Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ Halk Ne Seçmişti? Halk diktatörlük istemediğini belirtti. AKP’yi istemediğini bile söylemedi. Çünkü en çok oyu AKP aldı. Bu oylar AKP oylarıyla RTE oylarının toplamıdır. Çoğu olasılıkla RT’ ye verilmiştir. Fakat bu onu iktidara getirecek yeterlilikte değil. Ama halk ‘CHP, MHP, HDP istiyorum’ da demedi. Türk Halkının % 60’ı RTP’yi başkan olarak istemiyor. Fakat AKP de Cumhurbaşkanından başka irade beyan eden olmadığına göre, RTP dışında AKP yok. Bu, anayasa bağlamında, cumhurbaşkanı tanımı ile örtüşmüyor. İster istemez bu halkı şaşkına çeviren bir politik yaşamın ifadesidir. Demokratik cumhuriyetten dikta rejimlerine uzanan çok deneme yaşadık. AKP onun sonuncusu idi. Kanımca bu seçimin tek bir anlamı var. Yazının başındaki saptama: Halk diktatörlük istemiyor. Asker ya da sivil. Tek tek partiler olmasa bile, zorba başkanlık istemeyenler seçimi kazandılar. Asıl kazanan Türkiye. Halk diktatörlük baş dönmesinden ülkeyi uzaklaştırdı. Fakat halk bunun çözümü için bir yol göstermedi. Gösteremezdi. Seçimden sonraki saçma sapan tartışma ve yorumlara bakarsanız, halkın bu iradeyi gösterecek bilgisi zaten olamazdı. Bu süreçte Türkiye’nin kazancı halkın sanıldığından daha aydınlık, çağdaş bir devlet bilincine sahip olduğu gerçeğidir. Bu bazı sözde yazar çizerin sandığının aksine, halkın Osmanlı çağına dönme hayaline aldanmadığını da gösteriyor. Müslümanlık propagandası Batı emperyalizminin, günümüzde neokapitalist sömürü ile bütünleşerek, İslam’ı sömürge statüsünde tutma planının değişmeyen parçası olduğu için, cahil ve haris politikacılar aracılığı ile, Türk halkını yeniden aldatma tehlikesi geçmiş sayılmaz. %60 halk oyunu koalisyon kumarı oynamak icazeti sayanların sayısı hatırı sayılacak kadar çok. Bu temelde halkı politika dışına atan cahil odakların oyunları, dış ortakların gizli açık destekleriyle, devam ediyor. Dünyada bunu bilmeyen de kalmadı. Geri kalmış toplumların demokratik seçim yapmaları hâlâ korkulacak kadar kırılgan. Seçimler gergin bir ortamda gerçekleşti. Halkın verdiği oyların yorumu da kumarhane atmosferinde yapılıyor. Türkiye’nin durumuna ve politikasının geçmişine bakın! Bu pazarlıklar sonlansa ve bir koalisyon olsa, Cumhuriyet selamete mi gidecek? Gazetelerde kurtarıcı edasıyla ileri geri konuşanlar, şimdi seçimdeki gibi açık mesajlar vermiyorlar. Sorun demokrasi ve cumhuriyet davasından uzaklaştı, koalisyon aritmetiği oldu. Halkın iradesi unutuldu. Fakat ona dayanarak parti hesapları yapılıyor. Bu utanç vericidir. Çağdaş olmanın ne kadar zor olduğunu daha iyi anlıyorum. Geri kalmış toplumun politik temsilcileri de hiç olmazsa yarı yarıya geri kalmış, bizim bilemediğimiz ihtirasların temsilcileri. Fakat %60 halk oyu umudumu ayakta tutuyor. Namuslu, doğru iradeli, vatansever politikacıların, bilinçli kalabalıkların olduğuna inanıyorum. Bir kez daha denersek daha da büyük bir irade gösterisi olur, diye avunuyorum. Bir lastiği patlamış, bakımsız bir araba ile yolculuk kaza ile bitebilir. Bu tehlikeli yolculuk İkinci Dünya Savaşı sonrasından bu yana devam ediyor. Milyonlarca oyu, onu almayan partilere dağıtan bir sistem sadece soygundur. Değişik partilerin konuşma haklarının kısıtlanabildiği bir meclis demokratik değildir. Rektörünü kendi seçemeyen üniversite, üniversite değildir. Bunların olduğu ülke çağdaş değildir. Çağdaş olamayan ülke uygar değildir. Yapılan pazarlıklar da utandırıcıdır. Ülkemiz çağdaş olamadı. Gökdelenli oldu. Seçim Sonrası Durum Demokrasi mi, başkanlık mı? Olacak