Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker harunaykutgoker@gmail.com 8 Eğitim CBT 1459/6 Mart 2015 Sanayi Tarihimizden Kesitler ve Yine Hüzün... Sanayi tarihimiz yurtseverlerin hep hüzünle okudukları bir tarih... Yine öyle olacak ama aşağıda sözünü edeceğim iki makaleyi mutlaka okuyun, derim. “Bir ulus için en acı, en tahripkâr, en helak edici esaretin iktisadi esaret olduğunu, iktisadın esasının ise sanayiden oluştuğunu vurgulayan yazı, Batı uygarlığı gerçeğinin sanayiden ibaret olduğunu söylemenin abartı olmayacağını kaydediyordu. ‘Milleti Osmaniye’ ağır bir ‘esareti iktisadiyye zinciri’ altındaydı ve bir an önce, ...uyanmak, kalkmak, çalışmak ve yükselmek zorundaydı. Var olanı korumak bir yana, yok olup gitmekten kurtulmanın tek yolu Batı’daki günün sanayi uygarlığını benimsemekti. 20. yüzyıl bilim ve sanayi yüzyılıydı. Yeryüzünde bilim ve sanayiye önem veren toplumlar bugün en gelişmiş, en müreffeh ülkelerdi. Ulusal varlık, o günkü deyişle ‘mevcudiyeti milliye’ ancak sanayiyle sürdürülebilirdi.” Alıntıda sözü edilen ‘yazı’, Sanayi Mecmuası’nın 30 Nisan 1914 günlü ilk sayısında yer alan ve derginin çizgisini belirleyen “Fikrimiz” başlıklı yazı... Yüz yıl öncesine ait... O yazının alıntıladığım ana hatlarını ortaya koyan ise, Toplumsal Tarih dergisinin ‘2015 Ocak’ sayısında yer alan “Sanayiden ve Emekten Yana Bir Dergi: Sanayi Mecmuası” başlıklı yazısı ile Zafer Toprak (s.6070)... Toprak’ın belirttiğine göre, Sanayi Mecmuası, Cumhuriyet öncesinde 58 sayı çıkmış. Ekim 1934’ten itibaren Fen ve San’at adıyla tekrar yayın hayatına girmiş; 1935 Eylül’ünde ‘Endüstri’ adını alan dergi 1945 Ekim’ine kadar yayınını sürdürmüş... Toprak, derginin 1914’te başlayıp 1945’te sona eren yayın döneminin, “birçok ülkenin kendi yağıyla kavrulmaya” yöneldiği, “ulusal denge arayışlarına girdiği” ve “devletin ekonomide yönlendirici” olma görevini üstlenerek “ekonomiye müdahale ettiği” bir dönemle âdeta örtüştüğüne işaret ediyor. Yakın tarihimiz açısından bu tanıdık bir dönem... Osmanlıda Millî İktisat arayışlarının yükseldiği bir zamanda yayına başlayan dergi, genç Cumhuriyet’in sanayi atılımından vazgeçtiği 40’lı yılların ikinci yarısının başlarında yayın hayatından çekilmiş... Sanayi tarihimizde çok önemi olan bir zaman kesitine tanıklık eden; tanıklıktan öte, kamuoyunu ve dönemin politikalarında söz ve karar sahibi olanları etkilemeye çalışan bu derginin varlığını, yaptığı alıntılar ve değerli yorumlarıyla bize anımsatan Zafer Hoca’ya teşekkür ederken kendime sormadan da edemiyorum. Hâlâ yayımlanıyor olsaydı acaba yüz yıl önce yazdıklarıyla bugün yazdıkları arasında önemli bir fark olur muydu? Öyle sanıyorum ki, yüz yıl önce Batı ile aramızda olan farkın geçen bunca zamana rağmen ortadan kalkmadığını; tam aksine, bu farkın özellikle son on yılda arttığını; üstelik uzak doğumuzda kalan pek çok ülkenin de bize fark atar hâle geldiğini her sayısında anlatmaya çalışırdı... Sözü sanayi tarihimizden açmışken, TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nın 55 yıldır yayında olan aylık organı Mühendis ve Makine dergisinin ‘Aralık 2014’ sayısında yayımlanmış bir makaleye de değineyim. Başlık: “THK Uçak Fabrikası ve Polonyalı Mühendislerin Rolü”... Yazarı Doç. Dr. Osman Fırat Baş... Öğrenebildiğim kadarıyla O. F. Baş filolog; Leh dili ve edebiyatı alanında yetkin ve saygın bir isim... Makalesinde, Lehçe kaynaklara dayanarak, 1940 sonlarında hizmete giren THK (Türk Hava Kurumu) Etimesgut Uçak Fabrikası ile 1944’te Gazi Orman Çiftliği’nde kurulan THK Uçak Motoru Fabrikası’ndan tarihsel bir kesit ortaya koymuş. Polonya Deneysel Havacılık Atölyeleri Müdürü, ‘vizyoner mühendis’ Jerzy Wedrychowski’nin girişimiyle bu iki fabrikada toplanan çok sayıda Polonyalı uçak tasarımcısı, mühendis ve teknisyenin uçak imalatını başlatmaları yanında özgün tasarımlar geliştirmeye ve Türk mühendislerini eğitmeye yönelik çabalarının, o çabalara rağmen tasarımlarının öksüz kalışının ve Türkiye’den ayrılışlarının öyküsünü... Yazar, Polonyalıların ayrılışı sonrasında bu iki fabrikaya ne olduğuna değinmiyor. Biliniyor... Uçak yapmaktan vazgeçiliyor. Çünkü sanayileşmekten vazgeçiliyor... Değişen bir şey var mı? Akıllı çocuklar yetiştirmenin püf noktaları... İ lkokul yıllarında parlak bir öğrenci olan bir çocuk ilkokulu sorunsuz bitirdi. Bu süre içinde ödevlerini düzenli bir biçimde yapıyor ve sürekli yüksek notlar alıyordu. Sınıfındaki kimi arkadaşlarının neden zorlandıklarına akıl erdiremediğinde, anababası onun doğuştan özel bir yeteneğe sahip olduğunu söylüyorlardı. Ancak yedinci sınıfa geldiğinde ansızın derslere ilgi duymamaya, ödevlerini yapmamaya ve sınavlara hazırlanmamaya başladı. Sonuçta notlarında hızlı bir düşüş meydana geldi. Anne ve babası onun çok akıllı bir çocuk olduğunu söyleyerek özgüvenini ayakta tutmaya çalıştılarsa da, (farklı çocukların bir bileşimi olan) çocuğun yeniden derslerine sarılmasını başaramadılar. Çocuğa göre, okul ödevleri sıkıcı ve anlamsızdı. Günümüz toplumları için yetenek, tapınılası bir unsurdur ve birçok kişi zekâ ve yeteneğe sahip olmanın bu yeteneğe duyulan güvenle birlikte başarının kapılarını açtığına inanır. Oysa, 35 yılı aşkın bir süredir yapılan bilimsel araştırmalar, zekâ ya da yeteneği gereğinden çok vurgulamanın gerçekte insanları başarısızlık karşısında çok daha kırılgan, güçlüklere karşı koyma konusunda çok daha ürkek ve eksiklikleri giderme konusunda da isteksiz duruma getirdiğini ortaya koyuyor. Çocuklarınıza akıllı olduklarını söylemeyin. Otuz yılı aşkın bir süredir yapılan araştırmalar okulda ve yaşamda başarılı olmanın ardında yatan unsurun zekâ ya da yetenek değil, “sürece” odaklanmak olduğunu ortaya koyuyor ması genç atletlerin ya da işgücüne katılan kişilerin güçlerini tam anlamıyla ortaya koymalarını önleyen ve hatta evlilikleri sekteye uğratan bu kafa yapısının daha da pekişmesine neden oluyor. Öte yandan, yapılan araştırmalar zekâ ya da yeteneğe odaklı bir kafa yapısı yerine, (kişisel çaba ve etkili taktiklerden oluşan) “sürece” odaklanmaya ağırlık veren “gelişmeci bir kafa yapısının” insanların okulda ve yaşamda başarılı olmalarına katkıda bulunduğunu ortaya koyuyor. Bu sonuç en çok, yukarıda örneği verilen, okulun ilk yıllarında çaba harcamadan başarıya ulaşan ve akıllı ya da doğuştan yetenekli olarak tanımlanan çocukları etkiliyor. Bu tür çocuklar içten içe zekânın doğuştan edinilen ve değişmeyen bir unsur olduğuna inanıyorlar ve bu inanç da öğrenmeye çabalamanın akıllı olmaktan (ya da görünmekten) daha önemsiz olduğu gibi bir duyguya kapılmalarına neden oluyor. Bu inanç onların güçlükleri, yanlışları ve çaba harcama gereksinimini bile, gelişmelerine olanak tanıyan unsurlar olarak görme yerine, benlikleri açısından bir çekince olarak değerlendirmelerine de yol açıyor ve işler artık eskisi gibi kolay olmadığında güven ve heveslerini yitirmelerine neden oluyor. Yukarıda örnek olarak verilen çocuğun anne ve babasının yaptığı gibi, çocukların doğuştan sahip oldukları yeteneklerin pohpohlan SÜRECE ODAKLANIN Stanford Üniversitesi ruhbilim profesörlerinden Carol S. Dweck insanlarda motivasyonunun ardında yatan ve onların yenilgilere karşın direnmelerini sağlayan unsurları ilk kez 60’lı yıllarda Yale Üniversitesi’nde ruhbilim öğrencisi iken araştırmaya başladı. O sırada tümü de Pennsylvania Üniversitesi’nde görevli olan Martin Seligman, Steven Maier ve Richard Solomon hayvanlar üzerinde yaptıkları deneylerle yinelenen başarısızlıkların ardından hayvanların çoğunun durumun umutsuz ve kendi denetimlerinin dışında olduğu sonucuna vardıklarını ortaya koymuşlardı. İnsanlar da çaresiz olmayı öğrenebilirler, ama herkes yenilgi karşısında böyle bir geriye çekilme durumu yaşamıyor. Güçlüklerle karşılaşan kimi öğrenciler pes ederken, yetenek açısından onlardan pek de farklı olmayan kimi öğrencilerin neden pes etmeden yollarına devam ettiklerini merak eden Dweck, bunun bir olasılıkla insanların neden başarısız olduklarıyla ilgili inançlarıyla ilgili olduğunu fark etti. Özellikle de, hevesin kırılmasında, kişinin başarısızlığının yetenek yoksunluğuna bağlanması, yeterince çaba harcanmadığı inancından çok daha etkili 1972’de ilk ve ortaokul çağındaki çocuklara eğitim verdiği dönemde matematik dersinde umutsuzluğa kapılan öğrencilerin yeteneksizliklerinden çok, yeterince çaba harcamadıkları için yanlışlar yaptıklarına, ancak konular güçleştikçe daha çok çaba harcamayı öğrendiklerine tanık oldu. Bu deneyler çabaya odaklanmanın çaresizliği önleyebileceğine ve başarının yolunu açabileceğine işaret eden ilk bulgulardı. YENİLGİNİN YARATTIĞI OLANAKLAR