlı, Laik, Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti 2) Yasa Devleti 3) Kararname Devleti 4) Yönetmelik Devleti 5) Genelge Devleti 6) Emir Devleti 7) Ceryanlar Kesildi Devleti... • Bir de şöyle soralım: Dağlıca’da o gün o saatte çıkan çatışma nasıl bir örgü içerisinde yer alıyordu? Bu örgüyü; bağlarını, bağıntılarını çatışma sürerken saniye saniye birlikte düşündüğümüzde: Avrupa’da bir sokakta yapılan eroin teslimatını, bu teslimatın iki taraftan uzantılarını, beyaz kadın ticaretini, falanca silah fabrikasının borsa endekslerini, falanca partinin kamuoyu yoklamalarından kaygısını, örgüt liderlerinin ihtiraslarını, rakiplerine karşı entrikalarını, köylünün ticaretini, subayların kariyer hedeflerini vs. vs. saniye saniye birlikte düşündüğümüzde, her iki taraftan ölenlerin bir hiç uğruna öldüklerini görebilirsiniz. İdeallerle, değerlerle yaldızlanmış laflar o saniyelerde hiç bir anlam taşımazlar. Sonra da taşınamazlar. Bunu gördüğümüzde bu ülke yeniden birleşir. • Türk kendine emanet edilen insanlara ne, kim olurlarsa olsunlar kötülük etmez. Kürt kendine emanet edilen insanlara ne, kim olurlarsa olsunlar kötülük etmez. İnsan kendine emanet edilen insanlara ne, kim olurlarsa olsunlar kötülük etmez. Hepimiz birbirimize emanetiz. • Her şeyine rağmen insanlığı kurtaracak ve koruyacak olan şey hukuk düşüncesidir. • Kürt olmak istemezdim. Bu yüzden Kürt olmak istiyorum. İki ateş arasında neye kime güveneceğini, inanacağını şaşırmış bir Kürtün yanında güveneceği, inanacağı bir Türk olmak istiyorum. • Her etnisite en az bir “kanton” sahibi olacaksa, en az kırk parçaya bölünmüş bir Anadolu acaba kimlerin elinde olur? Kim kiminle iyi geçinir? Kantonlar savaşıyla yeni bir dönem başlamaz mı? Kantonsuz ama onca resmi kimlikle ortaya çıkacak olan onca kayırmacayı, rüşveti, zulmü, yıkımı nasıl durduracaksınız? Kültürel hakların siyasal haklar olmasının kapısını açarsanız bir kardeşler kavgasının nasıl önüne geçeceksiniz? Onlarca yeni “PKK”yla bu halk nasıl baş edecek? Kürtçülerin ülkeye soktukları bu Truva atını siyaset söyleminin dışına atmalıdır. • Kürtçülük, Türkçülük bu ülkeye birer iyilik olmadılar. Dincilik bu ülkenin yıkımı oldu. Vahşi kapitalizm halkın kanını emdi. Sosyalist demokratik bir yurtseverlikle bunların insanlık dışı etkilerinin önüne geçmeye çalışmalıdır. Bu sosyalist demokratik yurtseverlik her şeyden önce herkesin kendi kişiliğinde geliştirebileceği bir tutum olmalıdır. Bunun kültürünü yaratmalıyız • Daha açık yazıyorum: Kürtçülüğün dayattığı çoklu, dinci etnik devlet, çoklu dinci etnik toplum modeli çoğulcu demokratik, laik, insan haklarına dayalı, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, sosyal hukuk devleti düşüncesini tahribe yöneliktir. Ülkeyi içten kemiren ve çürüten bu sorunla baş edebilmenin yolu Kürtlerin bu tahribatın bilincine varmasıdır. Başka bir yolunu göremiyorum. Şiddet şiddeti doğuruyor ve başvuran herkesi onursuzlaştırıyor, ruhsuzlaştırıyor. Şiddete dayalı bir toplum ve devlet olmaya zorlanmamalıyız. • Kültürel temel hakları siyasal temel haklar saymaya kalkarsanız bu hakları talep edecek, gerçekleştirecek bir devlet bulamazsınız karşınızda. Bindiğiniz dalı kesersiniz. • Eşit yurttaşlık, ortak vatan... Öteki de diyor ki, ne zaman eşit olmadın? vatanın neresi senin olmadı? Oysa onun dediği bu değil. O da biliyor bunları. Dilim eş resmi dil, yönetimim eş resmi yönetim, toprağım benim olsun istiyor. Kıyamet buradan kopuyor. Nasıl mı bitecek bu çekişme? Taraflardan biri pes edince. Çünkü bunun hukuksal bir çözümü yok. Çağrı: “Ne Uğruna Olursa Olsun Öldürmeyin!”