mı olmayacak mı? derken, 7 Haziran 2015 seçimleri yapıldı; umulduğu gibi kazasız belasız geçti, fakat beklenen beklenmeyen bazı sürprizlerle sonuçlandı. Seçim sandığı, üst üste seçimler kazanan 13 yıllık AK Parti iktidarına son verdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alaturka Başkanlık hevesine hayır dedi. Halkların Demokrasi Partisi (HDP) önündeki % 10’luk seçilme barajını kaldırdı. Açıklanan resmi sonuçlara göre, yeni TBMM’de AKP 258, CHP 132, MHP 80 ve HDP 80 milletvekili göreve yapacak. Partilerin milletvekili sayılarına ve liderlerin sergilediği ilk tutum ve davranışlara bakılırsa, hemen herkes millet iradesine saygılı, ama bir onarım hükümeti kurulsa bile pek uzun ömürlü olmayacak. Bir “erken seçim” söylemi, havası var ülke gündeminde. Azınlıkta kalan AKP’nin, modal (göreli) çoğunluğu tek başına hükümet kurmaya yetmiyor; muhalefetteki muhalefet cephesi ise bir koalisyon hükümeti veya protokolünde uzlaşmaya hazır görünmüyor. İkili veya üçlü bir koalisyon olmazsa, dışarıdan destekli bir “Azınlık” hükümeti kurulabilir. Ancak, anayasal bir “Erken Seçim” halkın demokrasiye güvenini sarsabilir. Katılımı düşürebilir. Laik Cumhuriyette, örnek aldığımız Fransa’da uzun süren bir hükümet krizi, General De Gaulle’ün “Yarı başkanlık” sistemini getirmişti. Anayasal yetkilerini zorlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, sanki kişisel sorunlarını benzer bir hükümet kriziyle ertelemek istiyor. Ebediyete yolcu ettiğimiz Demirel, “Demokrasilerde çare tükenmez!”derdi. Sandıktan çıkan sonuçlar, toplumun demokrasi tercihini ve partilerin çözüm bekleyen yapısal sorunlarını koydu önümüze. Çare bulmak sorumluluğu yalnız parti liderlerine değil bütün yurttaşlara düşüyor. Demokrasi geleneğinin yaygın ilkesi, kişisel çıkarlar ve kurumsal amaçlar üstünde gönüllü bir “uzlaşma” dır. Yokluğundan yakındığımız, “Ortak akıl,” Çeşitlilik içinde birliktir! Herkesin öz saygısını koruduğu ama gerektiğinde işbirliği yaptığı barışçı bir düzen. Zamanın ruhu, “değişim süreci ve onarım sorunları” tarihi bir fedakârlığı zorluyor. Altı defa gidip yedi defa dönen Demirel, “Dün dündür, bugün de bugün!” deyişiyle, değişim ve uzlaşmanın kaçınılmazlığını dile getiriyordu. Yarım kalan 1971 (12 Mart) müdahalesinde CHP ile MSP arasındaki “Tarihi Uzlaşma” kısa sürede “Tarihi bir Yanılgı” ya dönüşmüştü. Peşinen yine olur ya da olmaz demeyelim. Deneyelim. En büyük sakınca, partilerin dağılması değil, demokrasiye duyulan güvenin yitirilmesidir. Halkımız, 12 Eylül Cuntası’ndan kurtulmak için Evren Paşa’nın dayattığı Anayasa’ ya bile evet demişti. Demokraside, seçimle gelenler seçimle gitmelidir. Çok partili demokrasiyi belki biraz erken deneyen fakat asla umudunu kesmeyen Atatürk, “Basın Hürriyeti’ nden doğan sakıncalar daha geniş hürriyetlerle önlenebilir!” demişti (İ.G.D. merkezi). Kamu yönetiminde geçmişten geleceğe yönelirken, tarihten alınacak dersleri unutmayalım. Tarih, sadece bir geçmiş bilgisi ya da varlık bilinci değil, geçmişten geleceğe sürekliliktir. Seçim sandığındaki tarihi yenilgisini “Millet bize muhalefet görevi verdi” sözleriyle yorumlayan Milli Şef İsmet İnönü’nün demokrasi kavramını, Demirel aynen ve şöyle paylaşmış, “Demokrasinin olmazsa olmaz ön şartı meşru muhalefettir.” Her iki Cumhurbaşkanımızı bugün, bir kez daha rahmet, şükran ve saygıyla anarken, hukuk dışı işlerinin hesabını vermekten korkan bir düşük iktidarın, kurulacak ortaklık hükümetini önlemek için her çareye başvurduğu ve başvuracağı yolundaki kaygımı paylaşmak istedim.