Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilim Tarihi CBT 1467/1 Mayıs 2015 12 OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu tanolturkoglu@gmail.com Ermeni sorununda medeni olmanın yolu Ahmet İnsel, “Ermeni soykırımıyla yüzleşme medeniliğin gereğidir” diyor. Bu sözler karşısında soykırım ve medenilik kavramları üzerinde durmak gerekiyor. Dijital Ayıplar Dijital göçmenler de dijital yerliler de dijital teknolojileri kullanırken çevreye verdikleri sosyal bir zarar var. Bilin bakalım hangileri bunun farkında, hangileri değil! Konu, cep telefonlarının sesini en eski masaüstü telefonlarının “zırrrr” sesine ayarlayan dijital göçmenlerle ilgili. Ben de gerek yaş itibariyle dijital göçmen grubuna giriyorum gerekse de telefonu olmayan evde büyüdüm. Tamam eve telefon geldiğinde 9 çevirerek şehirlerarası arama yapma imkânı vardı ama santrale yazdırıp saatlerce bekleme ve gecenin bir yarısı şehirlerarası telefon görüşmesi yapma çağı da henüz kapanmıştı. Ses tercihi bir yana asıl soru şu : Sinema, tiyatro, konferans, konser vb. gibi sessiz olunması gereken bir ortamda telefonunun sesini kısmayı unutan birisinin telefonunun çalmasından daha kötü ne olabilir? Evet bundan daha kötüsü de var ama öncelikle bir şeyi netleştirmek lazım: Eyy dijital göçmenler! Bu sizi şaşırtacak biliyorum ama cebinizdeki o telefonun sesi kısılabiliyor. Lütfen sessiz olunması gereken bir ortamda telefonunuzun sesini kısın. Bunu nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, öğrenin! Sesin açık olması, hele bir de telefon sahibi dijital göçmen ise öyle bir kaç çalmanın verdiği rahatsızlıkla bitmiyor. Çünkü deliler gibi zırrr zırr çalmakta olan o telefon ceketin ya da çantanın en uzak köşesinden çıkıyor. Telefon ortaya çıkana kadar en az üç kez çalmış oluyor yani. O sessiz ortamda içine düşülen nahoş durumun verdiği gerginlikle ortaya çıkartılan telefonun “no” tuşuna basana kadar da en az bir kez çalıyor. Böylece telefon sesi konsantrasyonu önce uzaktan gelen bir sesle bozmuş oluyor. Üçüncüden sonra siz içinizden “artık bitsin, bas şu “no” tuşuna” diye düşünürken, bulunduğu yerden ortaya çıkan telefon sessizliğe bürünmeden önce tam tersi daha da yüksek sesle meydan okumaya devam edebiliyor. Gelelim bu kötü senaryonun “daha kötüsüne”. Yukarıdaki senaryonun daha kötüsü dijital göçmenin telefonunu masanın üstünde bırakıp, sessizliğin hakim olması gereken mekândan kısa süreliğine (örn. sigara içmek ya da tuvalet gereksinimi) dışarı çıkmış olması. O telefon çalıyor da çalıyor artık! Telefonunu masanın üstünde unutup dışarı çıkanların hepsi olmasa bile hemen hepsinin dijital göçmen olduğunu nereden mi biliyorum? Siz hiç telefonunu, kısa süreliğine bile olsa gittiği yere götürmeyen bir dijital yerli gördünüz mü? Tiryaki sigara paketini nasıl unutmazsa dijital yerli de telefonu olmadan hareket etmez! Dijital göçmenlerin adı üstünde; dijital dünyaya göç etmek zorunda bırakılanlar. Yani dijital dünyanın olmadığı zamanları bilecek kadar yaşlı olanlar. Dijital dünyayı bu çerçevede temellendiren üç teknoloji ise bilgisayar, cep telefonu ve internet. Bu açıdan bakıldığında batı kültürü için 1981 ve sonrasında doğanlar dijital yerli, 1980 ve öncesinde doğanlar ise dijital göçmen oluyor. Bu üç kritik teknolojinin Türkiye’de yaygınlaşması dikkate alındığında Türkiye için bu tarihe on yıl eklemek gerekiyor. Yani 1990 ve öncesi doğumluysanız siz de dijital göçmensiniz demektir. “Peki bu dijital yerlilerin de benzer bir kötü alışkanlığı yok mu?” diye sorabilirsiniz. Cevap; evet, var! Onlar da özellikle sinema, tiyatro gibi karanlık mekânlarda ikide bir cep telefonlarını çıkarıp, Facebook’ta, WhatsApp’ta ne var, ne yok onu kontrol ederken cihazın yaydığı ışık ile çevrelerini çıldırtıyorlar! Arada ufak bir fark var: Dijital göçmenlerin aksine dijital yerliler çevrelerine verdikleri rahatsızlığın ya farkında olmuyorlar ya da bunu önemsemiyorlar. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com A hmet İnsel, 23 Nisan 1915 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki yazısında (s.15), “Türkiye’de bu adım (Ermeni soykırımıyla yüzleşme adımı) toplumun devlet aklının tahakkümünden kurtulmasıyla mümkün olacak” demektedir. Böylece hemen anlıyoruz ki, Ermenilerin 1915 yılında yaşadıkları zulme ve katliama soykırım demeyenler, akıllarını devlet aklına teslim etmiş olanlardır. Düşünsel kölelik zincirlerini kırmak isteyen özgür akıllara çok çekici gelebilecek bir söylem! Fakat acaba biz medeniliğin gereği olarak 1915 gerçeğiyle önce yüzleşsek ve nitelemesini sonra yapsak daha iyi olmaz mı? Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun, milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi kastının bulunması gerekir. 1948 Soykırım Sözleşmesi, medenileşme tarihinde çok önemli bir aşamadır. Bu sözleşme ile insanlık, soykırım suçunu ilk defa hukuki bir çerçeveye sokmuştur. Böylece 1948’den sonraki soykırım suçları, uluslararası mahkemeler tarafından yasal olarak cezalandırılabilir duruma gelmiştir. Hiçbir şekilde çiğnenemez insan hakları ilkesinin kabulü, medeni olmanın önemli bir özelliği ve kriteridir. Bu nedenle insan haklarını savunma ve geliştirme bilincinin daha (henüz) zayıf olduğu 1948 öncesi ile bu tarihten sonrası arasında, insan haklarının korunması konusundaki uluslararası duyarlılık düzeyi bakımından da fark vardır. Medenilik, hukuki, adil ve nesnel olmayı gerektirir. Eğer 1948’den önceki bir katliamı soykırım olarak niteliyorsanız, o tarihten önceki benzeri bütün katliamlar için de aynı nitelemeyi yapmanız gerekir. Gerçekte insanlık tarihi başka şeylerin yanı sıra, aynı zamanda bir soykırımlar tarihidir. Bunların burada sayamayacağımız kadar çok örneğini biliyoruz. Sadece birkaçını sayarsak, İspanyollar Aztekleri, ABD’liler Kızılderilileri, Katolikler Protestanları yok etmediler mi? Bu katliamlar için çeşitli ülkelerin parlamentolarında geçmişe dönük soykırım saptamaları yapıldı mı? 1915’te Osmanlı yöneticileri Ermeni halkına yönelik gerçekten büyük bir zulüm uygulamış ve insanlık suçları işlemiştir. Bu kanaate ulaşmak için yeterince kanıt ve tanık bulunmaktadır. Sadece Ermeni halkının bir bölümünün yok edilmesi değil, güvenlik gerekçesiyle olsa da genel tehcir uygulaması bile büyük bir haksızlık ve zulümdür. Fakat bu uygulamayı hukuki bakımdan soykırım olarak nitelendirebilmek için Ermenilerin etnik kökenleri yüzünden yok edilmiş olmaları gerekir. 1915 koşullarında tehcir uygulaması başladıktan ve olaylar geliştikten sonra, sadece Ermeni oldukları için öldürülenlerin olduğu da bir gerçektir. Fakat bu durum uygulamanın genel bir soykırım olduğunu göstermez. Çünkü burada tartışma konusu olan şey, 1915’teki Ermenilere yönelik katliamların genel ve sistematik bir soykırımın parçası olup olmadığıdır. Bir Ermeni soykırımından bahsedebilmemiz için, soykırımın (devlet politikası olarak) Osmanlı ülkesindeki tüm Ermenilere yönelik olması gerekir. Oysa bu şartın da bulunmadığını görüyoruz. Tehcir, konjonktürel ve bölgeseldir. Tehcir ve katliam, her bölgede ve tüm Ermeni halkına uygulanmadığı gibi, devlet bürokrasisindeki birçok Ermeni, tehcir uygulaması sırasında bile görevlerine devam edebilmişlerdir. Dolayısıyla tehcir ve katliamın, bir etnik topluluğun kasıtlı ve sistematik bir şekilde yok edilmesine yönelik olmadığı, fakat büyük bir savaş koşullarındaki bir ayaklanma ortamına bağlı olarak gelişmiş olduğu görülebilmektedir. Bu durum Ermeni halkına yapılan zulümlerin önemini elbette azaltmaz, fakat sadece yaşananların bir soykırım olmadığı anlamına gelir. Medeni tutum, 1915 gerçeğini bütün yönleriyle olduğu gibi ortaya çıkartmaktır. Bu yüzleşmeyi yapmak gerçekten medeni olmanın bir gereğidir ve bundan sonra bu tür insanlık dışı hareketlere girişmemenin de garantisini oluşturur. Fakat kendi soykırımlarının üstünü pek maharetle örtmesini bilen ve 1948 sonrasındaki birçok soykırıma katılan veya ses çıkartmayan uluslararası güçlerle görüş birliği içerisinde soykırım yüzleşmesi önerenlerin tutumlarındaki medenilik vasfı ise çok kuşkuludur. Aklın her türlü tahakkümden kurtarılması medenileşmedir. “Devlet aklının tahakkümünden kurtulmak” da aklın özgürlüğü için şüphesiz çok önemlidir ama uluslararası büyük güçlerin akıllarının tahakkümüne kapılmamak koşuluyla.