Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilim ve Düşünce Tarihi CBT 1475/26 Haziran 2015 12 OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu tanolturkoglu@gmail.com Demirel ve cumhuriyet Süleyman Demirel bir cumhuriyet ve demokrasi lideri miydi? Demirel’in Cumhuriyet tarihindeki yerini nasıl belirlememiz gerekir? Kendini Bilme Sanatı Bireyin bu hayatta ne yaptığından ziyade onu neden yaptığı daha önemlidir. Bilgiyi istemek, aramak, yeniden üretmek de ancak kendini bilmek uğruna yapılıyorsa bir değere sahiptir. İnsan bilgiyi neden ister? İster fizik ister metafizik düzeyde olsun; bilmek, bilgiye ulaşmak, bilgiyi yeniden üretmek tavsiye edilmiştir. Atina yakınlarındaki Delphi dağ köyünde bulunan Apollon Tapınağı’nın girişinde “Kendini Bil” yazdığı rivayet edilir (büyük bir hevesle Delphi’deki müzeyi dolaştım ama hiçbir yerde bunun izine rastlamadım). Sufilerin sıkça andıkları hadislerden birisi de şudur: “Kendini bilen, rabbini bilir”! Materyalist dünyada bilgi; temelde rakiplerine, akranlarına ya da hayata karşı daha avantajlı bir konuma gelmek için istenir. Hatta bu avantajlı durum sürekli güçlü tutulursa, sınıf ya da seviye atlanır. Rakip, akran ya da hayat koşulları değişir. İnanç tabanlı yapılarda ise bilgi daha ulvi amaçlar için istenir. Gözlemlenebilen bu zahiri dünyadaki mana ya da manaları bulmak, ulu yaradana biraz daha yaklaşmak için vb. Tasavvufta bilgiyi istemek, nefsin mertebeleri ile de yakından ilişkilidir. Sufi bilgiyi en alt seviyedeki emredici pozisyondaki bir nefsin arzularına hizmet etmek için istemez. Sadece kendini düşünen ve kendisinden başka hiçbir kimse ya da şeye değer vermeyen bu nefs mertebesinde bilgi de öteki herşey gibi sadece bir araçtır. Bu seviyedeki bir benliğe sahip birey için istemenin sonu yoktur. Canınızı verseniz başkalarının canını ister; dünyayı verseniz tüm evreni ister. Sonuçta tanrılığı bile talep eder ve kendisini tanrı ilan eder. Ancak etkisi Anadolu’da yüzyıllarca hissedilmiş olan ünlü sufi İbni Arabi’nin de belirttiği gibi “Allah, Allahlığını kimseye vermez”. O nedenle islamın temel şartlarından olan kelimei şehadette tüm müslümanlara bir uyarı vardır; “sakın yaşarken ya da öldükten sonra resülümü tanrılaştırmaya kalkmayın, o benim resulüm olsa da sonuçta hala kulumdur”. Bir önceki İsa deneyimine bakıldığında yerinde bir uyarı. Nietzsche “Tanrı öldü” (yanlış) tespitinden yola çıkarak kendi içinde tutarlı çıkarımlarda bulunmuştur. Dostoyevski’nin dediği gibi “tanrı yoksa, herşey mübahtır”. Bu aslında İslam öncesi Arap Dünyası’nı tanımlarken kullanılan “Cahilliye Dönemi”nin temel tavrıdır. Ceviz dalındayken kalın bir zarfla kaplıdır ve görüntüsü sert kayısı gibidir. Bu kabuk soyulursa ortaya bizim kuruyemişçilerde gördüğümüz şekliyle ceviz çıkar. Yine bir kabuk; sert ama biraz daha ince, kahverengi. O kabuk da kırılırsa içinden arasında yenmez bir zar da bulunan cevizin yemişi çıkar. O perde çıkarılsa, yenen kısmın da incecik kahverengi bir zarla kaplı olduğu tespit edilir. Öyle de yenebilir, o da soyulup, beyaz iç haline getirilip de yenebilir. Hatta yemek yerine onun yağı bile çıkarılabilir. Bu kabuklarından ayıklanma süreci, tasavvufta nefsin latif hale getirilmesiyle sağlanır. Kaba saba insan, bu sürecin sonucunda latif bir kamil insan olur. İçindeki o öz ortaya çıkar. Bilgi işte bu sürece hizmet etmek üzere kullanılır. Dünya bilgisi, ancak kişinin kendini tanıması için gereklidir. Kişi ister yepyeni bilimsel bir buluş yapsın, ister dünya klasiklerini okusun, ister sabahtan akşama kadar deli gibi çalışsın. Amaç kendisini bilmek olmalıdır. Ancak bu şuurla yaşanmış bir hayatın sahibi, sufilerin ifadesiyle, tanrının kendisini pürüzsüz bir aynada seyretme sürecinde üstüne düşeni layıkıyla yerine getirmiş olur. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com S üleyman Demirel, her şeyden önce güncel durum (konjonktür) lideridir. Siyasi olarak Soğuk Savaş yılları Türkiye’sinde doğmuş ve yükselmiş, her zaman kitlelerin geri düzeydeki bilinçlerine uygun söylemlerle seçim desteği aramış (ve elbette bulmuş) ve 12 Eylül 1980’e kadar olan dönemde, ulusal düzeyde ayrımcı bir politikayı, hep ana politik ekseni olarak kabul etmiştir. Soğuk Savaş koşullarının sona erdiği 1990’lı yıllarda ise ulusal ayrıştırıcı politikasını önemli ölçüde yumuşatmıştır. “Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” sözleri, onun ayrımcı politikaya dayanan birinci döneminin akıllarda en çok kalmış sözlerinden biridir. Bu dönemde yasa dışı komando kampları kurulmuş, üniversitelerde devrimci gençliğe sürekli milliyetçi ve polis baskısı uygulanmış ve gençliğin gösteri hakkı, Kanlı Pazar olayı ve benzeri baskı ve kışkırt olanlar ve olmayanlar ekseninde ikiye ayırdı ve bütün politikalarını bu eksen üzerinde yürüttü. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını idam ettirmesi de onun bu tutumunun bir örneğidir. Yaşamının son zamanlarında İsmet İnönü, fikirlerini ve eylemlerini doğru bulmadığı halde bu gençlerin idamlarını engellemek için sonuna kadar çaba göstermişti. Çünkü onun gözünde Gezmiş ve arkadaşları bu ulusun çocuklarıydı. Demirel’in gözünde ise hepsi düşmandı. Demirel yaşamının sonuna kadar Denizlerle ilgili tutumunun hatalı olduğunu kabul etmedi. “O günün koşulları onu gerektiriyordu” dedi. Denizlerin idamı, ulusal tarihimizin hiçbir zaman kapanmayacak en büyük siyasi yarılmalarından biridir. Ve bu yarılmanın bir numaralı sorumlusu da Süleyman Demirel’dir. Temel hedefleri cumhuriyeti yıkarak halifelik rejimini yeniden ihya etmek olan son dönem iktidarlarının yollarını açanlar da, öncelikle Süleyman Demirel ve Kenan Evren’dir. Süleyman Demirel’in birinci döneminde dini tarikatlar ve yapılar, aynı zamanda ekonomik ve mali güç elde etme imkânına da kavuşmuşlar ve böylece siyasette de daha etkili hale gelmişlerdir. Demirel ve dönemin ABD Başkanı Johnson malarla sürekli engellenmiştir. Bu dönem aynı zamanda faili meçhul cinayetlerin de başladığı dönemdir. Devrimci gençliğin ilk önderlerinden Taylan Özgür’ün katili, o günlerden bu yana hâlâ bulunamamıştır. Modernleşme, uluslaşma, sekülerleşme ve cumhuriyet ayrı kavramlar ve gerçekler olmakla birlikte, bunlar aynı zamanda biri olmadan diğerleri de olamayacak şeylerdir. Cumhuriyetin kuruluşunda ve ilk yıllarında çok yönlü bir uluslaşma süreci yaşandı. Bilime ve bilimsel eğitime büyük bir önem verildi. Laiklik, ulusal birliğin ve modern yaşamın temeli olarak görüldü. Ancak daha sonraki dönemlerde bu ilkelerden adım adım uzaklaşıldı. BayarMenderes döneminin ardından iktidara gelen Demirel de Cumhuriyetin temellerinin zayıflatılması sürecinin aktörlerinden biri oldu. BİRLEŞTİRİCİ DEĞİL AYRIŞTIRICIYDI Süleyman Demirel, siyasi yaşamının büyük bir döneminde birleştirici değil, ayrıştırıcı davrandı. Birinci siyasi döneminde ülkeyi milliyetçi Süleyman Demirel için demokrasi, kendisinin seçim yoluyla iktidara gelmesini sağlayan sistemin adıdır. Onun nazarında ve siyasetinde, gelir dağılımının adil hale getirilmesi, işçilerin haklarının ve maddi imkânlarının yükseltilmesi, Kürt halkının daha özgür bir halk haline gelmesi, protesto ve gösteri hakkının özgürce kullanılması vb. demokrasinin temel öğeleri değildir. Tam tersine o sürekli olarak bu doğrultulardaki demokratik gelişmeleri engellemeye çalıştı. Ayrıştırıcı siyasetini, demokratik gelişmeleri bir toplumsal (veya siyasi) düşman yaratarak engellemenin bir aracı haline getirdi. Süleyman Demirel’in bunca yıldan sonra bir cumhuriyet ve demokrasi lideri olarak gösterilmesi, çok büyük bir aldanmadan veya yanıltmacadan başka bir şey değildir. Süleyman Demirel, büyük seçim zaferleri kazanmış olmakla birlikte, tarihsel hiçbir büyük eser yaratma başarısı gösterememiş, cumhuriyeti özgün ve yaratıcı atılımlarla yükseltmek bir yana, bölücü siyasetleriyle zayıflatmış ve cumhuriyet düşmanlarının gelişmesine zemin yaratmış bir liderdir. Son dönemindeki nispeten daha birleştirici tutumu da siyasi bakımdan olgunlaşmış olmasından ziyade, uluslararası durumdaki gelişmelere (Soğuk Savaş’ın sona ermiş olması, ekonomik ve siyasi “küreselleşme” vb.) uygun davranmış olmasından kaynaklanmıştır. DEMOKRASİ VE DEMİREL