24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Son Araştırmalardan Thomas MrsicFogel. Beyindeki zayıf iletişimler her ne kadar çoğunlukta olsalar da çok önemsizler. Oysa nöronlar arasındaki az sayıdaki güçlü bağlantıların, eş nöronların etkinliği üzerinde en güçlü etkiyi yapıyor. Bu ortaklık ise onlara, dış dünyadaki belli başlı bilgileri kuvvetlendirmeye yardımcı oluyor (Nature). Makalenin başyazarı Lee Cossell’a göre, zayıf bağlantılar öğrenme süreçleriyle alakalı olabilir. CBT 1457/20 Şubat 2015 7 Kitap Ağaçlandırma ciddi bir uğraştır! Ne ki, ülkemizde, çoğunlukla gerektiğince ciddiye alınmaz; fidan dikmeye ya da tohum ekmeye indirgenir çoğu kez. İlginçtir; bu, ilgili kuruluşlar tarafından da sergilenen bir tutumdur. Oysa; tüm teknik gerekler yerine getirilerek yapıldığında bile fidan dikmek ya da tohum ekmek, ağaçlandırma uğraşısının yalnızca bir aşamasıdır; öncesinde ve sonrasında yapılması gereken iş ve işlemler, kimi koşullarda çok daha önem kazanır: Sözgelimi; nerelerde, hangi amaçların gözetilebileceği; bu amaçlar doğrultusunda hangi ağaç ve ağaççık türleri ile hangi tekniklerin kullanılabileceği; ağaçlandırılan arazinin nerelerinde hangi çalışmaların kimler tarafından, ne zaman, nasıl yapılacağının birbirleriyle ilişkilendirilerek önceden belirlenmesi, planlanması ve uygulanması gerekir. Bu tümcedeki soru sıfatlarının çağrıştıracağı iş ve işlemlerin yapılacak ağaçlandırmanın zamanlamasına, arazinin yersel konumuna, ekolojik özelliklerine bağlı olarak çeşitlenebileceği düşünülürse, ağaçlandırmanın ne denli zorlu bir uğraşı olduğu çok daha kolay kavranabilecektir. Öte yandan, ağaçlandırma çalışmalarının sonuçları; amacına, ekolojik koşullardaki değişmeler ile yapılan bakım çalışmalarının etkenliği vb güç denetlenebilir değişkenlere bağlı olarak son derece uzun zaman sonra ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle, başta zaman olmak üzere kaynakların boşa harcanmaması, çok daha önemlisi, çeşitli ekolojik sorunlara yol açmaması için gereğinin gerektiği yapılabilmesi, ağaçlandırma çalışmalarında yaşamsal önem taşıyor. Prof.Dr. Melih Boydak ile Yrd. Doç. Dr. Servet Çalışkan’ın OGEMVAK1* tarafından yayımlanan “Ağaçlandırma” kitabı, bu zorlu uğraşa kalkışacakların, benzetme yerindeyse “başucu” kaynağı olabilecek kapsam ve düzende hazırlanmış: Kitapta; ağaçlandırılacak arazilerin ekolojik koşullarının belirlenmesi, arazi hazırlığı, ağaçlandırma teknikleri, kurak ve yarı kurak yörelerde yapılacak ağaçlandırmaların teknik koşulları, ülkemizde de yaygınlaştırılmasına çalışılan “endüstriyel ağaçlandırma”, ağaçlandırılan arazilerin yönetimi vb konular bir ansiklopedi titizliliğiyle açıklanmış; son derece varsıl bir kaynakça ile çeşitli görsellerin yanı sıra gereksinme duyulabilecek bilgilerden oluşan eklere de yer veriliyor. *** Ülkemizde ağaçlandırma yapmak, yalnızca ilgili ormancılık kuruluşlarına verilmiş bir görev değildir. Belki de çok kişiye şaşırtıcı gelecek: 1985 yılında çıkarılan 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunuyla akla gelebilecek her türlü kuruluşa, orman ekosistemi oluşturmak amacıyla ağaçlandırma yapma yükümlülüğü getirilmiştir. Sözgelimi; bakanlıklar, üniversiteler, belediyeler, TRT, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Karayolları, Devlet Su İşleri, Devlet Demir Yolları Genel Müdürlükleri, henüz özelleştirilmemiş KİT’ler, “büyük” kuruluşlar, köy tüzel kişilikleri ile meslek örgütleri, sendikalar, vakıflar, spor kulüpleri, gönüllü kuruluşlar kendi ya da tahsis edilecek kamu arazilerinde ağaçlandırmak yapmak, bakmak zorundadır. Ne ki, anılan kuruluşların çoğu bu zorunluluğu yerine getirmemektedir. Öte yandan; ağaçlandırma yapmak isteyen kişiler ile kuruluşlara da 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 5767. maddeleriyle de akıl almaz olanaklar sağlanmıştır. 1* Ormancılığı Geliştirme ve Orman Yangınları ile Mücadele Hizmetlerini Destekleme Vakfı; ogemvak@ogemvak.org.tr Amerikalılar, gelişimi iki milyar yıl önce duran bir organizma keşfetti. Tahminlere göre evrimsel bir durgunluk içindeki en yaşlı “canlı fosil” olan bu organizmanın evrime kuşku düşüreceğini sanmayın. Kaliforniya Üniversitesi’nde William Schopf ve ekibine göre bu canlı evrim teorisinin geçerliliğini kanıtlıyor (PNAS dergisi). Söz konusu canlı kükürt bileşimlerin oksitleşmesinden yararlanan bir derin deniz bakterisi. Bilim insanları kısa bir süre önce, Şili kıyılarındaki deniz dibinde yaşayan bir bakteri türüne çok benzeyen 2,3 ve 1,8 milyar yıllık bir mikrobun kalıntılarını buldu. İki milyar yılı aşkın bir süre hiç değişmeyen canlıların bulunması gerçekten çok ilginç. Bu neredeyse tüm dünya tarihinin yarısı diyor Schopf. Araştırmacı bu fenomeni biyolojinin temel bir kuralıyla açıklıyor. Bir organizma, çevresi değişmediği müddetçe gelişmez. Schopf ve çalışma arkadaşları, bakterilerin yaşam alanının milyarlarca yıl içinde hep aynı kaldığından eminler. Düşük oksijenli ve az besleyici maddeli ama bol sülfat ve nitrat içerikli tortula mükemmel uyum sayesinde, bu tekhücrelilerin değişim zorunluluğu olmamıştır. Oysa bu canlılar buna rağmen değişselerdi, o zaman Darwin’in evrim teorisi üzerinde yeniden düşünmemiz gerekirdi diyor araştırmacı. En eski “yaşayan fosil” Darwin’in evrim teorisini kanıtlıyor ların oluşumu. Bu oluşum ilk atomların gelişiminden bir müddet sonra gerçekleşmiş ve evreni yeni bir döneme (“yeniden iyonlaşma”) soktu. Genç yıldızların yoğun ışınları nötr hidrojen gazı bulutlarını iyonlaştırarak, yeni bir gelişmenin önemli bir koşulunu oluşturdu. Fakat ilk yıldızların ne zaman geliştikleri ve yeniden iyonlaşmanın ne zaman başladığı bugüne dek tartışmalıydı. Kozmik arkaplan ışımasının daha önceki ölçümleri gerçi ilk patlamadan sonra yaklaşık 450 milyon yıl öncesine işaret eder. Ama bu o tarihteki galaksilerdeki ışın kaynaklarını yeterli bulmayan uzay teleskopu Hubble’ın gözlemleriyle örtüşmemekte. Bunlar tek başına karanlık çağı sonlandırmak için yeterli değildi. Astronomlar bu yüzden bilinmeyen ışın kaynaklarının varlığından şüpheleniyordu. Planck uydularının yeni verilerine göre Hubble’ın gözlemlediği galaksiler büyük yeniden iyonlaşmanın sadece ilk habercileriydi. Kozmik mikrodalga arkaplanının özellikleri, karanlık çağın ilk patlamadan 50 milyon yıl önce son bulduğunu yani sanılandan yüz milyon yıl daha geç bir zamanda gerçekleştiğini gösteriyor. Evrenin 14 milyar yıl önce gelişmiş olduğu düşünülürse yüz milyon yıl çok değil. Ama bu ilk yıldızların oluşumu için önemli bir farktı. Kozmik arkaplan ışıması, evrendeki ilk ışığın uzaktaki bir yankısıdır. İçinde bu zamana ait değerli bilgiler gizlidir ve ilk patlamadan 380.000 yıl sonra ilkel plazmadan ilk atomlar oluştuğunda serbest kalmıştır. Günümüzde hâlâ mikrodalga içeren bu ilk ışığın polarizasyon motifi bu yüzden evrenin başlangıcındaki koşulları yansıtıyor. ESA uydusu Planck 20092013 yılları arasında bu kozmik mikrodalga arkaplanının bugüne kadarki en ayrıntılı ölçümlerini almıştı. Astronomlar şimdi bu verilerin en yeni değerlendirmelerini yayımladı. Şimdi evrenin yapısı ve gelişimi hakkında, daha önceki haritalara kıyasla çok daha kesin bir bakış açısı var. Bu sonuçlarla evrenin yaşı, genleşme oranı, normal ve karanlık madde ve karanlık enerjiden oluşan bileşimini çok daha iyi belirleyebiliriz diyor Paris Astrofizik Enstitüsü’nden François Bouchet. Evrenin erken dönemleriyle ilgili bir bilmeceyi Planck verileri şimdiden çözmüş olabilir: İlk yıldız İlk yıldızlar, sanılandan daha sonra gelişmiş Bilindiği kadar tüm zamanların en büyük kemirgeni olan hayvanın rekonstrüksiyon çalışmaları sonucunda manda (3 m uzunluğunda ve 1,5 m yüksekliğinde) büyüklüğünde ve bir ton ağırlığında bir hayvan çıktı ortaya. Josephoartigasia monesi, üç milyon yıl önce Güney Amerika’nın kuzeyinde yaşıyordu. Bugüne dek korunagelen tek fosil olan 53 santim uzunluğundaki kafatası Uruguay’daki Sanjose formasyonunda bulunmuştu. York Üniversitesi ve Hull York Tıp Okulu (HYMS) Philip Cox ve ekibi günümüzdeki kobay farelerinin bu dev akrabasının ısırığını analiz ettiler (Journal of Anatomy). Josephoartigasia çenesinin arkasındaki dişlerle 4.165 Newton kuvvetinde ısırabiliyordu ki bu bir kaplan ısırığının üç misli kuvvetine eşittir. Öndeki kesici dişlerle bile 1.400 Newton kuvvetinde ısırabiliyordu. Hatta diğer incelemeler dişlerinin bu ısırma kuvvetinin üç mislisine dayanacak kadar sağlam olduğunu da göstermiş. Cox ve ekibi, dev kemirgenin dişlerini ısırmak ve çiğneme dışındaki amaçlar için de kullandığını düşünüyorlar. Araştırma sonuçları, Josephoartigasia’nın kuvvetli dişleriyle kökleri çıkardığını, kendini veya yaşam alanını korumak için kullandığını ortaya koyuyor. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com Tüm zamanların en büyük kemirgeni Bilim Akademisi Popüler Bilim Konferansları32 Bilim Akademisi popüler bilim konferansla rının 32.’si 21 Şubat 2015 Cumartesi gü nü saat:13.00’da İstanbul Kültür Sanat Vakfı Salonu’nda gerçekleşecektir. Konferansta Sedat Ölçer “Darwin, Wallace ve Evrim Biliminin Doğuşu” başlıklı bir konuşma yapacaktır. Bilim Akademisi web sayfası: http://bilimakademisi.org/ Sedat Ölçer’in özgeçmişi: http://engr.bilgi.edu. tr/tr/aboutus/academicstaff/sedatolcer/
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle