15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir Önemli Kayıp CBT 1459/6 Mart 2015 19 Bilgin, Öğretmen ve Dost: Nuri Bilgin Salih Özbaran Zeki Arıkan ([email protected]) ([email protected]) iz 1979 yılında, birimiz İstanbul’dan diğerimiz Ankara’dan, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler (günümüzdeki adıyla Edebiyat) Fakültesi’ne nakil yaptırdığımızda tanıdık Nuri Bilgin’i (1948 3 Şubat 2015). Tarihi bağımsız bir bölüm olarak kurma girişimleriyle birlikte kendimizi biraz daha yardımcı bilimlere yaklaştırma olanakları bulduğumuzda Nuri, sosyal psikoloji dalında araştırmalar yapıyordu. O sıralarda sanat tarihçisi Rahmi Hüseyin Ünal başkanlığında yürütülen tarih bölümü Salih Özbaran, Ergün Aybars, Zeki Arıkan ve Aydoğan Demir ile genişledi; yardımcı derslerle sosyal ve beşeri alanlardan destek gördü ve öylece devam etti. Birimiz (Salih) 1985’te Yüksek Öğrenim Kurulu prensipleri gereğince Buca Eğitim Fakültesi’nde görevini sürdürürken diğerimiz (Zeki) fakültede kaldı. Daha sonraki yıllarda Nuri çok daha sık görüştüğümüz bir arkadaşımız oldu. Onun 3 Şubat 2015 tarihinde, yıllarca süren rahatsızlıklarına rağmen emekli olacağı yılda ansızın ölümüyle sevgili arkadaşımızı, dostumuzu, bir “bilgin”i kaybettik. Ege Üniversitesi, özellikle de Edebiyat Fakültesi üyeleri ve çalışanları, Türk ve dünya akademileri büyük bir üyesini yitirdi. Nuri Bilgin, Sandıklı (Afyonkarahisar) doğumluydu. Akşehir Öğretmen Okulu’nun son sınıfında Yüksek Öğretmen Okulu adaylığına seçildi; Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nde okudu; Fransa’da doktora yaptı. Sonunda Türkiye’nin evrensel ölçüleri yakalamış olan sayılı sosyal psikologlarından biri oldu. Alanında pek çok konuya ve soruna el attı Nuri; seçtiği konular özgünlüğünü hiç yitirmedi. Bunları yazılarında, açık oturumlarda, konferans ve sempozyumlarda dile getirdi. E.Ü. Edebiyat Fakültesi’ni, bilim dünyasını ve ülkemizi ilgilendiren sorunların çözümüne destek verdi. Engelli durumuna karşın bilgisini paylaşmak için Ankara, İstanbul gibi, İzmir’den uzak yerlere gidip B gelmekten, İzmir’in, çevredeki il ve ilçelerin kültürel faaliyetlerine katılmaktan usanmadı. Ulaştığı yerlere hep aydınlık saçtı, saygı gördü. 20. yüzyılın sonlarına doğru, özellikle de bazı tarihçilerce Osmanlıların kuruluşunun 700. yılı olarak kabul edilen bir zamanda telaşla ve hesapsızca devreye sokulan kimlik kapışmaları, tarihi altüst etmek isteyenlerin arenası olmuştu. Kimliklere yön vermek için uğraşanların hızla savurdukları eskizlerin dışında ciddi araştırmaların sonuçları da yayın dünyasında görülmeye başlamıştı. Biz de kıyısından/köşesinden girdik işe ve soruna ortak olmaya çalıştık. Şüphesiz, bazı değerli sosyal ve siyaset bilimcilerin (Bozkurt Güvenç ve Taner Timur gibi) Türk ve Osmanlı kimliklerine ilişkin çalışmalarını biliyorduk ve onlardan yararlanıyorduk. Konuya ilişkin bazı özgün kaynaklar ve literatür önümüzü ışıklandırıyordu. Ne var ki Nuri Bilgin’in kimliklerle ilgili çalışmaları gözümüzü dünyaya daha fazla açtı, yaptığı kıyaslamalar bizi, tarih ile psikoloji ve daha geniş ölçekte sosyal bilimler arasına evrensel ölçüleri kavratarak soktu. KİMLİK İNŞASI Nuri Bilgin, Kimlik İnşası kitabında (2007) “kimlik labirentindeki yolculuğumuz, bir noktada durmak zorunda” demişti. Ve 3 Şubat 2015 tarihinde durdurdu onu, aradan çekildi; sanki bilerekten çekildi. Çünkü “kimlik olgusu son derece karmaşık ve çok yönlü” idi. Konuyu tartışmaya açmıştı; kimlik inşa biçimlerini tarihten geniş biçimde yararlanarak göstermiş ve bizleri, öğrencilerini, toplumu, toplumları “esnek” bir kimlik inşası yolunda bilgilendirmiş ve bilimini, bilgeliğini başkalarına armağan ederken beşeriyeti anlamaya, anlaşmaya, barışmaya çağırmıştı. “Nedir/kimdir” sorularına yanıt ararken “günah keçisi” konumuna getirilenleri ve önyargılarla, stereotiplerle ve prototiplerle vurulan damgaları giderme yolunda yorultır. Peki, vergi kaçırmaktan, yankesicilikten, gasptan, cinsel tacizden, tecavüzden hüküm giymiş kişiler, Marmara depreminden sonra anlaşıldığı gibi, binanın çimentosunu, demirini bilerek eksik koymuş olanlar ve bu kişilere temiz raporu vermiş kontrol mühendisleri nasıl ortaya çıktı? Van’da ana kolonları kesip galeri yapanlar nasıl ortaya çıktı? Bunların büyük çoğunluğu ‘’Din Kültürü ve Ahlak’’ dersinden 5 almıştır. (Özgecan’ın katlindeki üç zanlının veya eşlerini öldüren erkeklerin Din ve Ahlak dersinden kaç aldıklarını merak ediyorum. Gazeteciler onların okul kayıtlarına ulaşıp bu dersten kaç aldıklarını bulsalar.) Bu durumda, ya bu ders iyi verilemiyor ya da dersin ölçme değerlendirilmesinde sorun var demektir. madan erdemini gösterdi. Nuri, bütün çalışmalarında insanı merkeze oturttu. Buradan hareketle siyaset ve insan, tarih ve kolektif bellek gibi araştırmalarında bunun ilginç örneklerini verdi. Türkiye’nin uygar dünyada hep başını ağrıtan Ermeni soykırım iddialarına da farklı yaklaştı. Bunun temelinde “Tarihin İnşası”nın yattığını vurguladı: Türkiye Cumhuriyet’inin hemen hemen kuruluşundan beri çeşitli platformlarda başa çıkmaya çalıştığı ve gittikçe büyüyerek toplumumuzu derinden etkileyen Ermeni soykırımı iddialarını tarih yazma ya da tarihi inşa etme biçimleri içinde yorumladı. Cumhuriyet’in değerlerine bağlıydı Nuri. Onları her fırsatta savundu. Cumhuriyet kavramının içini doldurmaya çalıştı ve onun hava gibi su gibi “elzem” olduğunu söyledi. Bunu yaparken gereksiz ve boş kalıplara sığınmadı. Cumhuriyet’in ve İzmir’in bellek kişilerini anketlerle belirledi. Cumhuriyet aydınlanmasında düşünmeyi, araştırmayı, yorumlamayı nesnelliği katı kurallar içine sokmadan ön planda tutarak bir köşebaşı oldu. Tam bir bilginlik, bilgelik göstere göstere ayrıldı aramızdan. Ebediyete uzanacak bir çalışma örneği verdi, tüm rahatsızlıklarına rağmen. Araştırmalarıyla ulusal kitaplığımıza çok değerli eserler kazandırdı Nuri. Her şeyden önce sosyal bilimlere “şaşı bakmamamız” gerektiğini savunuyordu. “Hangi alanda olursa olsun, tüm politikalar reformlara ve yasalara odaklaşmadan önce... kişilerle, davranış ve eylemlerin faili olan insanla ilgilenmek zorundadır” diyordu. Eşya ile insan ilişkilerini açıklayan da o oldu ve ödüllendirildiği çalışmaları arasında “Kimlik İnşası” çok önemli bir yer tuttu. Doğum yerine bağlılığı yaşamı boyunca sürdü. Hatta son yıllarda “Sandıklı Araştırmaları” (2012) sempozyumunu hazırladı. Memleketine olan borcunu böylece ödemeye çalıştı. Sandıklı “Anadolu’nun değişime Peki, çözüm ne? Din ve ahlak dersinin saati mi artırılsın? Hayır, artırılmasın. Bu ders kaldırılsın mı? Hayır kaldırılmasın. Bu ders ikiye bölünsün, Din ve Ahlak ayrı ayrı okutulsun. (zaten eskiden ayrıydı). Van depreminden bu yana televizyonlarda zaman zaman dile getirdiğim bu konudaki görüşümü şöyle özetleyebilirim: Din öğrenilebilen bir şeydir, ahlak ise öğrenilemez, keşfedilir. Din toplumsaldır, Ahlak kişiseldir. Sınavla öğrencinin din bilgisi ölçülebilir, ancak klasik sınavlarla ne kadar ahlaklı olduğu ölçülemez. Çünkü sadece ezberlenmiş, davranışa geçirilmemiş bir ahlaki ilke, benimsenmemiş demektir. Bu durumda din ve ahlak dersleri ayrı ayrı okutulmalı; din dersinde dinler tarihi, bu arada İslamiyet okutulabilir. Ahlak dersinde ise açık, yüzü ileri dönük muhafazakâr şehirlerden biri” üzerine yapılan sempozyumun anlamı şu idi: “Sempozyum bir kentin insanlarına kendilerini olabildiğince bir bütün olarak görmeleri imkânı veren bir ayna gibidir”. Bilim dünyasından büyük bir destek gören bu sempozyuma sunulan bildiriler, gerçekten, kasabasının aynası oldu. Nuri İzmir’le de bütünleştirdi kendisini. “İzmirli Olmak” sempozyumunu açılış konuşmasında (2010) şöyle diyordu: “İzmir’e 35 yıl kadar önce bilerek olmasa da isteyerek geldim. Geliş o geliş. Ben İzmir’i sahiplendim, İzmir de beni. Ege Üniversitesi’nde kurdum akademik dünyamı”. “İzmir’li olmak” kimliği de onun en çok üzerinde durduğu kavramlardan biri oldu. Bir sosyal psikolog olarak İzmir’i nasıl hissettiği, nasıl algıladığı önemliydi. İzmir’in denizle ilişkisini kurdu. “İzmirlilerin denizde birlikteliğini sadece kıta kentlerinin değil, dünyadaki pek çok sahil kentinin sahip olmadığı bir zenginlik haline getirmektedir” beklentisini yarattı. Yöneticilikte de örnek bir insandı o. İki dönem (19942000) E.Ü. Edebiyat Fakültesi’nin dekanlığını yaptı. Fakülte onunla daha bir güzel oldu; bilimsel toplantılar sürekli olarak artış gösterdi; kitap ve dergi basımları birbirini izledi. Derken, çalışmalarının doruğundaki bu güzelim insan rahatsızlandı, ama çalışkanlığından hiçbir şey yitirmedi. Üretiminde hiç bir eksiklik gözlenmedi; ürettikçe üretti. Geçirdiği önemli ameliyatlarından kaynaklanan şikâyetlerini en yakınlarına bile duyurmadı. Saygıdeğer eşi, toprağa verildiği gün Ege Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında “Ben Nuri’ye hiçbir zaman hastabakıcı olmadım” derken Nuri’nin özverisini vurguluyordu. Bizler, Nuri Bilgin’le geçirdiğimiz günlerin tükenmeyecek anılarıyla yüklüyüz. 22 Kasım 2007 tarihinde yayımlanan yazımıza ve Nuri’nin “Kimlikler basit birer etiket değildir” deyişini başlık yapmıştık (Cumhuriyet Kitap, sayı 927, 22 Kasım 2007). Ve onun niteliklerini sayarken “bilgin, mükemmel öğretmen, örnek insan” üçlüsünü yakıştırmıştık. Sekiz yıl öncesine ait bu nitelikleri güçlendiren, çeşitlendiren nice eserler verdi Nuri, o günlerden bu yana; nice dostluklar kurdu. Günümüzde daha neleri eklenmez ki o nitelemelere! Kohlberg’in ahlak /moral gelişimi kapsamında, öğrencilerin bulundukları basamaktan bir üste çıkabilmeleri için gerekli eğitsel etkinlikler, tartışmalar gerçekleştirilmeli. Ahlak dersinde öğrencinin yaş düzeyine göre, söz gelişi, Victor Hugo’nun Sefiller’i, Dostoyevski’nin, Peyami Safa’nın romanları, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u, Hüseyin Rahmi’nin Nimet Şinas’ı okutulabilir, tartışılabilir; Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun, Kış Uykusu veya Ezel Akay’ ın Hacivat’la Karagöz Neden Öldürüldü adlı filimleri izlettirilip tartışılabilir. Okul kitaplarımızda ve yaşantısında 1950’den bu yana kız çocukları aleyhinde nasıl cinsiyet ayrımcılığı yapıldığını bir başka yazıda irdelemek dileğiyle. Eğitim sistemimizde bilim, din ve ahlak Baştarafı 9. sayfadan devam enstitülerinin açılıp kapatıldığı dönemden bu yana bir yazboz tahtasıdır, sürekli istikrarsız değişimler yaşanır; havuz problemlerini bir türlü çözemeyen nesiller, eğitim sistemimizin kaç artı kaç olması gerektiğine karar verememiştir. Eğitim Sistemimizde Din ve Ahlak: Lütfen kimse gocunmasın, üzerine alınmasın, sadece basit bir gerçeği ifade etmek istiyorum: Okullarımızdaki ahlak dersleri işe yarıyor mu? Bu güne kadar birkaç kişi hariç bütün Türkiye ‘’Din ve Ahlak’’ dersinden ‘’5’’ almış
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle