16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1471/29 Mayıs 2015 Temcit pilavı: Üniversiteler ve temel bilim bölümleri Yardımcı Profesör Dr. Burak Yedierler ODTÜ Fen Edebiyat Fak., buraky@metu. edu.tr Y ine bir YÖK başkanının açıklamasıyla gündeme geldi. “Kontenjanları dolmadığı için bir çok üniversitede temel bilimler bölümlerini kapatacağız...” Kâğıt üzerinde 193 üniversite olan ülkemizde, bunların popüler kaygılarla bilinçsizce açtıkları birinci, ikinci eğitim, gece eğitimi programları da sayıldığında 500’e yaklaşan program içerisinde temel bilimler bölümlerini öğrenciler tercih etmediği bahanesiyle evrensel normlardan kopup temel bilimler programlarını kapatmaktan bahsediliyor. Siyasetin popüler kaygılarla kendi eliyle yarattığı problem olası sonuçlarına bakılmaksızın yapay bir temel bilimler bölümleri problemi olarak topluma lanse ettiriliyor. Bu konuda özellikle üniversitenin ne olup olmadığı hakkında söylenecek, yazılacak o kadar çok şey var ki, eğer sorunu ele almaya o noktadan başlarsak temel meseleye kesinlikle gelemeyiz. Sorunu bir kaç ana başlık içerisinde ele almalı. Bunlar, beklenti, amaç ve hedef ekseninde Türkiye’nin eğitim politikaları ya da politikasızlığı; Bilim okur yazarı olmayan ve teknolojinin salt tüketim algısına dönüştüğü ülkemizde üniversite ve meslek okulu ayrımının olmaması ve popüler kültürün bu cehaleti desteklemesi; gelecek hedefi belli olmayan, dünyada iddiası kalmamış bir ülkede bilim ve kültüre bakış. ruldukları belli olmayan bu üniversiteler içlerinde ümitleri yüksek ancak şansları düşük gençleri oyalamaktan başka ne yapabilirler? Ne yapmaları beklenmektedir? Ülkenin bu konuda bir kalkınma planı var mı? Söz kalkınma planına gelmişken ülkemiz acaba ileriye dönük olarak, sanayi, teknoloji üretimi, tarım, hayvancılık, kamu hizmetleri, tıp konularında bir hedef koymuş mu? Kendimizi önümüzdeki on yılda, elli yılda görmek istediğimiz bir yer var mı? Üreten bir toplum olma hedefimiz ne? Yoksa tüketen bir toplum olarak mı kalacağız? Üreteceksek hangi alanlarda iddialı olacağız. Bu iddiamızı hangi kültür ve yetenekle donanık insanlarla gerçekleştireceğiz? İşte bütün bu belirsizlik üzerine bir de topluma siyasiler, medya, iş sahipleri, eğitimciler ile pompalanan üniversitenin bir meslek okuluymuş gibi algılandığı kültürsüzlüğü ele alalım... dönemindeki basit mühendislik uygulamalarından, temel tıp yöntemlerinin geliştirilmesinden çok daha karmaşık ve çok disiplinli problemlerdir. Eğer günümüz dünyasında bir ülkenin varlık gösterme iddiası olacaksa bu problemleri ele alabilen temel bilimcilerinin ve bilim okur yazarı olan eğitimli insanlarının çalışmalarıyla olacaktır. Tıp, Genetik, biyoteknoloji, uzay, enerji, savunma sanayii alanlarında iyi yetişmiş temel bilimcileriniz yoksa, yetenekli matematikçileriniz model kurmuyorlarsa, sosyolojik olaylarda istatistikçileriniz beklenti ve sonuç öngöremiyorlarsa, ekonomistleriniz fizik bilmiyor, mühendisleriniz hâlâ deterministik hesaplar yapıyorlarsa global kapitalizmin sizi sömürmesinin önüne geçemezsiniz. Daha da tehlikelisi, bir şekilde kaynak yaratıp o ürünlere ulaşsanız dahi, onları kullanacak altyapıya sahip insanlarınız yoksa dışa bağımlılıktan kurtulamazsınız. Türkiye’nin ilk ve ortaöğretim politikalarını araştırmaya kalkan bir sosyal bilimci yerinde olmak istemezdim. İnanın, fiziğin en karmaşık problemleriyle karşı karşıya kaldığınızda yüzleşemeyeceğiniz bir karmaşıklığı bu sistemde görebilirsiniz. Öyle ki, yaşları arasında en fazla beş yıl fark olan bir öğrenci grubu ile konuşursanız hemen hepsinin ayrı bir sistemden mezun olduğunu gözlemlersiniz. Bir ülkede ilk ve orta öğretim politikası, sırf dini eğitim almış olan bir kesimin gönlünün çektiği herhangi bir yüksek öğretim kurumuna girebilmesi fikrinden başka görünür her hangi bir hedefi ve beklentisi olmayan bir orta öğretim sistemi kurmak amacında ise, mezunlarında hangi temel bilgi ve yeteneklerin olması beklenebilir ki? Üstüne üstük, tüm bu sistemin tek amacı kişileri öyle ya da böyle adı üniversite olan bir kuruma yerleştirmekten öte gitmiyorsa çok önemli bir sorunumuz var demektir. Biz ülke olarak çağdaş bireyler yetiştirmenin çok uzağındayız. Gelin bu karamsar resme günümüz itibarıyla sayıları 193 olan üniversiteleri de katalım. Hangi evrensel norma göre, hangi amaç ve beklenti ile ku İLERİYE DÖNÜK HANGİ PLANIMIZ VAR? Çağdaş üniversite ve çağdaş insan için temel bilimler olmazsa olmazdır. İyi bir temel bilim eğitimi vermezseniz, ne iyi mühendis yetiştirebilirsiniz ne de iyi bir hekim. Ne düşünen, sorgulayan, öğrenen ve araştırabilen bir insan yetiştirebilirsiniz ne de öğrettiklerinizi uygulayacak olan bir teknisyen. Temel bilimler, felsefesi ve ele aldıkları problemler gereği düşünsel ürünleri bilimsel bilgiye eviren disiplinlerdir. Bu özelliklerinin yanında, günümüz dünyasında insanlığın yüzleştiği problemlere bakalım. Bu problemler artık sanayi devrimi İYİ UZMAN İÇİN TEMEL BİLİMLER ŞART Öncelikle bürokratların ve siyasilerin, kendi yarattıkları arztalep orantısızlığı sorununu, yani 193 üniversitede kimi bölümleri öğrencilerin tercih etmemesi problemini temel bilimlere ilgi azaldı olarak sunmaktan vazgeçmeleridir. Eğer gerçekten bu ilgi yok olursa yukarıda değindiğim gibi ülkenin geleceği de yok olacaktır. Temel Bilimler alanlarında kontenjan ve kalite sorunu yaşamayan üniversiteler için bu alanlar çeşitli burs ve ödüllerle daha cazip hale getirilmeli. Üniversiteler için bir kalite anlayışı ivedilikle oluşturulmalı ve bu standardı sağlamayan üniversiteler (fakülteler, bölümler değil, üniversiteler) kapatılmalıdır. O HALDE, ÇÖZÜM NEDİR? Ülkede gerekli eğitimi verebilecek donanım ve yetenekte olan üniversiteler kendi iddialı oldukları alanlarda, dünya çapında eğitim ve öğretim yapmalı. Eğitim politikalarında popüler kaygılardan uzaklaşılmalı ve ülkenin geleceği için bilim okur yazarı olan nesiller yetiştirilmelidir. Meslek okullarına gerekli destek verilerek mezunlarına istihdam sağlanmalı, üniversiteler genç insanların önüne tek şans olarak konmamalı. Sanayi, üretim ve geliştirme odaklı olmalı günü kurtaracak ufak ticari kazanımlara itibar edilmemeli. Konu odaklı araştırma merkezleri kurulmalı ve yetenekli araştırmacıların bu merkezlerde yapacakları araştırma faaliyetleri desteklenmelidir. Eğer bir ülke bilimsel bilgiye ve onu geliştirecek insan gücüne ihtiyaç duymuyorsa, devrimci ve yenilikçi atılımlar yapmak için temel araştırmaya gereken önemi vermiyorsa, gündemini sadece günlük siyaset işgal ediyorsa, geleceği yok demektir. Tarih göstermiştir ki, bilime yatırım kısa vadeli olmasa da orta ve uzun vadede toplumlar için fark yaratacak tek yatırımdır. Üretilen bilginin değeri onun hemen uygulamaya dönmesiyle değil, ihtiyaç duyulduğunda üretilmiş olmasında yatar. Bugünün baş döndürücü teknolojik uygulamalarının altındaki fizik ve matematik günümüzden yüzyıllar önce üretilen bilgiye dayanmaktadır ve o bilginin gelişmesi insanlığa bir sıçrama yaptırabilir. Bu bilinçle, ya entelektüel birikimin ve bilim okur yazarlığının önemsendiği ve desteklendiği bir toplum yaratırız ya da bağımlı, kendi kararlarını veremeyen, geleceğini belirleyemeyen bir sömürge olmaktan kurtulamayız. Doçentlik sınavları bilim dünyasına ne getiriyor? Prof. Dr. Alp Usubütün (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi) [email protected] D oçentlik sınava girecek adayların baş gündemi olan ancak sınav geçtikten sonra rafa kaldırılan, hatta daha sonra jüri üyesi konumuna gelince unutulan ve olduğu gibi uygulamaya başlanan “Doçentlik sınavları” konusunu gündeme taşımak istiyorum. Her alanın kendine özgü sorunları olduğundan, tıp alanında çalışan birisi olarak, yazının tıp alanına sınırlı gözlemler olduğunun altını çiziyorum. Amacım herkes tarafından bilinen bir durumun yarattığı yan etkileri vurgulamaya çalışmak. Bu nedenle yazıya sonunda söyleyeceğimi başta söyleyerek başlayacağım. “Doçentlik sınavları Türkiye’de bilimsel gelişmenin önünde bir engel oluşturmaktadır.” Doçentlik sınavları iki aşamadan oluşmakta, birinci aşamada adaylar yaptıkları yayınlar ve bilimsel çalışmaları, hazırladıkları dosyalar üzerinden 5 kişiden oluşan jüri üyeleri tarafın dan değerlendirilip, başarılı bulunanlar daha sonra da aynı jüri tarafından bilimsel bilgisinin yeterliliğinin ölçülmesi için sözlü sınava alınmaktadır. Bu aşamada da başarılı bulunanlar “doçentlik” unvanını almayı hak etmektedir. İlk aşamada adayın bilimsel yeterliliği dosyalar üzerinden değerlendirilir. Bu aşamada tanımlanmış kriterlerin bulunması değerlendirmeyi görece objektif hale getirmektedir. Bu aşamada en önemli sorun, dosyayı yeterlilik açısından değerlendirecek jüri üyelerinden belli bir standart beklenmemesi, sadece “profesör“ olmasının yeterli bulunmasıdır. Güncel gelişmeleri izlemeyen uzun zamandır bilimsel aktivitede bulunmayan, yayın yapmayan kişiler de bu değerlendirmeleri yapabilmektedir. İşin vahim kısmı ise kuşaktan kuşağa aktarılan geleneksel ilkelerin bulunmasıdır ki, gerçekten bilimsel çalışmalara engel oluşturabilmektedir. Örneğin, bazı jüri üyeleri adayların çalışmalarının belli bir alanda yoğunlaşmasını istemez. Bu kişilerin istediği, adayın başvurduğu branşın bir çok alanında araştırma yapmış olmasıdır. Eski dönemlerde bir bölümde her şeyi bilen “hoca” kavramı çerçevesinde anlamlı olabilecek bu yaklaşım, günümüzde başarılması olanaksız bir tablodur. Böyle yetişen bir bilim adamının bırakın Nobel almayı uluslararası arenada ismini duyurması
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle